Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Bilim dili olarak Latince mi?

Bilim_KulturBir hafta kadar önce Türk Tarih Kurumu’ndan çıkan “Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe” başlıklı toplama eseri edindim. Hem konuyla ilgiliyim, hem de içinde çok merak ettiğim bir hocanın da yazısı var, Ord. Prof. Aydın Sayılı. Kendisini “Copernicus and his monumental work” başlıklı çalışmasından biliyorum, Copernicus çalıştığım dönemde çok merak ettiğim ama bir türlü ulaşamadığım bir eserdi. (Aslında kütüphanede mevcut, tembelliğime yorun.) Onun dışında bu toplama eserde diğer makaleler de ilgimi çekti, okumaya başladım. (İçindekiler bölümü için buraya bkz.)

Makalelerden birinde burada paylaşmalık, ilginç bir çıkarımla karşılaştım. Makale Ord. Prof. Aydın Sayılı’nın yanında yetişmiş ve Wiki sayfasından öğrendiğim kadarıyla daha çok Osmanlı astronomisi olan Prof. Dr. Sevim Tekeli‘ye ait ve “Bilim Dillerinin Tarihsel Gelişimlerine Bir Bakış”  başlığını taşıyor.  Olay benim açımdan yazarın s.230’da şöyle demesiyle başlıyor:

“Bir zamanlar bilim ve edebiyatta ölmez yapıtları ortaya koyan Romalılar İmparatorluğun çöküşü ile tam bir karanlığa itildiler. Kendi başına bırakılan dilleri giderek bilim dili olma niteliğini yitirdi.”

Buradaki temel problem Latincenin bilim dili olması ya da olmaktan çıkması ile Roma İmparatorluğu’nun varlığı ve yıkılışı arasındaki ilişkinin burada varsayıldığı gibi olmamasıdır. Bu problem de iki yanlış varsayıma dayanıyor: 1) Romalılar bilim ve edebiyatta ölmez yapıtlar (Latinceyle yazılmış) ortaya koyduğu için Latince bilim dili oldu. 2) Roma yıkıldıktan sonra -doğal olarak- Latince bilim dili olmaktan çıktı.

Birinci varsayım kökten yanlış, zira cumhuriyet ve imparatorluk dönemlerinde Latinceyle yazılmış edebî eserler olmakla birlikte bilim eserleri yok denecek kadar azdır. Asıl bilim eserleri gerek Roma’dan önce, gerekse Roma’nın egemenliği döneminde Yunanca yazılmıştır. Bilim tarihine kronolojik olarak bakarsak presokratiklerden Aristoteles ve Theophrastus’a kadar bilimsel sayabileceğimiz eserler, yazarlarının Yunan olmasından ve yaşadıkları kültür çevresinden ötürü doğal olarak Yunanca yazılmıştır. İskender’in Mısır, Asia Minor (Anadolu) ve Persia’ya Yunan kültürünü taşımasıyla birlikte başlayan Helenistik dönemde de Herophilus, Archimedes, Hipparchus ve daha nicelerinin bilim dili yine Yunancadır. Roma döneminde ise Yaşlı Plinius’un doksografik metni olan Naturalis Historia, Galenus’un tıp metinleri ve belki Vitruvius’un De Architectura‘sı (Mimarlık Üzerine) dışında Yunanca yazılmış eski bilim metinleriyle kıyaslanabilecek Latince metin bulmak imkânsızdır.  İmparatorluğun ilk iki yüzyılında yaşamış olan Ptolemaeus’un Almagesta‘sı Renaissance döneminde yaşamış olan Copernicus’a gelinceye değin yermerkezli evren görüşünün temel metni sayılmış ama Yunanca yazılmıştır, yani Romalılar döneminde “bilim dili”nin Latince olduğu yönündeki iddia bu örnekle bile çürütülebilir.

Bu noktada Romalı entelektüellerin Yunan örnekleri gibi bilimsel çalışmalara ilgi duymadığını da vurgulamak gerek. Hine da kendisiyle yapmış olduğum söyleşide bu konuya değinmişti, alıntılamak faydalı olacaktır:

bilim’ kelimesinin klâsik dünyada ne kadar geçerli olduğu tartışmaya açıktır, buna karşın Yunanların bilimin belli alanlarında büyük katkıları olduğunu da söyleyebiliriz, özellikle de astronomi, tıp ve hatta matematikte. Romalıların ise çoğu kere bilimsel sahalardan ziyade teknolojide yeteneğinin ve ilgisinin olduğu görülür. Fakat Roma’da durum yine de fazlasıyla karışıktır. Örneğin Romalıların neden normal bir şekilde tıp, matematik ya da mimarlıkla uğraşmadığına ilişkin sosyal gerekçeleri vardı, bu alanlarda kölelere ve yabancılara bel bağlıyorlardı. Buna karşılık Roma İmparatorluğu ve Roma himayesi, Galenus gibi saygın bir tıp adamının ve Ptolemaeus gibi saygın bir matematikçi, gökbilimcinin yetişebildiği bir ortam yarattı. Buna karşılık Romalıların diğer sahalardaki doğa âlemiyle ilişkisi uzun bir geleneğe dayanıyordu: Tarım bu sahalardan biridir, bu konuda yazılmış farklı Romalı metinleri vardır. Ayrıca dinî devlet sisteminde din adamlarından bazıları, halkın geneli için tehdit edici ya da ürkütücü olan, alışılmadık fizikî görüngülerle ilgileniyordu, örneğin depremlerle, insanlara veyahut binalara düşen yıldırımlarla, kıtlıklarla, salgın hastalıklarla, Güneş ve Ay tutulmalarıyla, kuyrukluyıldızlarla vb. Bunlar gelenekçe alâmetler (prodigia) olarak tanımlanıyordu, yani tanrıların hoşnutsuzluğunun göstergeleri; dahası dinî gelenek, tanrıların neden olduğu düşünülen bu saldırının kefaretle geri püskürtülmesi ve böylece kaygılı, korkmuş halkın teskin edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Lucretius da, Seneca da geleneksel dini fazlasıyla ilgilendiren bu görüngülerden bazılarına fazlasıyla yer ayırmıştır, fakat her ikisi de aklî, fizikî açıklamalar sunmuş ve bunların kızgın tanrıların işleri olmadığını iddia ederek, geleneksel dine göre değil, aklî ve felsefî tarzda güvenceler vermiştir.

Anlaşılan o ki, Romalılar bilimsel metin yazmakla değil, bilimsel metin yazanlara (bilhassa Ptolemaeus gibi Yunanlara) imkân tanımakla ilgilenmiştir. Bu da Roma’nın hegemonik yapısının koruyucu karakteriyle ilişkilendirilebilir bir durum olduğundan şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte yukarıda bahsettiğimiz Plinius, Galenus ve Vitruvius gibi isimlerin bilimsel sayılabilecek metinleri de tümüyle Yunan etkisinden kurtulmuş değildir, Latin edebiyatının tüm türlerinde olduğu gibi bilimsel yazımda da Yunan kültür ve birikimi yanında dilsel gelenek terminolojik altyapının oluşmasını sağlamıştır. Son kertede ismi geçen yazarlardaki ya da başka yazarların fragman değeri taşıyan aktarımlarındaki bilimselliğin temelde Yunan bilim geleneğine dayandığını söylemek durumundayız.

Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla Latincenin bilim dili hüviyetini kaybettiği iddiası “Latince bilim dilidir” önermesiyle geleneksel olarak neyin kast edildiğini de tartışmamızı gerektiriyor.

Roma üçüncü yüzyılda doğu ve batı olmak üzere iki farklı dünyayla temsil ediliyordu, birincisinde baskın olan dil Yunancayken, ikincisinde Latince egemendi. Yunanca yazılmış bilimsel metinler batıdaki Latince yazan ve konuşan entelektüellere ulaşsa da ilgi uyandırmıyordu. Yunan metinlerin ve doğal olarak farklı sahalara ilişkin bilimsel terminolojilerin Latinceleştirilmesi aslen dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda Yunancadan Arapçaya, ondan da Latinceye yapılan çeviriler sayesinde olmuştur. Latince sadece Roma’nın değil, Yunan’ın kültür birikiminin de geleceğe taşınması görevini sırtlanmıştır. Böylece felsefe-bilimle ya da sanat ve edebiyatla uğraşan Avrupalılar için Latince hem Yunan, hem de Roma kültürünün öğrenilmesi ve bu ilk örnekliklerin edinilmesi için gerekli bir unsur olmuştur. Kilise dilinin Latince olması da önemlidir; din birliği için Latinceyi bilmek ortak dinî duygulanımın şartı olmuştur. Dolayısıyla seküler ya da dinî, batılı dünyanın düşünce dili Roma’nın siyasî hegemonyasının ortadan kalkmasından bağımsız olarak Latince olmuştur.

Daha başka şeyler de söylenebilir ama burada kesiyorum, zira çok da malum olmayan bir konu değil, akıl yoluyla bile çürütülebilir bir hata üzerine detaylı örnek vermek hamallıktır. Bu kadar hamallık yetmez mi?

Yorum bırakın

Information

This entry was posted on 28/05/2014 by in Felsefe - bilim, Genel and tagged , , , , .