Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Salisbury’li John’a göre kısaca kral – tiran meselesi

Önceki post‘ta Salisbury’li John’un “Tiran” tanımından bir parça sunmuştum. 1110-1180 tarihleri arasında yaşamış olan Salisbury’li John (Latincesiyle Ioannes Saresberiensis ve bundan sonra yazı boyunca “John”) genelde Ortaçağ’ın ilk önemli siyaset metni olarak kabul edilen Policraticus adlı metninde özellikle de kral ile tiran arasında yaptığı ayrımla dikkat çeker. Eserin adından hareketle “başka ne olacağıdı” diyenler de olabilir, zira ben de evvelce Twitter’da eserin adını parantez içinde “Devlet adamı” olarak vermiştim. Ancak bu çevirinin Policraticus‘u tam karşılamadığını belirtmeliyim, zira kelimenin başındaki poli-‘nin “çok” anlamındaki πολύς’u mu, yoksa “kent-devlet” anlamındaki πόλις’i mi imlediği belirsizdir, sondaki –craticus ise “güç, iktidar” anlamındaki κράτος’tan gelen, –ic– ekiyle ona özgü’lüğü imliyor, yani “Çoğunluğun iktidarına özgü” ya da “kent-devletin iktidarına özgü” gibi bir anlama sahip. İkincisinin olması zor, zira eser boyunca konu edilen belli bir kent-devlet değil, daha çok -Augustinus’un eserine atıfla- Tanrı’nın yüce devleti ve yeryüzündeki krallıkların Kilise’yle olan ilişkisi, dolayısıyla Luscombe’nin de bildirdiği gibi (“John of Salisbury and Courtiers’ Trifles”. Rulership and Rebellion in the Anglo-Norman World, c.1066–c.1216. Ed. D. Luscombe – P. Dalton. Ashgate Pub. 2015: 148) tam çevrilemeyen ama anlamını kestirebildiğimiz, belirsiz bir adla karşı karşıyayız. Başını atarak kısaca “iktidar üzerine” diyelim, en azından bu hatalı değil.

Salisbury'li JohnEserin içeriğine baktığımızda ustalıklı bir dille karşılaşıyoruz, bu dile ilişkin ikincil yorumları okumadan önceki ilk izlenimim eserde oldukça kısa ve vurucu ifadelerle etki dozunun arttırılmış olduğuydu. “Kral şöyledir, tiran ise şöyledir” gibi kısa ifadelerle karşıtlıklar vurgulanıyor ve kimileyin “tiranın zehirli bir kökü vardır… tiren çoğun öldürülmelidir” gibi net ve iddialı çıkarımlar öne çıkarılıyor. John lafı dolandırmayan ve söylemek istediğini söyleyip kenara çekilen bir Kilise vaizi gibi. Daha sonra metinle ilgili yorumlara bakınca, birçok analizcinin aynı hususa dikkat çektiğini gördüm. Genelde varılan yargı John’un kralın iktidarı üzerindeki asıl kutsal iktidarı olabildiğince güçlü bir şekilde vurgulamayı istemesidir. Bu kutsal iktidar elbette ki Tanrı’nın iktidarıdır.

John’a göre istikrarlı bir toplum Tanrı’nın bir lütfudur. Kral bu lütfun temel uygulayıcısı olarak bedenin (=toplum) başı, din adamları ve Kilise ruhu, meclis kalbi, yargıçlar ve valiler gözleri, kulakları ve dili ve çiftçiler ayaklarıdır. Bütün bu organlar sistematik bir şekilde çalıştığında beden (=toplum) sağlıklı bir şekilde yaşar, aksi halde zamanla çürüyüp ölür. Yukarıda bahsettiğimiz kral ile tiran arasındaki kıyas toplumun sağlıklı yaşaması için öncelikli koşulu vurgulamayı amaçlar, bu koşul, ne olursa olsun kralın Tanrı’ya ve elbette onun yeryüzündeki kişi/kurumlarına boyun eğmesidir. Aksi halde kral kral değil, tiran olur. John’a göre kralın tiranlaşmasının apaçık göstergesi Tanrı’nın bir lütfu olan (bunun klasik tartışmadaki izdüşümü “yasa doğadan gelir” varsayımıdır) yasalara riayet etmemesi, halkı zorbalıkla yönetmesi, kendisini halkın efendisi, halkı da köle olarak görmesidir. Oysa gerçek bir kral toplumu bir bütün olarak görür ve onun farklı katmanlarındaki sorunları bir yük gibi sırtında taşır.

Tiran ise aksine, kendi varlığıyla toplumun sırtındaki yüktür, bu haliyle Tanrı’nın lütfunu suistimal etmiştir. Kral Tanrı’nın lütfunu kötülerin cezalandırılmasını, iyilerin ise ödüllendirilmesini sağlayarak taçlandırır, iyi ile kötünün layık olduğu neyse onlara onun verilmesi gerekir, Tanrı’nın istediği budur. Tanrı Kral’a yetkilerinin ancak adalet ile sınırlandırıldığında lütfun gerçek değerinin bilineceğini söyler. Ama nerede? John’a göre, elbette Kutsal Kitap’ta, Kilise ayinlerinde ve din adamları ile kurumlarının aldığı kararlar ve bildirdiği görüşlerde.

John’a göre kralın elindeki, cezalandırma işlevini simgeleyen kılıç Kilise’nin eliyle ona verilmiştir ve bu kılıç kana bulanmamış haldedir, temizdir, onu gerektiğinde kana bulamak kralın görevidir. Başka deyişle kral Kilise’nin işini yapar, onun minister‘i yani kölesi/çalışanıdır. Yukarıda sağlıklı işleyen toplumda Kilise’nin ruhu temsil ettiğini söylemiştik, ruh ve beden karşıtlığı bağlamında düşünülürse, sınırlı yeryüzü yaşamına bağlı olan bedenin ebediyeti deneyimleyen ruh karşısındaki acziyeti burada bir önvarsayım olarak bulunur ve Kilise bu konumlandırmada kralın üzerindeki asıl otorite olan Tanrı’nın temsil alanını oluşturur. Eğer kral yukarıda ulaşma araçlarını aktardığımız dinsel buyruklara boyun eğerse yeryüzündeki bu sınırlı yaşamın tam da Tanrı’nın istediği türde idare edilmesini sağlamış olur.

Tekrarlarsak, John’a göre, kral Kilise’nin ve elbette Tanrı’nın kölesidir, liderin kendisini efendi görüp halka kendi yasalarıyla hükmetmesinin niçin onu tiran kıldığı sorusunun cevabını burada buluruz. Lider Kilise aracılığıyla Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmediği, kendisini tek iktidar gördüğü için tiran olur, bu da yukarıda da söylendiği üzere, tanrısal lütfun suistimal edilmesi anlamını taşır. Kuşkusuz Thomas Aquinas gibi John da salt teolojik bir gerekçeyle değil, toplumun esenliği için de liderin tiranlaşmasının zararlı olduğunu düşünüyordu, ancak bu düşünce son kertede teolojik bir anlam ifade ediyordu, zira teolojik perspektifte Tanrı’nın kusursuz yasasının bozulması toplumun zararınadır, dolayısıyla öncelik toplumun uğrayacağı zararı değil, bu yasanın bozulmaması gerekliliğini vurgulamaktadır. Bununla birlikte John ile Thomas Aquinas arasında bu konuya ilişkin bazı benzerlik ve ayrışmalar vardır, örneğin her ikisi de tek adam rejiminin yani monarşinin en iyi rejim olduğunu kabul etse de, hangi rejimin tiranlaşmayı <daha iyi> önleyebileceği konusunda hemfikir değillerdir, John monarşik düzenin kendi kurumlarıyla birlikte tiranlaşmayı engelleyebileceğini varsayarken, Thomas Aquinas monarşi ve oligarşinin tiranlaşmanın önünde duramayacağını, kolektif ve toplumsal bir çabanın gerekli olduğunu savunur (ancak tam ters şekilde Caesar’ın öldürülmesini bir komplo olarak yorumlar), tiranın teolojik kötülüğünde ise açıkça uzlaşırlar.

Önceki post’ta çeviriyi sunduktan sonra kısa bir açıklama yapmak istedim, bu yazının amacı budur. Ortaçağ filozof ve ekollerinin siyaset anlayışları benim çalışma alanıma girse de, yoğunluğumdan ötürü bu konuda paylaşım yapamıyordum. Bundan sonra ara ara bu alana da uğramak istiyorum, Türkiye’de fazla üzerinde durulmamış olan bu alana bazen çeviri, bazen özet/yorum ile katkı sağlamak istiyorum. Soru, görüş ve katkı için yazıların altına yorum eklerseniz iyi olur, “yok ben dm’den yorumlayacağım” derseniz, jengiz gmail com email adresine beklerim.

Yorum bırakın

Information

This entry was posted on 24/06/2015 by in Felsefe - bilim and tagged , , , , , , , , , .