Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Evvelce blogda Stoacı Panaetius’un Roma’da nasıl Romalılardan çok Romalı olduğundan birçok defa (örneğin Ey Romalılar, Stoacı Panaetius ne etti size? başlıklı yazıda) bahsetmiştim, esasında bu konu Roma’nın res publica (kısmen “Cumhuriyet” denebilir) döneminin son bir buçuk yüzyılında deneyimlenen siyaset ve felsefe ilişkisine dair en önemli verilerden birini içeriyor. Bu veri Roma’nın bölgesel hakimiyeti kapsamında ona tabi olan Yunan kentlerinde yetişmiş entelektüellerin Yunan kültürünün baskın ve diğer kültürleri küçümseyici kimliğine rağmen Roma’nın siyasi egemenliği karşısında onunla uzlaşmak ve -Stoacılık nezdinde- ortodoks ilkelerden sapmak durumunda kalmış olmasıdır.
Bu çağların bir sorunudur, iktidar entelektüelleri satın almasını iyi bilir ya da en azından şöyle diyelim, iktidarda kimi entelektüellere (esasında örneğimizde filozoflara) cazip gelen bir şeyler vardır. Yunan felsefe tarihi bağlamında düşünürsek malum hikayede Büyük İskander karşısında deneyimlenen kinik umursamazlık ziyadesiyle istisnadır, benzeri çok ama çok azdır; aksi yöndeki, iktidarın filozofu etkisi altına aldığı minvalindeki anlatılar bu tarihin farklı dönemlerine hakim olmuştur. Hatta denebilir ki politika çerçevesinde düşünülebilecek kimi toplum ve devlet okumaları büyük ölçüde ortaya çıktıkları dönemin iktidar çevrelerinin etkisi altındadır. Panaetius bunun apaçık örneğidir, ancak öğrencisi olan Posidonius’un durumu biraz karışıktır.
Rodoslu Posidonius (İ.Ö.135-51) Roma’nın ve Akdeniz dünyasının tarihini ele aldığı bir eser kaleme almıştı. Bu eser muhtemelen İ.Ö. 85-60 yılları arasında yazıldı ve içeriğindeki tarih Polybius’un kendi tarih metninde bıraktığı yerden, yani İ.Ö. 146/5 yılı olaylarından başlıyor İ.Ö. 86/5 yılı olaylarında sonlanıyordu. Eser sadece Polybius’un anlattığı tarihin değil, aynı zamanda onun metnindeki siyaset teorisinin de devamını getiriyordu. Şöyle ki, Polybius, malumunuz blogda sıkça ele aldım, eserinde Roma’daki karma siyasi yapının (monarşi, aristokrasi ve demokrasi bileşimi) olabilecek en iyi siyasi yapı olduğunu savunuyor ve Panaetius gibi o da Roma’nın bölgesel hakimiyetini meşru kılıyor görünüyordu. Ancak Romayı yücelten ve meşru gören bu tavrına diğer bütün siyasi yapılarda olduğu gibi karamsar sayılabilecek bir gelecek atfediyor ve Roma devletinin de bu harikulade sistemine rağmen çökeceğini düşünüyordu. Gerekçesi ise basitti: büyüyüp gelişen her şey bir gün çürür ve azalarak biter. “Stoacı” olarak kodlayabileceğimiz bu yaklaşımı Panaetius’un öğrencisi olan Posidonius tarafından da savunulmuş olabileceğini düşünmek şaşırtıcı olmaz değil mi? Evet, o da kendi tarih metninde aynı düşünceyi makul buluyor ama bir farklılıkla: Posidonius Polybius’un öngördüğü çöküşü gözleriyle görmese de, onun gerçekleşmiş olduğu dönemden sonra yaşamıştı, başka deyişle Polybius’un öngördüğü “kaçınılmaz” olan tarihsel olayın gerçekleştiğini biliyordu.
Yukarıda filozofun iktidarla ilişkisi bağlamında durumunun biraz karışık olduğunu söylemiştim, ancak şurası açık ki, Posidonius hocası Panaetius gibi doğanın sadece bireyleri değil, aynı zamanda kavim ve devletleri de üstünlük derecesine göre sınıflandırdığı kanaatini taşıyordu. Nasıl ki bazı insanlar diğerlerine göre bedensel ve zihinsel açıdan daha üstünse, bazı kavim ve devletler de diğerlerine göre aynı açılardan daha üstündür. Posidonius’a göre taraflara düşen doğanın kendilerine bahşettiği duruma uygun davranmaktır, yani güçlü olan yönetecek, zayıf olan da ona itaat edecektir. Ancak bu varsayım güçlü olanın zayıf olanı ezerek yönetmesi anlamını taşımaz, aksine güçlü olan zayıf olanın yararını gözeterek, onu koruyarak yönetmelidir. Posidonius’tan kalan fragmanlardan birine göre, böyle olması durumunda zayıf olan güçlü olana güvenle itaat eder ve isyana kalkışmaz (Fr. 284.5, Edelstein-Kidd). Bunun tarih boyunca birçok örneği olduğunu düşünüyordu Posidonius. Örneğin Mariandynoi kavmi kendini yönetmekten acizdi, dolayısıyla ihtiyaçlarını karşılaması koşuluyla Herakleotes kavminin boyunduruğuna girmişti (Fr. 60, Edelstein-Kidd). Keza Khersonesos kenti de evvelce bağımsız olmasına rağmen Skythialılara karşı kendilerini korusun diye 6. Mithridates tarafından yönetilmek istemişti (Fr. 263, Edelstein-Kidd). Ona göre böyle başka örnekler de bulunabilir.
Posidonius bu noktada bizi ilgilendiren başka bir hususa dikkat çekiyor. Nasıl ki Scipio Aemilianus doğu Akdeniz seferinde Panaetius’un kendisine eşlik etmesini sağladıysa, aynı şekilde her lider filozoflardan fikir almalıdır (Fr. 254, Edelstein-Kidd). D. W. Baronowski o çok önemli çalışmasında (Polybius and Roman Imperialism, 2011: 56) Posidonius’un bu iyilikseverlik anlayışıyla siyasi liderlere ve emperyalist güçlere bir ahlaki yükümlülük ve zorunlu bir pratik yüklediğini söyler. Romalı liderler evvelce bu yükümlülüğü yerine getirmişse de, sonradan bozulmalar olmuş ve bu bozulmalar Polybius’un öngördüğü siyasi yapıdaki çöküşün görünen nedeni olmuştur. Nitekim Scipio Aemilianus’un dönemine kadar Romalılar düşmanlarına, müttefiklerine ve tabilerine karşı ölçülü davranıyordu, ancak bu dönemde Kartaca’yı yıkan Romalıların Kartacalılara ve kente muamelesi oldukça serttir. Bir daha ayağa kalkmasın diye, kentte taş üstünde taş koymayarak yakıp yıkmışlardır. Kişisel olarak da Scipio doğu Akdeniz seferinde yanında sadece beş köle taşımıştır, Posidonius’a göre bu bile ölçülü tavrın örneğidir ama sonraki Romalı liderler bunda da ölçüyü kaçırmıştır.
Sadece Romalı liderler de değil, Posidonius’a göre, Sicilia’da başgösteren ilk köle isyanının (İ.Ö. 139-132) baş nedenlerinden olan zengin, toprak sahibi Damophilus da bu bozulmanın örneklerinden birini oluşturur. Damophilus kölelerine kötü davranmakla Posidonius’un yukarıda bahsettiğimiz doğanın güçlü olanlara verdiği korumacı yönetim ilkesini ihlal etmiştir. Bu sadece bir bireyin ahlak düşüklüğünün değil, aynı zamanda aristokratların kusurlu politik anlayışının da bir örneğidir. (Bkz. Fr. 59, Edelstein-Kidd; Diodorus Sic. 34/35.2; 34/35.8.11) Posidonius sadece bir kişiyi değil, topyekun bir sınıfı, yani aristokrasiyi suçlamaktadır.
Bu konuya devam edeceğim, şimdilik burada kesiyorum.