Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Ey Romalılar, Stoacı Panaetius ne etti size?

Günümüz Türkiye’sinde (yeni Türkiye diyelim, “Nova Turchia”) düşünürlerin siyasî danışmanlık yaptığına tanıklık ediyoruz. Buradaki “siyasî” sıfatının iktidar, otorite ve güç bağlamında siyaset üretmeyi imlediğini de gündemi takip eden bilir, yoksa muhalif kanat fikrinize danıştığında ya da bu danışma işini profesyonel bir zemine yerleştirdiğinizde adını pek anılmıyor, anılsa da sükse yapmıyor. Oysa iktidara siyasî danışmanlık yaptığınızda en hafif tabirle yandaş, en ağır tabirle dalkavuk olarak görülüyorsunuz, gerçekte danışmanlığın profesyonelliğe dökülmesi böyle bir şey, gerekirse inanmadığınız fikirler üretip pazarlamalısınız.

Danışmanlık teklifini ilkelerinizi ve fikirlerinizi bahane/gerekçe göstererek reddedebilirsiniz, bu sizin hakkınız, ancak bunun övgüye değer bir erdem olduğuna dair tartışılmaz görünen bir önkabul (apriori) yaratılması bana makul görünmüyor, zira her mal hür teşebbüsle satılabiliyorsa, fikrin de hür bir şekilde satılabilmesinde bir sakınca görmüyorum. Dahası Academiacıların bilhassa Carneades’le birlikte tartışmanın doğası ve her konuda her yönden makul fikir üretilebileceği meselesinde sofistlerin çizgisine yaklaşması ve en nihayetinde kuşkucuların ἐποχή’sini (onay tehiri) ilke edinip savunulamaz olan fikri bile belli düzeyde savunulabilir olanın yanına yaklaştırması bana doğal görünüyor, zira ünlü “ağzı olan konuşuyor”  ve “beyin bedava” deyişlerimizin de gösterdiği yolda ilerleyerek argüman üretebilme ve retorik düzeyinde fikri savunulabilirliğin savunmanın yeter gerekçesi olduğu sonucuna varıyorum.

Adamı gıcık eden, çıldırtan, “bu nasıl savunulabilir ya” dedirten tüm siyasî danışman gerekçelendirmelerini aynı fikir savunulabilirliği durumundan ötürü ciddiye almayıp zamanın ruhunun göğsünde yumuşatıp zamana yayılmış halde, ince ince çözülmesini sağlamak ve eleştirmek elbette serbest. Ne yaparsınız ki, retorik gibi bir silah var ve siyaset bunun üzerine kurulu, çıldırsanız da, durum budur. Abd’de olduğu gibi Avrupa’da da olan budur, Türkiye’de de bu olacaktır.

İ.Ö. ikinci yüzyılın ortalarında millî değerlerini öne alan kimi Yunan tipler de Polybius ve Panaetius’a kimi siyasî gerekçelendirmelerinden ötürü gıcık olmuş olmalıdır. Zira bu iki şahsiyet kendi kent-devletlerinden bir şekilde çıkıp dönemin emperyal gücü Roma devletinin dümen suyuna girmiş ve ünlü Romalı komutan Scipio Aemilianus’un çevresinde (ki grex Scipionis yani “Scipio sürüsü/çevresi” olarak da düşünülmüştür) dolanıp Roma devletinin siyasî egemenliğinin meşruiyetini kanıtlamaya çalışmıştır. Evvelce Polybius‘un yazdığı tarih eserinden ve siyasî rejimler döngüsü fikrinden defalarca bahsetmiştim, gerek blogda, gerekse yazılı çalışmalarımda. Panaetius’tan da arada bahsetmiş olabilirim ama üzerinde pek durmamıştım. Burada kısaca anlatmak istiyorum.

AugustusYunan kültürünün etkisiyle Stoa felsefesinin yeni yeni filizlendiği Roma’da Scipio kendisine bir entelektüeller grubu oluşturmuştu. Birçok analizciye göre bu resmen, adı konmuş bir toplanma değildir. Sadece askerî ve siyasî açıdan merkezî bir yeri bulunan bir devlet adamının farklı entelektüellerle birlikte takılmasına sonradan yapılmış bir yakıştırmadır, muhtemelen etrafında dolanan kişiler “biz Scipio’nun çevresine girdik” dememiştir. Biz bu çevrede bulunanları sonraki aktarımlarda ama özellikle de Cicero’nun De Amicitia ile De Re Publica adlı eserlerinde geçtiği kadarıyla biliyoruz. (Bu konuyla ve gerçekten bu gruba adı konmuş bir “çevre” denilip denilemeyeceğiyle ilgili olarak bkz. J. E. G. Zetzel, “Cicero and the Scipionic Circle”, Harvard Studies in Classical Philology, 76, 1972: 173-179) Çevrenin Romalı seçkin müdavimlerini şöyle sıralayabiliriz: Laelius (140 consul’ü), L. Furius (136 consul’ü), C. Fannius (122 consul’ü), Q. Aelius Tubero (118 consul’ü), Q. Mucius Scaevola (117 consul’ü), Rutilius Rufus (105 consul’ü), Spurius Mummius, L. Crassius’un (95 consul’ü) arkadaşı Marcus Vigellius. Terentius, Pacuvius, Lucilius ve Accius gibi edebiyatçılar da yine bu çevrenin Yunan edebiyatını Roma’ya taşıyan temsicilerindendir. Ancak çevrenin bir de Yunan merkezi vardır, bu merkez Scipio’nun yanında dolaşan ve onunla bir doğu seferine katılan Panaetius ve Polybius’tur.

Panaetius seçkin bir ailede doğmuş, bugün Bergama olarak bildiğimiz Pergamum ve Rodos’ta felsefe eğitimi görmüştü. Daha sonra 155’te Roma’ya gelen filozof-elçiler grubundaki Seleucialı Stoacı Diogenes’in yolundan gitmiş, onun öğretilerini benimsemiştir. Panaetius’un Roma’ya ettiği şey Scipio çevresi üzerinden Yunan kültürünü ama özellikle de felsefe ekollerinden bir tanesini Roma’nın bölgesel hakimiyetinin adil meşruiyeti için “hazır” hale getirmiş olmasıdır. Cicero’nun De Re Publica‘sının üçüncü kitabındaki adaletin doğal bir kaynağa dayanıp dayanmadığı minvalindeki tartışmanın  fikren taraflarından biridir. Daha önce şöyle anlatmıştım:

Üçüncü kitapta da Roma haklı çıkarılır. Bu kitap İ.Ö. ikinci yüzyılın ortasında Academia ekolünün başında bulunan filozof Carneades’un İ.Ö. 155 yılında, başka iki ekolün başındaki iki filozofla birlikte Roma’ya yaptığı elçilik ziyareti esnasındaki br konuşmasına yanıt gibidir. Carneades Romalıların önünde iki gün üst üste adaletin devlet için önemini tartışmış, ilk gün adaletin devletin yararına olduğu yönündeki argümanları sıralarken, ikinci gün bu argümanları çürütüp adaletsizliğin devlet için daha yararlı olduğu sonucuna varmıştır. Bu Roma Senatus’unu ama özellikle de seçkin Senator’lerden olan, muhafazakar Yaşlı Cato’yu kızdırmış olmalı ki, Senatus’ta Carneades ve diğer filozofların derhal Roma’dan gönderilmesi kararı alınmıştır. Romalıları kızdıranın ne olduğuyla ilgili ifade edilen fikirler genelde bir noktada toplanır, buna göre Carneades ikinci günkü konuşmasında Roma devletinin yayılmacı siyasetini adaletsizlik olarak yorumlamış olmalıdır. Cicero Devlet Üzerine‘nin üçüncü kitabında Carneades’in konuşmalarının sırasını tersine çevirir, önce konuşmacılardan (ve muhtemelen Carneades’i dinlemiş olan) Philus’a Carneades’in ikinci günkü konuşmasında geçen argümanları tekrarlatır ve daha sonra bu düşünceyi Roma’nın saygın siyaset adamlarından olan Laelius’un ağzından -muhtemelen Carneades’in birinci günkü konuşmasında yer alan argümanlarla- çürütür. Başka deyişle Cicero konuşmacısı aracılığıyla Roma devletinin yayılmacı siyasetinin adil olduğu düşüncesini savunmuş ve Carneades’e karşı devletini aklamış olur. KAYNAK

 Laelius’un bu aklayışının Panaetius’la ilgisi, bunun her ne kadar diyalog kurgusal olsa da, Panaetius tarafından Laelius’la birlikte Scipio ve çevrenin diğer sakinlerine öğretilmiş olmasıdır. Başka deyişle Carneades’in hem malına hem mıhına vuran yakıcı Akademia retoriğinin yarattığı politik korkuya karşılık Panaetius’un şefkati ve insancıllığı öne çıkararak bu iki değeri sergileme imkanını da veren doğal egemenlik hakkını güçlüye yani bizatihi Roma’ya veren felsefî gerekçelendirmesi sevimli bulunmuş olmalıdır. “Sevimli” burada hafif kaçıyor, muhtemelen politik çıkarcılığın bir gereği olarak Roma Panaetius’un egemenliği onaylayıcı tavrında aradığı gerekçeleri bulmuştur.

Panaetius ile Roma’daki siyasete bakış bağlamında onun yolundan ayrılmayan öğrencisi Posidonius’un Roma’da sevilen felsefe figürleri olması yukarıda kısaca anlattığım politik çıkarcılığın felsefî gerekçelendirmeleri açısından şaşırtıcı değildir. Bir nevi Yunandan gelen Think tank örgütü gibidir Panaetius’un Stoacılığını benimseyen Scipio çevresi, yüzyılların siyasî egemenliğine dışarıdan enjekte edilmiş taze bir kandır. Panaetius bu kanı taşıyan ana damarsa da Posidonius’tan kalan fragmanlar bize buradaki çıkarıma uygun daha fazla malzeme sağlar. Örneğin Athenaeus (6.263C-D) kaynaklı bir fragmanda birçoklarının zihinlerindeki yetersizlikten ötürü kendilerini yönetemediği söylenir, bu yüzden kendilerini ihtiyaçlarını karşılamak üzere daha akıllı olan insanlara teslim ederler. Posidonius’un onayladığı bu tavrın daha önceki örneği Mariandynialıların kendilerini Heracleotlara bağlamasıdır, ilk topluluk ikincisinin her istediğini yapabileceğini taahüt etmekle birlikte tek koşul öne sürmüştür: Heracleotların bölgesi dışında satılmayacaklardır. Başka deyişle gönüllü olarak ihtiyaçlarının karşılanması koşuluyla onların kölesi olmuşlardır. Bu Panaetius-Posidonius çizgisinde Roma’nın kendisine tabi olan toplumlar üzerindeki egemenliğinin nasıl gerekçelendirildiğini açıkça göstermektedir.

Panaetius-Posidonius çizgisinin etkisi Scipio’ların ardından da sürmüştür. Onların diyaloglarını kurgulayan Cicero’nun devlet adamını kutsayan dili (örneğin De Re Publica‘nın başında) esasında devletin esenliği için göze alınan riskler üzerinden bir Stoacı erdem güzellemesidir. Laelius ve yaşlı Cato gibi artık yeni nesiller için birer kahraman olan eski figürlerin örnek teşkil eden hal ve tavırları geleneksel Romalı karakter özellikleriyle kaynaşmış Stoacı erdemlerin hayata geçmiş örnekleridir. Bu örnekler düşmana bile adil davranmayı gerektiren/seçen, en zor zamanda bile yıkılmayan ya da gerekirse devletin esenliği gibi yüce bir ideal için kendi bedeninden vazgeçmeyi bilen bir karakteristiğin sine qua non sergileridir. Bu sergiler Athenaeus alıntısında başka bir çehreyle geçtiği gibi ya da Cicero’nun Philippicae söylevlerinin altıncısını bitirirken söylediği gibi diğer soyların köleliğe katlanabileceği ama özgürlüğün Roma halkının karakteri olduğu varsayımı üzerine inşa edilir. Augustus’un şekillendirdiği Principatus ve imparatoluk dönemi emperyal zihniyeti de benzer şekilde Stoacı siyaset gerekçelendirmesinin etkisi altındadır, diğer soyları koruyup kollama görevi tanrısallaşmış Augustus figürünün iç savaşta mağlup ettiği kesimleri affetme süreciyle başlar. Yüceliğin kaynağının Stoacı erdemler olduğu pek dillendirilmese de ataların geleneğine (mos maiorum) dönüş retoriği üzerinden neredeyse aynı ilkelere varılır ve gerekçelendirme Panaetius-Posidonius çizgisinden sapmaz.

Danışmanca satılan fikir iktidarda karşılık bulduysa, hatta fikrin ilkeler yoluyla ideali teşkil etmesi konusunda aşı tuttuysa, mevcut durumun tarihini nesnel ölçütlere göre yazanlara düşen fikrin etik muhasebesini yapmaktansa, koşullara dönük nesnel koşulların dinamiklerini incelemektir. Bu noktada rahatsızlık duyulması gereken bu dinamikleri anlayamamak olmalı, başka deyişle gerekiyorsa etik muhasebe fikir satıcısına, siyasî danışmana bırakılmalı, ki buna gerek duyulacak koşulları bilmiyorum. Bilen varsa yeşillendirsin.

2 comments on “Ey Romalılar, Stoacı Panaetius ne etti size?

  1. Geri bildirim: Yeniden Scipio çevresi üzerine | jimi the kewl resmi blog! (C. Cengiz Çevik)

  2. Geri bildirim: Posidonius’un Roma hakimiyetine dair okuması üzerine | C. Cengiz Çevik'in resmi sitesi

Yorum bırakın