Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Bir Bilim Ütopyası olarak Yeni Atlantis

…in sinu Dei vivimus

A.    Bacon’da “İnsanın Krallığı” Düşüncesi ve Bilgi Anlayışı

R. S. Westfall’un Modern Bilimin Oluşumu’nda da belirttiği gibi, Bacon’a gelindiğinde, bilim yeni bilgi işlevi idealine de katkıda bulunmaktaydı. O zamana kadar bilgi kendi başına bir amaç olarak düşünülmüş, gerçeğin sessizce ve salt kuramsal çerçevede irdelenmesi insanın katılabileceği en yüce etkinlik olarak kabul edilmişti. Buna karşın Renaissance’ta yeni düşünce biçimi insanın yönelmesi gereken hedefin eylem, bilgi amacının da yararlanma olduğunu gösteriyordu. Bu yeni duruma örnek teşkil eden kişilerden en önemlisi de, kuşkusuz, Francis Bacon’dı.[1]

R. S. Westfall, Bacon’ın bütün yazılarının ana fikrini “İnsanın Krallığı” (Regnum Hominis) tabiriyle açıklıyordu.[2] Yine Bacon’ın belki de en büyük eseri olan Novum Organum’un bir bölümünün başlığında bizzat bu tabiri görürüz: Aphorismi De Interpretatione Naturae Et Regno Hominis.[3] J. Marias’a göre bu, Renaissance şuurunun tam anlamıyla kendini gösterdiği bir dönemin en önemli yazı başlığıydı.[4] Geçmişi ve bu yazı başlığını göz önünde tuttuğumuzda iki farklı döneme ve algılayışa özgü iki farklı “krallık” düşüncesiyle karşı karşıya olduğumuzu anlarız: Bacon’la şekillenen “İnsanın Krallığı” (Regnum hominis) ve ona ulaşıncaya dek Ortaçağ Avrupa’sına damgasını vuracak ölçüde etkin bir kabuller bütününü temsil eden “Tanrı’nın Krallığı” (Regnum Dei) düşüncesi.

Bacon’a göre doğadaki bütün olanaklar İnsanın Krallığı yani bizzat insan için harcanmalıydı, Tanrı’nın Krallığı’nda Tanrı için değil. Ona göre bilimin özünü teşkil eden doğa araştırmalarının doğru bir şekilde yapılabilmesi ve olanakların insan yararına kullanılabilmesi için tanrısal lütfa ihtiyaç vardı, başka deyişle Baconcı bilim anlayışında tanrısal ilham tümüyle devre-dışı bırakılmamıştır. Zira insan, Bacon’a göre, “özlediği cenneti” Tanrı’nın yardımıyla, “geçmişte değil, gelecekte aramalıdır.”[5] Peki, bu arayış nasıl olmalıdır? Bacon, başta da söylediğimiz gibi, bilhassa Renaissance’ta kendisini gösteren eyleme dönük yararcı bilgi anlayışına uygun bir şekilde, doğanın bir “uşağı / iştirakçisi ve yorumlayıcısı” (homo, naturae minister et interpres[6]) olarak gördüğü insanın rahatı ve konforu yani “özlediği cenneti” ancak doğa araştırması yoluyla bulabileceğini düşünüyordu. O halde Bacon’a göre doğa insanın önünde eğilip gücünü kabulleneceği ama daha sonra ona üstün gelip kaynaklarını kendisi için kullanacağı zengin bir yataktır. İnsan doğanın işleyişini ve aklını gözlemlediği ölçüde onu anlayabilir ve eyleme geçebilir (ya da onu kullanabilir).[7]

 Bacon’a göre, insan doğayı anlayabilmek için alete (organum) ihtiyaç duyar, Bacon’ın bilgi felsefesini bütüncül bir çerçevede değerlendirirsek, bu alet her bir doğa araştırmasında kullanılacak olan araçların ve yine her bir doğa araştırmasına özgü yöntemlerin meydana getirdiği üretici ve yararcı yeni bilim sistematiğidir, zaten Bacon’ın Aristotelesçi Skolastik bilgi anlayışına getirdiği eleştiri de, onun üretici ve yararcı olmayan niteliğine dönüktür. Ona göre Skolastikler ve bu anlayışı sürdüren çağdaşları aklı kendi haline bırakmış, doğaya bakmadan ve onu deneyle tekrar tekrar incelemeden, salt soyut kavramlarla düşünmüş, plansız ve programsız hareket etmiştir.[8] Oysa Bacon’ın bilim teorisinin temel hedefi doğanın yasalarını ve fiziksel nedenleri keşfetmekti, bunun için de aşamalı bir biçimde ve kaçınılmaz olarak izlenmesi gereken piramit şeklinde bir süreç oluşturmuş ve en alt kısmına görülebilir / duyulabilir doğa olaylarını inceleyecek olan deneyi yerleştirmişti,[9] o halde deney, Bacon’a göre, insanın doğayı anlayabilmesinin kaçınılmaz dayanağıdır.[10]

Bacon bir bilim adamı olmamasına rağmen ortaya koymuş olduğu bu dayanakla bilim tarihinde önemli bir rol oynamıştır. D. Bell, A. Koyre’ye atfedilen bir ifadeyi anımsatır okuyucularına. Ona göre, Bacon’ın yazıları tarihten silinmiş olsaydı ne bilimsel bir kuram ne de bilimsel bir sonuç yok olurdu. Ancak o olmasaydı, bu tarih başka türlü yazılırdı.[11]  Zira Bacon’ın yaptığı şey, bilginin sonsuz takibi açısından bilimin; bilimin karakteristik bir niteliği açısından deneyin; bilimin hedefi ve amacı açısından da yararlılığın modern amentüsünü hazırlamaktı.[12] Yine D. Bell’in aktarımıyla, Edgar Zilsel’in bilginin sonsuz takibiyle ilgili şu tespitleri, Bacon’ın bilim tarihindeki önemini göstermesi açısından dikkate değerdir:

“Modern bilim adamı, bilimi selefi ve çağdaşı olan bilim adamlarının çalışmalarıyla taşın taş üstüne konduğu, heybetli bir bina olarak görür; bu yapı ki, büyümeye devam edecek ve asla halefi olan bilim adamları tarafından nihayete erdirilmeyecek… Bilim şahsî amaçlar için değil, bir işbirliğinin ürünü olarak değerlendirilir; öyle bir işbirliği ki, onda geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki her bilim adamı bir görev üstlenir. Bugün bu görüş veya ülkü neredeyse tümüyle aşikârdır. Bunu ne Brahman, ne Budist, ne Müslüman, ne Katolik Skolastiği, ne Konfüçyüsçü bilge, ne Renaissance hümanisti, ne filozof, ne klasik çağ hatibi aşabilmiştir. Bu, bilimsel ruhun ve modern Batı medeniyetinin özel bir niteliğidir ve yine bunun, tam anlamıyla ilk defa Francis Bacon’ın eserlerinde geliştirildiği görülmüştür.”[13]

Bacon Skolastik düşünceye karşı, Batı medeniyetine özgü işte bu işbirliğini gerektiren bilim anlayışının temelindeki üretici ve yararcı deneyin önemini vurgulamıştı. Bacon, tümevarımsal metodun kuruluşu olarak deneye inanıyordu. Her ne kadar bugünkü bilim anlayışında tümevarımsal metoda Bacon kadar önem verilmiyor veya bilim sahasındaki karmaşık nitelikteki felsefî düşünceler bu metodun sağlayacağı olanaklarla alay ediyorsa da, yine de deney fikri, hipotezlerin yanlışlanması için gerekli koşul olarak kabul edilmiştir.[14] D. Bell, C. C. Gillespie’den alıntılıyor:

“… Bacon’ın deney üzerine vurgusu, bilimin hangi tarzda olacağını belirlemiştir. Bunu öyle etkili bir şekilde yapmıştır ki, ‘deneysel bilim’ (experimental science) terimi ‘modern bilim’ (modern science) teriminin eşanlamlısı haline gelmiştir. Deneyin üstlendiği rol kadar başka hiçbir şey 17. yüzyıl sonrası bilimiyle, Renaissance’ın ve Yunan biliminin arasındaki farklılıkları bu denli açık bir şekilde ortaya koyamamıştır.”[15]

D. Bell’e göre Bacon için deneyin özel bir amacı daha vardır: Bilimlerin doğru ve adil gayesi insan yaşamına yeni buluşlar ve yeni imkânlar sunabilmektir. Bacon’a bakan biri, onun kâşife ve deneyciye olan heyecanını ve tutkusunu; egemen otoritenin savlarına karşı ise küçümseyici tavrını görür. Bacon bilginin kaynağı için mekanik ilimlere, endüstriye, gemiciliğe gider; Skolastiklerin ve hümanistlerin sadece geçmişin sözlerini tekrar ettiğini düşünür. Antikiteden kendi zamanına kadar sadece mekanik ilimlerde bir gelişim olduğunu tespit eder. Bacon’ın felsefesinde temel ve uygulamalı bilim anlayışı arasında bir tercih hakkı bulunmaz, aksine uygulamalı bilim, belirli bir temelle araştırmanın gayesi haline gelmiştir.[16] D. Bell, C. C. Gillespie’den şöyle alıntılıyor:

“Bacon’ınkisi, bilimi bir aktivite, halkın içinde ve halkı ilgilendiren bir hareket olarak ayağa kaldıran bir felsefedir. Böyle bir bilim tutumu, 17. yy.’dan evvel neredeyse hiç yoktur… Bu rahatlatıcı ve demokratik bir doktrindir, dahası Baconcılığın (Baconianism), insanın (yaşama) koşullarının iyileştirilmesi için çaba harcanmış olan toplumlarda niçin bir bilim yolu olarak her zaman özel bir yer tuttuğu da gayet açıktır… Sadece aristokrasilerde değil, aynı zamanda 17. yy. İngiltere’sinde, 18. yy. Fransa’sında, 19. yy. Amerika’sında ve farklı ülkelerdeki Marksistler arasında genel (ilim) uğraşılarını içeren bir bilgelik olarak düşünülmüştür.”[17]

 B.     Yeni Atlantis ya da Bir Bilim Ütopyası

Antropologların bildirdiğine göre en eski kabilelerde bile kurgusal bir cennet adası fikrine rastlanır. Örneğin Guarani kabilesinde Hıristiyanlık öncesi döneme özgü “kötülüğün bulunmadığı yer” (Land without Evil) arayışı olmuştur. Asya, Afrika ve Amerika yerlilerinden günümüze ve modern dünyaya yakın dönemlerde ve toplumlarda, yaşanmakta olan mevcut dünyadan farklı bir dünyaya özlem duyulmuştur. Örneğin Taoculukta, Theravada Budizminde ya da Ortaçağ İslam anlayışında bu arayışın izlerini açıkça görebiliriz.

Eski Çin, Japon, Hint ve Arap düşüncelerinde karşımıza ideal devlet ve yaşam öyküleri olarak çıkan bu arayış batı dünyasında ilk defa 1516’da Thomas More’un De Optima Reipublicae Statu deque Nova Insula Utopia Libellus vere Aureus başlıklı kitabında kavramsallaşmıştır. Evvelce More ve Erasmus, aranan bu idealin Latincede Nusquama olarak adlandırıyordu. Ancak More Yunancada olumsuzluk bldiren “au” önekini Latinceye “u” olarak aktarıp Yunancadaki “bölge, yer” anlamındaki “topos” sözcüğüyle birleştirerek Utopia terimini buldu. O halde Utopia terimi, Yunanca kökenli olmakla birlikte “olmayan yer / ülke” anlamındadır. Bir yazın konusu olarak, yazarın içinde yaşadığı toplumdan farklı bir toplumu düşlemesinin bir ürünüdür, yazar bir toplumda ne olması gerektiğiyle ilgili ideallerini hayal-gücüyle geliştirerek yeni ama “gerçekte olmayan” bir toplum yaratır.

Bacon’ın ilkin Platon’un anlattığı Atlantis efsanesini yeniden kaleme aldığı Yeni Atlantis (Nova Atlantis) adlı eseri de bir ütopyadır. Eser bir gezgin-tacir grubunun Çin ve Japonya’ya varmak amacıyla Peru’dan hareket ettikleri bilgisiyle başlar. Bu gezgin-tacir grubu, gemileri, hava ve erzak muhalefetinden ötürü engin denizin ortasında kalınca, Tanrı’dan yardım dilenir. Çok geçmeden, Tanrı’nın inayetiyle Güney Denizi’nin hiç keşfedilmemiş bir bölümünde bir ada görüp ona doğru ilerler ve ada sakinlerince buyur edilirler. Böylece Bacon bu kurgusal eserinde, gezgin grubunu buyur eden bu ada sakinlerinin yaşamından, inançlarından ve merkezi Süleyman’ın Evi olan bilim anlayışından bahsederek idealindeki bilim-kentinin ve bilim-toplumunun genel hatlarını ortaya koymaya çalışır.

Bensalem halkının dinî duyuşu ya da bilim-kentinin dinî arka planı

Sakinlerinin kendi dillerinde Bensalem ismini verdiği (Bensalem [ita enim eam vocant Lingua sua]…) bu adada sürdürülen yaşam, diğer ütopyalarda olduğu gibi, -Bacon’ın zihninde- kusursuz olmasıyla mevcut toplumlara örnek teşkil eder. Adanın isimlendirilişi bile bu kusursuzluğun bir göstergesidir, zira Bensalem ismi İbranice kaynaklı olmakla beraber Yeni Kudüs’ü işaret eder.[18] Çiğdem Dürüşken’in sunduğu etimolojik çözümlemeye göre ben İbranicede “oğul” anlamına gelir, Salem de Kudüs’ün eski adıdır. “Dolayısıyla Bensalem, Kudüs’ün Oğlu anlamına gelir… Salem, ilk anlamı barış olan shim kökünden gelir. Benzer şekilde Arapçada ben, ‘oğula ait’; salem ise ‘güvenlik, huzur ve barış’ anlamındadır. Buradan Bensalem, huzur sağlanan kişi anlamı kazanır.”[19] Başka deyişle bu ada Kudüs kentinin dinî şöhretinin varisidir,[20] bu bakımdan onun öyküsünü anlatan bu hikâye de geleceğe dönük bir ütopya anlamını taşısa da kaynağını geçmişten alır. Bu yüzden Bensalem Adası tümüyle yeni bir dinin ya da geleneğin değil, Bacon’ın zihnindeki kusursuz Hıristiyanlığın egemen olduğu bir yerdir, buna bağlı olarak Bacon’ın bu ütopyasında sergilenen dinî duyuş ve yaşam anlayışının, onun görüp beğenmediği Avrupa’daki dinî duyuş ve yaşama örnek teşkil edeceği de açıktır.

Bacon eserinde çeşitli kereler saf dinin halkın salahiyetinin ruhsal temeli olması bakımından ne kadar önemli olduğunu ortaya koyar ve yine saf dini halkın sağduyulu eylemlerinin kaynağı olarak görür,[21] başka deyişle Bensalem halkı, bütün inançları ve dini sayesinde –Bacon’ın zihninde- kusursuz bir toplumdur.

Bensalem halkının belirleyici niteliğinin dinleri yani Hıristiyanlık olduğu gemidekilerle ilk karşılaşmalarında belli olur, zira Bacon eserin başında ada sakinlerince gemidekilere sunulan rulodaki Hıristiyan öğelerine dikkat çeker, buna göre gemidekilere bu yabancı adada karşılaştıkları bu yabancı kimselerin de Hıristiyan olduğunu gösterdiği için huzur veren rulo Cherub kanatlarını betimleyen bir mühürle damgalanmış olup bir haç barındırır (Rotulus iste sigillo firmatus erat ex alis Cherubim… et juxta eas, cruce). Yahudi-Hıristiyan geleneğinde koruyucu ruhlar / melekler olan Cherub sınıfı[22] adeta bu adanın da Tanrı tarafından korunduğunun ya da halkı tarafından böyle düşünüldüğünün bir göstergesidir.[23] Bensalem’den üst düzey bir yetkilinin (vir… ex magistratibus) gemidekilere sorduğu ilk sorunun “Hıristiyan mısınız?” (Num Christiani estis?) olması ve olumlu cevap aldıkları için şükretmeleri yine bu ada halkı için Hıristiyanlığın önemini ortaya koyar. (Buna karşın gemidekiler Hıristiyan olmasaydı, Bensalem yetkilileri ne yapardı, yine onları buyur ederler miydi, orası meçhuldür.)

Gemiden inenler Tanrı’nın bu adada kendisini gösterdiğini (Deus proculdubio in hac terra manifestatur) ya da meleklerin ülkesine geldiklerini (nos venisse in terram quamdam angelorum) düşünecek kadar iyi muamele görür, onlara göre bu adada yaşayanlar, “tümüyle dini bütün ve insancıl olan Hıristiyan bir halktır” (populum Christianum, pietatis et humanitatis plenum).

Peki, Bensalem halkı, yaşadıkları bu ada medeniyetten bu kadar uzakken Hıristiyanlıkla nasıl tanıştı? Merak uyandıran bu soru adada ağırlanan mürettebattan biri tarafından adadaki rahiplerden birine sorulur. Rahibin verdiği cevaba göre, adada bulunan sahil kentlerinden birinde yaşayan Renfusa halkı, İsa’nın göğe yükselişinden yirmi yıl kadar sonra, bir gece piramitten çok bir silindiri andıran bir ışığın denizden gökyüzüne doğru yükseldiğini görür, hayrete kapılan halk içinden bir kısım insanlar bu mucizeyi yakından görmek için sandallara atlayıp ışığa yaklaşmak istese de ancak bir noktaya kadar ona yaklaşabilirler, içlerinden bir alim bunun, göğün ve yerin efendisinin kendilerini yaratılışın şaheserlerine ve sırlarına layık görmesi (Domine Deus coeli et terrae, ex gratia tua speciali ordinis nostri hominibus dignatus es opera tua creationis et eorum secreta nosse) olarak yorumlar, dahası ona göre Tanrı böyle bir mucizeyi göstererek bu ada halkının tanrısal mucizeler, doğanın şaheserleri ve kutsal sanatın etkisi ile kötücül ruhların aldatmacaları ve her türlü düzenbazlığı birbirinden ayırabilmesini (dijudicare… inter miracula divina, opera naturae, effectus artis, et illusiones daemonum, cum imposturis omnimodis) sağlamıştır. Tanrı’nın hikmeti bu kadarla da sınırlı kalmamış, ışık ardında, içinde bir mektupla birlikte Eski ve Yeni Ahit’in bulunduğu küçük bir sandık bırakarak kaybolmuştur. Mektupta yazansa şudur: “Yüceler yücesi Tanrı’nın hizmetkârı ve İsa Mesih’in havarisi olan ben, Bartholomeus, kutlu bir düşümde bana görünen bir melek tarafından uyarıldım ve benden bu sandığı denizin dalgalarına bırakmam istendi.” Görüldüğü gibi, bu adanın Hıristiyanlıkla tanışması Tanrı’nın bir mucizesiyle olmuştur.

Burada Bacon’ın bilgi teorisiyle ilgili olarak dikkat çeken husus, tanrısal lütuf sayesinde doğa bilgisiyle kötücül ruhlara özgü aldatmacalar arasında bir ayrım yapılabildiğidir. Bensalem halkının bilimsel ve aklî eğiliminin ilhamı bizatihi Tanrı’dır, bu da bizzat Tanrı için salt kuramsal çaba sergilemektense, yukarıda bahsettiğimiz Tanrı’nın lütfuyla eyleme geçerek doğayı gözlemleme anlayışının başka bir göstergesidir. Bensalem halkının ticaretle uğraşmayıp “Tanrı’nın ilk yaratımını, ışığı… yeryüzünün her yerinde filizlenen ve fışkıran ışığı” (creatura Dei prima, luce scilicet, luce, inquam, in quacumque tandem terrae regione prorumpente et germinante) aramaları da tanrısal yaratımla doğanın yaratımları (doğa olayları) arasında bir fark görmemelerinden kaynaklanır. O halde doğanın unsurlarını (nedenlerini) bilmek, Tanrı’nın yaratımını bilmekle eşdeğerdedir, bu bilme eyleminin merkezi ise adadaki Süleyman’ın Evi’dir.

Süleyman’ın Evi

“Bu adada bundan bin dokuz yüz yıl önce bir kral hüküm sürmüştü, bizler onun anısına gelmiş geçmiş bütün krallardan öte saygı gösterir ve taparız; öyle batıl bir itikatla değil, onun ölümlü olduğunu bile bile, tanrısal bir aracıya tapıyormuşuz gibi taparız. Bu kralın adı Solamona’ydı.” (Çalışmamız boyunca kendisinden Süleyman olarak bahsedeceğiz.) Yeni Atlantis’in bir yerinde bir rahip Süleyman’ın Evi’ni inşa edip yapılandıran kralı böyle tanıtır. Bir yasa-koyucu olduğunu anladığımız Kral Süleyman’ın tek amacı krallığını ve halkını ihya etmektir (regnum, et populum suum bearet), bu amaçla verimli kaynaklarından ötürü kendi kendisine yeten, özerk yapılı bir ülke inşa etmek istemiştir. Ardından liman kurup gemiler yaparak komşu adalara seferler düzenleyip ticareti geliştirebileceğini düşünmüşse de, zaman içinde dışsal unsurların (yeniliklerin ve yabancı adetlerin) nüfuz etmesiyle ülkedeki refahın ve mutluluğun azalabileceği endişesiyle bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Bacon Kral Süleyman’ın yabancılara getirdiği yasaklardan söz ettikten sonra Süleyman’ın Evi tasvirine geçer.

Bensalem halkına göre Süleyman’ın Evi (Domus Salomonis) Kral Süleyman’ın en önemli eseridir. Bu ev bir tarikat ya da cemiyet kuruluşu ve yapılanmasıdır (fundatio sive institutio ordinis cujusdam et societatis). “Bütün dünyadaki en soylu kuruluş” (nobilissimam… omnium, per terrarum orbem, fundationem) olarak tanımlanan Süleyman’ın Evi’nin, krallığın yol gösterici ışığı (regni hujusce luminare magnum) olduğu söylenir. Dahası bu ev “Tanrı’nın eserini ve yarattıklarını incelemek ve üzerinde düşünmek üzere kurulmuştur.” (Domus haec studiis et contemplationibus operum et creaturarum Dei dicata est.)

Burada, bu bilim evine adını veren Kral Süleyman ile İbranilerin Kralı olan Peygamber Süleyman’ın birbirine karıştırılmaması gerekir. Adalıların kralı olan, yukarıda bahsettiğimiz Kral Süleyman Tanrı’nın dünyayı altı günde yarattığı bilgisini İbranilerden öğrendiği için bu bilim evine bir isim daha vermiştir: Altı Günlük İşler Okulu (Collegium operum sex dierum). Bacon bu ev ya da okulun kuruluş amacından iki kez daha bahseder, ona göre bu ev ya da okul (1) “gerçek doğanın ve bütün nesnelerin öz yapısının keşfi ve araştırılması için” (ad inquisitionem et inventionem naturae verae et interioris rerum omnium) (2) “doğadaki şeylerin nedenlerinin, devinimlerin ve derin anlamların bilgisi ve insanın hâkimiyet alanının sınırlarını mümkün olan her yeri kapsayacak şekilde genişletebilmek için” (“cognitio causarum, et motuum, ac virtutum interiorum in natura, atque terminorum imperii humani prolatio ad omne possibile”) kurulmuştur. O halde bir kez daha, -bu sefer Süleyman’ın Evi bahsiyle birlikte- Tanrı’nın eseri ve yarattıklarını düşünmek ile gerçek doğanın ve nesnelerin yapısını keşfetmek arasında bir paralellik oluşur, bu da Bacon’ın zihnindeki ideal bilim-kentinin temel düsturunu ortaya koyar: Doğayı bilmek, Tanrı’yı ve eserlerini bilmek demektir. Dikkat çeken diğer bir husus ise Bacon’ın eyleme dönük yararcı bilim anlayışının Süleyman’ın Evi bahsiyle birlikte bir kez daha su yüzüne çıkmasıdır, zira bu bilim evinde yapılacak araştırmalar sonunda “bütün yarattıklarından dolayı, Tanrı’nın sanatçılığı büyük övgülerle yüceltilecek, insanların da bu yaratılanlardan en iyi şekilde yararlanmaları sağlanacaktır.” (quo Deus conditor majorem reciperet gloriam ob fabricam earum, homines autem uberiorem perciperent fructum in usu earum…). Böylece yukarıda kurduğumuz eşitliğe yeni bir unsur daha eklenmiş olur: Bacon’a göre, doğayı bilmek Tanrı’yı ve eserlerini bilmek demektir, bu ikisini bilmek ise insanın krallığını kurmak ve sınırlarını alabildiğine genişletmek demektir.

Bacon Süleyman’ın Evi’nin işleyişini detaylı bir şekilde anlatır. İlk bahsedilen, donanım ve çalışma laboratuvarlarıdır. Bensalem halkı toprağın altını, yüzeyini ve üzerinde yükselen yüksek binaları bilimsel araştırmalarda kullanır. Buna göre, toprak altında bilim adamlarının maddeleri yoğunlaştırdığı, katılaştırdığı ve dondurup sakladığı geniş ve derin mağaraları vardır, yine bu mağaralarda doğadaki maddelerin benzerlerini üretmeye çalışırlar, bütün bu kimyevî çalışmaları insanları tedavi etmede de kullanırlar. Yine toprağı beslerken doğal madenlerden oluşan gömütlerden, gübrelerden ve atıklardan yararlanırlar. Toprak üzerinde yükselen (gökdeleni andıran) binalarda / kulelerde ise farklı yükseklik ve konumlara göre cisimleri güneşlendirme, soğutma, saklama ve hava durumunu gözleme çalışmaları yapılmaktadır. Hem tatlı, hem de tuzlu gölleri vardır Bensalem halkının, bunları ve çevresini her cins canlıyı üretme çiftlikleri olarak düşünebiliriz, yine bu havuzlar sayesinde tatlı ya da tuzlu su elde edilir ve burgaçlar oluşturarak akan nehirler vasıtasıyla rüzgâr enerjisi meydana getirilir, Bensalem halkının bunlar için birçok makinesi vardır. Doğal kaynak suları ve kaplıcalar yanında yapay kaynakları da vardır, hatta “cennetin suyu” (paradisi aqua) adındaki insana sağlık veren kendilerine has bir suları da bulunur.

Doğa olaylarının simülasyonlarını gerçekleştirdikleri geniş laboratuvarlar, içindeki havayı ayarlayabildikleri sağlık odaları, insan cildine ve bedenine yararı dokunan hamamlar, meyvelikler, geniş bahçeler, seralar, bağlar, yine insana yararı dokunacak yeni ilaçları denedikleri ve aradıkları hayvan merkezleri, kuş evleri, içki yapım üniteleri, sağlık ocakları, ilaç dükkânları, o dönemde henüz Avrupa’nın bilmediği türden makinelerle dolu dokuma tezgâhları, çeşitli fırınlar, ışık üreten optik sanat evleri, her türlü sesin çalındığı ve denendi ses evleri, tütsü ve koku evleri, makine üretim merkezleri ve matematik evleri vardır. Anlaşılıyor ki, Süleyman’ın Evi’nde bilim teorik olduğu kadar pratik amaçları da olan bir uğraş sahasıdır, bu da Bacon’da öne çıkan, bilgiyi insan konforu için kullanma anlayışına uygun bir aktarımdır. İnsan yararı öylesine baskın bir unsurdur ki, doğa araştırması yoluyla elde edilmiş her bilgi önce insanlara yararlı olup olmayacağı düşünülüp, olumlu bir sonuca varıldığında ancak devlete açıklanır.

Bacon Süleyman’ın Evi’ndeki görev bölümünden de söz eder, burada görev üstlenen kişilerden on üçü ada dışına gemilerle gider ve yabancı diyarlardan kitap, malzeme ve deneylerden örnekler getirir. Bu kişilere ışık tacirleri (Mercatores lucis) denir. Üçü kitaplardaki deneyleri uygulamaya sokar, bunlar yağmacılardır (Depraedatores). Üçü her tür mekanik ilim ve özgür sanat sahasında yapılmış deneylerden elde edilen verileri toplar, bunlar avcılardır (Venatores). Üçü yararlı olacağı düşünülen deneyler yapar, bunlar kazıcılar (Fossores) ya da maden işçileridir (Operatores in mineris). Üçü deneyleri başlıklar halinde kategorize eder ve levhalara dönüştürür, bunlar bölümleyicilerdir (Divisores). Üçü deney denetçisi olup deneylerin günlük yaşamdaki yararlarını araştırır, bu sayede doğal nedenlerin açıkça kanıtlanmasını sağlar ve açık bilgiye ulaşır, bunlar bağışçılardır (Euergetae). Bütün çalışanların bir araya gelip verilerini sunduğu ve açığa kavuşmuş bilgileri paylaştığı toplantıdan belli bir sonuca varan kişiler de üç kişidir, bunlara fenerler (Lampadae) denir. Üçü deneyleri uygulama alanında değerlendirir ve sonuçlara ilişkin bir rapor sunar, bunlar aşıcılardır (Insitores). Son olarak üçü doğada keşfedilen ve zaten açıkta olan bilgileri düşünüp aralarında ve diğer üyelerle tartışır, bunlar doğa yorumcularıdır (Interpretes naturae).

C.    Analiz

R. Serjeantson haklı olarak, “Bacon bir şeyle meşhur olduysa, o şey doğa bilimine olan ilgisidir” diyor.[24] “A. Bacon’da ‘İnsanın Krallığı’ Düşüncesi ve Bilgi Anlayışı” başlıklı bölümde de dile getirdiğimiz gibi, Bacon’ın Skolastisizmin ve onun takipçisi olan çağdaşlarının doğayla ilgili cehaletinden ve bu hallerinden memnunmuş gibi görünüyor olmalarından şikâyetçiydi.[25] Bu durumu düzeltme çabası olarak bir dizi eser kaleme aldı. The Advancement of Learning’de insanların doğa olayları, insan meseleleri ve kutsallıkla ilgili yanlış düşüncelerini sıralarken, Instauratio Magna (Büyük Yenileme) adlı eserinin bir kısmını oluşturan Novum Organum’da (Yeni Araç) doğa araştırmasının nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili genel bir şablon ortaya koydu. Silva Silvarum’da (Ürünlerin Ürünü) ise bizzat kendisinin yaptığı ya da okuduğu bin kadar doğa deneyinden bahsetti.

On yedinci yüzyılın İngiltere’sinden, On sekizinci yüzyıl Fransız Ansiklopedicileri ve On dokuzuncu yüzyıldaki W. Whewell gibi Baconcılar aracılığıyla yirminci yüzyıl bilim akademisine kadar hep doğa biliminin en seçkin temsilcilerinden sayılan Bacon’ın Nova Atlantis’teki Süleyman’ın Evi kapsamında sunduğu mekanik çalışmaları bilim olarak adlandırmak mümkün müdür? R. Serjeantson da bu soruyu soruyor, zira Bacon’ın döneminde, bugün anladığımız anlamda bir “bilim” anlayışı olduğunu söyleyemeyiz, onunkisi daha çok Renaissance’ta “uzun bir aradan sonra” kendisini gösteren scientia naturalis yani “doğa bilimi” ya da “doğa bilgisi” olarak adlandırılabilir.[26]

Peki, bu “doğa bilgisi”nin Nova Atlantis’teki görünümü nedir? Buna bir bilim eseri dersek, eserde gerçekte anlatılanı (hikâyeyi) es geçmiş oluruz. Yine Nova Atlantis’in yazarı olarak Bacon’a modern bilimi öngören bir düşünür (bir kâhin?) dersek, bu sefer de, onun eserlerini etkileyen Ortaçağ ve Renaissance geleneğini küçümsemiş oluruz, hatta R. Colie’ye göre, Nova Atlantis’te sergilenen bütün “numaralar” önceki çağlarda yazılmış eserlerden ve yapılmış çalışmalardan alınmıştır. Bazı yazarlara göreyse Bacon modern bilimi öngörürken aslında yaklaşmakta olan endüstri devriminin ve problemlerinin ayak seslerini duyuyordu.[27] Yine denilebilir ki, Bacon ilk etapta iki dünya savaşına sebebiyet veren, daha sonra da günümüzdeki birçok siyasî, ekonomik ve toplumsal sorunun baş-tetikleyicisi olan küresel emperyalizmin İngiliz siyasetindeki ilk kuramcılarındandı. Nitekim yukarıda da bahsettiğimiz gibi tanrısal ilhamın güdüleyiciliğine rağmen doğanın evrensel nedenleri üzerinde yoğunlaştığı için seküler nitelikli olarak değerlendirebileceğimiz “doğa araştırması” anlayışının mistik ya da hileli hiçbir yanı yoktur, tümüyle evrensel insan gereklerine dayanır. Bu yüzden gemiden inenler, adalıların ada-dışı (bilhassa Avrupa) tarafından bilinmeyip, ada-dışını çok iyi bilmelerinden ötürü, bu adada doğaüstü bir gücün egemen olup olmadığı konusunda şüpheye düştüğünde, onları adayla ilgili bilgilendiren adalı rahip ada-dışına (Hercules sütunları, Akdeniz, Atlantik, doğu denizlerinden Paguinus, Doğu Tataristan yakınındaki Hangzhou vb.) yaptıkları seyahatler sayesinde edindikleri bilgilerden ve malzemelerden söz ederek gelişmişliklerini bir ölçüde kâşiflikleri ve denizcilikleriyle ilişkilendirmiştir.

Öyle ya da böyle, Nova Atlantis’teki doğa araştırmalarının amacının doğayı sadece gözlemleyip anlamak değil, aynı zamanda onu “insan yararı için” değiştirmek ve kullanmak olduğu açıktır. Süleyman’ın Evi’ndeki çalışmaların hepsi uygulamada insanların işine yarayacak türdendir. Bu da, -doğayı kuramsal çerçevede ele alan öncekilere getirdiği eleştiriyi düşünürsek-, Bacon’ın diğer teorik kitaplarındaki bilim anlayışına uygun bir durumdur. Bacon’ın hem genel felsefe-bilim külliyatında, hem de Nova Atlantis’te doğaya ilişkin kuramsal çerçevedeki “genel deneyim” yerine doğa olaylarına ilişkin “tek tek özel deney” fikrini savunması, en azından kurgusal Nova Atlantis’te, ona, tek tek doğa olaylarına ilişkin deneylerinin insanların gündelik yaşamına ve devlete pratik faydalar sağlayabileceğini düşündürmüştür. Bu da, Nova Atlantis’i “mevcut toplum ve devlet düzeni”ni değiştirmek için, “gerçekte olmayan, yeni bir toplum ve devlet düzeni” önermek anlamına gelen ütopya kapsamına sokar. Bu eseri, Morus’un Utopia’sından ve Campanella’nın Civitas Solis’inden ayıransa, mevcut düzende değiştirilesi gördüğü unsurun, önce devletin ve iktisadî sistemin idaresi ya da sosyo-kültürel yapının kendisi değil, salt bilgi anlayışı olmasıdır. Bacon bu bilgi anlayışı değiştiği vakit, zaten diğer unsurların da değişeceğine inanıyor görünür. (Örneğin A. Boesky’ye göre Bacon’ın kafasındaki prototip Eskiçağ Roma’sıdır, onu modernize edip “bilimin gücünden beslenen bir yapı”ya dönüştürmek istemiştir.[28]) Nitekim yayıncı G. Rawley de, esere yazdığı önsözde, Bacon’ın bu eseri yazmaktaki amacının “doğayı yorumlamak üzere kurulan bir enstitüyü model olarak göstermek ve tanıtmak, ayrıca bu enstitünün yarattığı eserlerin büyüklüğünü ve gücünü gözler önüne sermek” olduğunu söyler.

Ancak şunu belirtmekte de fayda var: Bacon’ın elimizdeki mevcut metnine ve genel bilim anlayışına bakarak onun mevcut bilim anlayışına ters bir bilim idealini sergileme amacında olduğunu söylüyoruz, oysa G. Rawley’ın önsözde Bacon’ın “Yasalar ve En İyi Devlet Düzeni Üzerine” (De Legibus, sive de optimo civitatis statu) başlıklı bir eser yazmak istediği ancak hem bu projenin büyüklüğünden gözü korktuğu, hem de doğa araştırmaları ve bilim meselesini daha önemli gördüğü için Nova Atlantis’i elimizdeki şekliyle bıraktığı yazılıdır.


[1] R. S. Westfall, Modern Bilimin Oluşumu, Çev. İsmail Hakkı Duru, V Yayınları, Birinci Baskı Nisan 1987, s.131.

[2] R. S. Westfall, a.g.e., s.131. Bkz. F. Bacon, Novum Organum, Aphorismi De Interpretatione Naturae Et Regno LII; Valerius Terminus I.

[3] “Doğanın Yorumlanması ve İnsanın Krallığına Dair Aforizmalar”

[4] J. Marias, History of Philosophy, Çev. S. Appelbaum – C. C. Strowbridge, Courier Dover Publications, 1967, s.190.

[5] C. Cengiz Çevik, “Francis Bacon’da Bilgi Anlayışı Üzerine”, Kutadgubilig. Felsefe-Bilim Araştırmaları 15, Mart 2009, s.101.

[6] Novum Organum, Aphorismi De Interpretatione Naturae et Regno 1.

[7] Novum Organum, Aphorismi De Interpretatione Naturae et Regno 1: “… tantum facit et intelligit quantum de naturae ordine re vel mente observaverit”

[8] C. Cengiz Çevik, a.g.e., s.107.

[9] B. Vickers, “Francis Bacon and the Progress of Knowledge”, Journal of the History of Ideas, vol.53, No.3, Jul. – Sep. 1992 (University of Pennsylvania Press), s.502.

[10] A. Timuçin, Düşünce Tarihi 2, Bulut Yayınları, 5 .Baskı, İstanbul 2005, s.126; A. Cevizci, On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi, Asa Yayınları, 2. Basım, Bursa 2007, s.26.

[11] D. Bell, The Winding Passage: Sociological Essays and Journeys, Transaction Publishers, 1991, s.15.

[12] D. Bell, A.e.

[13] D. Bell, A.e.

[14] D. Bell, A.e.

[15] D. Bell, A.e.

[16] D. Bell, A.e., s.16.

[17] D. Bell, A.e.

[18] H. B. White, Peace Among the Willows: The Political Philosophy of Francis Bacon, Springer, 1968, s.135.

[19] F. Bacon, Yeni Atlantis, Çev. Ç. Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, Birinci Basım 2008, s.146.

[20] H. B. White, a.g.e, s.135.

[21] S. A. McKnight, The Religious Foundations of Francis Bacon’s Thought, University of Missouri Press, 2006, s.30.

[22] F. Bacon, Yeni Atlantis, Çev. Ç. Dürüşken…, s.145.

[23] Ayrıca bkz. English Literary Renaissance, vol 2, Indiana University, 1972, s.342.

[24] R. Serjeantson, “Natural Knowledge in the New Atlantis”, Francis Bacon’s New Atlantis: New Interdisciplinary Essays, Ed. by B. Price, Manchester University Press, 2002, s.82.

[25] R. Serjeantson, A.e.

[26] R. Serjeantson, A.e., s.83.

[27] R. Serjeantson, A.e., s.84.

[28] S. A. McKnight, a.g.e., s.28.

5 comments on “Bir Bilim Ütopyası olarak Yeni Atlantis

  1. peyami
    21/10/2011

    ben de bir kac gundur bu kitabi okuyordum. bendeki versiyonunun ingilizcesi buyuk olcude sadelestirilmedigi icin yavas da olsa okumaya devam ediyorum. ayrintilari kacirmaktan nefret ederim cunku.

    oncelikle gelenlerin Hiristiyan olmamasi durumunda adada boyle kabul edilip edilmeyecegi sorunuza kendimce cevap vermek isterim. yine yazinin ilerleyen bolumlerinde bahsettiiginiz gibi yabancilasmadan ve yabanci kulturlerden (muhtemelen dinlerden de) korkuldugu icin disa acilmaktan korktuklarina gore; ziyaretciler Hiristiyan olmasalardi bence adada kalamazlardi. en iyi ihtimalle biraz erzak ve ilac yardimi yapilip gitmeleri istenecekti diye dusunuyorum. zaten eserin yazildigi donemde de ozellikle avrupa`da diger inanislara karsi boyle bir hosgoru olmadigini dusunuyorum. cadi avlari, din savaslari ve osmanlinin (muslumanligin en buyuk temsilcisi) en guclu donemleri asagi yukari bu yillara denk geldigine gore Bacon mutlak bir hosgoruye inanmis olsa bile bunu kitabina yazamazdi diyorum.

    kitapla ilgili en cok merak ettigim seylerden birini burada firsat bulmusken sormak istiyorum. Yeni Atlantis once Latince yaziliyor; bir kac yil sonra ingilizceye cevriliyor Bacon tarafindan. bu iki kitabi karsilastirmis birisi ve varsa yorumu var midir ? cunku inaniyorum ki Bacon ingilizceye cevirirken veya direk ingilizce olarak yeniden yazarken goruslerini veya kucuk bazi noktalari degistirmis olabilir.

    Bacon, doneminin ve bence donemimizin en buyuk dusunurlerinden biridir. Sanmiyorum ki hayatinda tek bir anlamsiz cumle kursun. kitabin ilk kapaginda “a work unfinished” der. bunu eserin ilk baskisinin kapagina yazma ihtiyaci neden hissetmistir ? sizce eser ne zaman “finished” olacak veya oldu ? bence Bacon in bu utopyadan ziyade ulasilmasi nispeten kolay olan Atlantis`i kuruldugunda ve bilimde oncu oldugunda Atlantis kurulmus olacak. sanirim herkes biliyordur New Atlantis genelde Amerika Birlesik Devletleri `nin taslagidir diye kabul edilir pek cok kisi tarafindan. hatta Manly Palmer Hall; “founder fathers” dan bahsederken o toplantiya kimsenin tanimadigi gizemli bir kisinin girdigini ve kurulusa yon verdigini anlatir. bu kisinin de (inanilmasi guc ama) Francis Bacon oldugunu aktarir. gelinen noktada ben de pek cok insan gibi New Atlantis`in ABD olduguna inaniyorum. birebir istedigi sistem olmasa da buyuk oranda hayal ettiklerini tipki o ada gibi bir ada olan ABD de goruyoruz. en azindan bilim ve teknolojide lider durumda. yazida da bahsedilen kuresel emperyalizmin fikir babalarindan (belki de direk kuramcisi) Bacon; ABD nin bugun kuresel emperyalizmin generali oldugunu gorseydi mutlaka gozleri dolardi 🙂 kimbilir belki de goruyordur 🙂

    • jimi the kewl
      22/10/2011

      Bana kalırsa Adalıların Ada-dışından gelenlere karşı tutumunun düşmanca değil menfaatlere dayalı olduğu eserin devamındaki dış dünyaya (ya da dış dünyadan adaya) dönük ticarî girişimlerden anlaşılıyor. Bunun yanında, genel Bacon külliyatı xenophobia olarak yorumlayabileceğimiz düşmanca unsurlar barındırmıyor, onda öne çıkan temelde İngiliz Krallığı’nın ama son tahlilde batı medeniyetinin (hatta Macchiavelli çizgisinde soyut bir “devlet” anlayışının), Hıristiyanlık şemsiyesi altında (Sermones Fideles’teki “Dinde Birlik” başlıklı denemeye bakılabilir bu hususla ilgili olarak) diğer medeniyetlere üstünlüğüdür.

      Yine külliyat incelendiğinde, Bacon’ın hoşgörüden ne anladığı da ortaya konabilir. Yine bir merhamet algısı yaratmaya ya da onu savunmaya çalışsa da, bu algının evrensellik iddiası tartışmalıdır, Bacon daha çok Hıristiyan komünitesi içinde geçerli olan evrensel bir merhamet algısını savunur. Bu yaklaşımı da, zamanın şartları göz önünde tutulduğunda garipsenmemeli, zira Türk-İslam İmparatorluğuyla aşık atamayan Batı’nın en güçlü kalelerinden olan Anglo-Saxon dünyanın önemli bir temsilcisi olup, neredeyse tüm yaşamı boyunca kraliyetin ve dolayısıyla Avrupa Hıristiyanlığının savunucusuydu.

      Eserin Latincesiyle İngilizcesi arasında muhakkak anlam genişlemeleri ya da daralmaları olmalıdır, örneğin Wiki’de bir cümlenin çok daha literal bir şekilde İngilizceye aktarıldığı söyleniyor ama bu tarz yorumların “öznel” olduğu da göz önünde tutulmalıdır. Bu tarz küçük örnekler dışında büyük farklılıkların olacağını sanmıyorum, öyle olsaydı, Yeni Atlantis’le ilgili analizlerde muhakkak böyle “önemli” bir unsur atlanmazdı, zira her yorumcu daha önce başkalarının bulamadığı açığı ya da anlamı bulup çıkarmak ister, başka deyişle böyle bir şey olsa “bulup çıkarırlardı.” 🙂

      Eserin tamamlanmamış olmasıyla ilgili sorduğun sorunun cevabının Rawley’in yazdığı Önsözde saklı olduğunu düşünüyorum, zira o Önsözde (1) Bacon’ın bu eseri yazmaktaki amacının “doğayı yorumlamak üzere kurulan bir enstitüyü model olarak göstermek ve tanıtmak, ayrıca bu enstitünün yarattığı eserlerin büyüklüğünü ve gücünü gözler önüne sermek” olduğu yazılıdır. Dahası (2) -yazıma da aldığım gibi- “G. Rawley’ın önsözde Bacon’ın “Yasalar ve En İyi Devlet Düzeni Üzerine” (De Legibus, sive de optimo civitatis statu) başlıklı bir eser yazmak istediği ancak hem bu projenin büyüklüğünden gözü korktuğu, hem de doğa araştırmaları ve bilim meselesini daha önemli gördüğü için Nova Atlantis’i elimizdeki şekliyle bıraktığı yazılıdır.” Bu yüzden eserin İngilizcesindeki “a work unfinished” ifadesinin Bacon tarafından “derin bir anlamla” bilhassa konduğu düşünülemez, zaten eser İngilizceye Bacon öldükten sonra çevrilmiş.

      Ayrıca Manly Palmer Hall’u biliyorum, hatta Founder Fathers’la ilgili anlattığın hikâyeyi de. Eserin ABD’nin taslağını içerdiği, hatta Kraliçe Elizabeth tarafından böyle bir devlet planının çizilmesinin istendiği söylenir kimi okültçülerce. Ancak bu konuda tam emin olamayız sanıyorum, olabilen varsa bana da haber versin. 🙂

      ABD – küresel emperyalizm meselesiyle ilgili varsayımsal yaklaşımına katılıyorum, daha da öteye giderek sadece “scientia naturalis” denen doğa bilimi çerçevesinde değil, her açıdan dünyanın tam da Bacon’ın istediği gibi doğa sömürücüsü olduğunu söyleyebilirim. Hatta bir üstadımız üniversitede, “mevsim ya da iklim normalleri diye bir şey kalmamışsa, bu Bacon’ın halt yemesidir” demişti. Baconianları ya da ona bel bağlayan Gül-Haççıları üzen bir açıklamaydı. 🙂

    • peyami
      23/10/2011

      aslinda yaziyi kitabi bitirdikten sonra okuyacaktim ama merakima yenik dustum. zaten anladigim kadari ile spoiler icermiyor 🙂

      ben eseri Bacon`in kendisi ingilizceye cevirdi saniyordum. sizin uyarinizdan sonra nette de kontrol ettim ve olumunden hemen bir yil sonra cevrildigini ogrendim. o yuzden sordugum soruyu zaten siz curutmus oldunuz.

      daldan dala olacak ama Bacon 17.yy da boyle bir eser yazdigi sirada; donemin super gucu Osmanli catirdamaya baslamisti. hatta buna bir kitap, eser degil de “plan” demek daha dogru olur. 3, hatta 4 kitaya hukmeden bir imparatorlugun dusunsel faaliyetlerden cok kilicina onem vermesinin cezasini imparatorlugun tum halklari cekmis ve cekmektedir. gerci Francis Bacon`i Yeni Atlantis`e indirgemek buyuk hakaret olur ama aklima gelmisken yazayim dedim. zira kendisi zaten ‘bilimsel metodun’ fikir babasidir. sirf bu etiket bile her universiteye heykelinin dikilmesi icin yeter sebeptir.

      keske bir Bacon da bizden ciksaydi.

  2. peyami
    21/10/2011

    bahsettigim ilk baskinin kapagi :

  3. Geri bildirim: Orpheus ya da felsefe: Bir Bacon okuması | jimi the kewl resmi blog! (C. Cengiz Çevik)

Yorum bırakın