>İkitelli yağması!
>
Ahlâkî olan ile legal olan bazen örtüşmez, bu yağma durumu da bunun göstergesi. Legal olandan kastım da “yağma” teriminden anlaşılan gerekçeli hırsızlığın burada geçerli olmaması elbette (Yağma: birçok kişinin zor kullanarak ele geçirdikleri malı alıp kaçması.
http://tdkterim.gov.tr/…ilst&kelime=ya%f0ma&ayn=tam); ancak son kertede manzarayı oluşturan insanların ahlâkî bir tutum içinde olduğunu da söyleyemeyiz.
Burada üç aşağı beş yukarı iki farklı bakış açısının ortaya çıktığı aşikâr: 1. Zaten sele kapılıp heder olacak malların garibanlar tarafından paylaşılmasında bir sıkıntı yok. Mal sahibi için, kayıp zaten kayıptır. 2. Zaten sele kapılıp heder olacak olsalar bile malların sahipleri, o mallar üzerindeki haklarını kaybet

mediklerinden ötürü, hâlâ mal sahibidir; o hâlde kimse o mallara dokunamaz. İkisine de aynı anda bakalım.
Her şeyden evvel şunu söylemeliyim ki, anarşistçe bir eylem gerçekleştirilmiş ya da böyle bir tutum içinde olunmuş gibi bir manzara görmüyorum. Kesilen kurban sonrası ortalıkta bırakılan sakatata üşüşen sinekleri andıran bir insan kalabalığı görüyorum. Bu insanlar trafik kazasının olduğu muhitten geçerken arabadan saçılan kap kacağa da gözünü diker, insan organlarına da. “Hazır ölmüşler, şunların organlarını söküp çıkaralım; kendisine organ bağışlanmamış fakir fukaraya hizmet olur” demek de mümkün böyle bir durumda. 9 Eylül 2009 yağmasına uyarlarsak bunu. “Nasılsa sele kapılan adam öldü, bari iç organları işe yarasın” da denebilir o hâlde; “nasılsa heder olacak” fikri yığınların her şeyi yapabilmesine olanak tanır. “Nasılsa ölmüş… bari cinsel açlığımı da gidereyim şunun üstünde” denip cansız bedene tecavüz eden bile çıkar. “Nasılsa heder olmuş” düşüncesinin garibanların garibanlığını tümden ortadan kaldıracak bir mal edinimiyle neticelenebileceğini de sanmıyorum; yukarıdaki manzarada yediği darbelerden ve içtiği sel sularından ötürü bir daha çalışıp çalışmayacağı bile belli olmayan ütüye, böyle bir ortamda ne kadar mikroplandığını bile anlayamayacağımız kap kacağa üşüşen garibanlar bu üşüşme eylemi gerçekleşmeseydi akşam aç kalmayacaklar ya da evleri yokluktan cinnete tanıklık etmeyecekti. Bu bildiğin ütü ya da tabak, çanak vs. Biraz zorlasan onlar olmadan da yaşayabileceğin bir dünya tasarlayabilirsin; o kadar, olsa da olur olmasa da olur mallar.
“Nasılsa heder olmuş… evime götüreyim” diyerek başkalarının mallarına göz dikenlerin bu denli küçük şeylere karşı bile tamahkâr oluşu dipte kaynayan zengin ile fakir farkından doğabiilecek iç isyanlara ilişkin bazı ön-emareler sunuyor. Dahası da var, seçim öncesi kömür dağıtan partiyi eleştirenlere karşılık geliştirilen “sen hiç bir kışı kömürsüz geçirdin mi… fakirliği bilir misin… bebeğin hiç soğuktan öldü mü… alacaklar tabi...” karşı-eleştirisinde de aynı durum geçerliydi. Gariban garibanlığını öne sürerek her şeyi yapabilirdi; böyle durumlarda ahlâkî tutuma ilişkin bir çıkarım ya da tespit yapmak da mümkün değilmiş gibi hissettirilirdi. Öyle ya, insan kömürsüz yapamayacağı gibi, başkasına ait olmasına rağmen “zaten heder olduğu için” bir mala göz dikebilirdi. Felâketten arda kalan mallara üşüşmek ya da vatandaşlık görevinin bir parçası sayılan oyu satmak, sadece garibanlığa bağlandığı için gariban olmayanlar tarafından eleştirilemez aksi yönde bir ideal geliştirilemezmiş gibi bir hava da hafiften estiriliyor. Oysa böyle bir felâketten geriye kalan mala göz dikmenin doğasında garibanlığı çok çok aşan bir başka bir durum söz konusu:
Ne alt-yapısı alt-yapı, ne üst-yapısı üst-yapı olabilmiş bir mega-kentin ortasında, kentli gibi olmayan ve öyle yaşamayan yığınlar her an kendi gerekçeleriyle başkalarının can ve mal güvenliğini tehlikeye atabilir. Ne kent kent gibi, ne de kentli kentli gibi. Bu istanbul’un ne kadar güven yoksunu bir kent haline dönüştüğünün karînesi; burada deprem olsa canınızla birlikte malınızı da korumak zorunda olduğunuzu düşünmek durumundasınız. Sele kapılıp giderken çantanızı da kollamalısınız. “
Ya ölmez de sağ kalırsam…?” düşüncesini ölürken bile aklınızdan geçirmek zorundasınız, çünkü siz can çekişirken birileri dışarda saçılan cüzdanınızdaki paraları sayıyordur. Ölmeseniz bile, ölmüşsünüz gibi kabul edilebilme riskinin her daim bulunduğu bir kentin, insan alt-yapısının da çürük olduğunu başka bir olay daha iyi gösteremezdi.
Olaya ilişkin Nezih Uzel’den okunası bir yazı ve bir de şiir:
http://www.nezihuzel.com/index.php/2009/09/12/olum-getiren-su/
http://www.nezihuzel.com/index.php/2009/09/11/dere-ocunu-aldi/
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
>Anneme sordum, cahillik oğlum, dedi. Öyle mi? Yağmur yağınca ana yolların dere, evlerin kapalı havuz, çukurların gölet olmasının nedeni cahillik mi?Cahil bırakılmış bir halk mı, oradan mı doğuyor tüm ahlaksızlık ve düzensizlik?Demişsin zaten, ne kent kent, ne kentli kentli… Ama neden ki, bunu merak ediyorum, sırf cahillik mi?Acı.
>Cahil desem cahil değil giden kendi malı olsa nasıl tepki vereceğini bilen insanlar dahi değiller. Tamamen egoistlik. Ama bu egoizmi doğuranlarda en az o insanlar kadar suçlu.