Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

İsmail Ersevim, Mit (Mitos-Myth) Üzerine…

Prof. Dr. İsmail Ersevim,

Faust’a Psikanalitik Bir Bakış’tan (Mitolojik-Antropolojik Yaklaşım)

M i t (Mitos – Myth), psikodinamik anlamda, sıradışı ve olağanüs­tü öyküler, masallar olarak ifade edilen, fakat aslında bilinçötesi arzu ya da korkuları temsil eden öğelerdir. Bunlar, ‘efsane’ (legend) olmuş büyük şöhretlerden farklı olarak, kitle tarafından çok daha inançlı, her şeyin üstünde ve ‘yok edilemez’ olarak benimsenir.

Mit’ler, rüyalarda olduğu gibi, simgesel değişim ve genişletilme­lerle birlikte görülür. Bu şekildeki ‘gizleme’nin emeli, arzu ya da kor-ku’nun, duygusal (emotional) kuvvetini azaltmaktır; çünkü, arzular, genellikle suçluluk duygusu yaratabilir ve sonuçta ortaya çıkacak kor­kular başedilemeyecek, üzücü bir olay olarak algılanabilir ya da kişi­nin güvenliğine veya yaşam grubunun koşullarına aykırı düşebilir. Ay­nı deyişle, mit’ler, ortaya çıkmaksızın, simgesel olarak, süregelen duy­gusal gereksinimlere doyum sağlamak zorundadır.

Büyük antropolojist Joseph Campbell’e göre, mitlerin oluşumunda rol oynayan öğeler şunlardır:

1)Beynindeki korteks gelişimi ile, zekâ ve yargılama yetenek­lerine sahip olan insanın “ölümlülüğünü bilmesi(The Recognition of His Own Mortality);

2)Sosyal Düzenin Devamı(The Endurance of the Social Order): İnsanoğlu gelip gidiyor, fakat ‘toplum’, koşullar ne olursa olsun, baki kalıyor. Demek ki, yaşam kuralları ne ge­tirirse getirsin, insanlar ortama uymak zorundadırlar. Bu uyumluluk da, ancak birtakım “Savunma Mekanizmaları(Defense Mechanisms) ve “Uzlaşma(Reconciliation) saye­sinde olmaktadır. Bu nedenle, “mit” oluşumuna, “ölüm“e karşı bir savunma mekanizması olarak bakılabilir. (Afrikalı bir yerlinin timsahlarla dolu bir nehirde, ölüm korkusu ol­maksızın yüzebilmesi için “mitik” bir gölge ruhu (mystic participation) yaratarak timsahlarla kardeş olduğuna kendi­ni inandırdığından daha önceden bahsetmiştik. Yine, Antik Yunan’da ve Mısırlılarda “ölümsüzlüğü garantileme” yolla­rından birinin tanrılarla evlenmeyi seçme olduğu gibi.)

3) İnsanoğlu’nun “Evreni Gözlemlemesi ve Anlayışı(Mankind’s Observation and Understanding ofthe Universe): Ge­rek gözle ve gerekse kendisinin mükemmelleştirdiği araçlar­la insan evren’i gözlemler; günlerin, gece ve gündüzün, mevsimlerin, güneş ve ay tutulmalarının düzenli bir şekilde yinelenmesinden, hayatta bir düzen olduğunu algılar. Bu düzen’in ilkelerini hem filozofik ve hem de uzay yönünden bi­limsel olarak araştırma yetilerine sahiptir. Bu nedenlerle, “Belki bir gün, ben bu sırrı çözerim ve ölümsüzlüğe kavuşu­rum” diyebilme hak ve avantajına sahiptir.

Bilindiği gibi, ilkel toplumlar, “Doğa“nın değişmeyen (ebediyen yaşayan) göksel öğe’lerini alarak onları tanrılaştırmışlardır. Böylece gök, yer, güneş, ay vb. soyutlandırılarak kudret, bereket, kıtlık, mut­luluk vb. tanrıları yaratılmıştır. Sonra da, bu inançları somutlandırmak ve kuşaktan kuşağa devredebilmek için birtakım seremoni’ler, tö­renler, dualar ve kurban etme (sacrifice) ‘ritüel’leri yaratmışlardır ki, “Din“in ilkel yapısı bu şekilde başlamıştır. Bu ‘tanrısal’ kudreti, gerek sosyal bakımdan ve gerekse insanın kendi psikolojik yapısının bir par­çası olan “kontrol etme ve edilme” (aslında, ‘ölüm korkusu‘nu da kontrol etmeyi içeren bir arzu) dürtülerinin bir simgesi olarak, bazı in­sanlara delege etmişlerdir. Bu eğilimlerden de “şifacı’lar(medicine man) ve “şaman“lar doğmuştur. “Tılsım” da (magic), insanlarla insa­nüstü kudret(ler) arasında bir ilişki kurabilme kuruntusundan (wishfull thinking), yani, aynı temel yapıdan doğup, allahlaşma arzusunun sim­gesi olarak seçilen insanlar tarafından, ama aslında tüm insanoğlu’nun bilinçötesi’nin arzuladığı ve paylaştığı (collective unconscioııs) bir emelin, kişisel kudret gösterileri, manevraları ve simgesel oyunları olarak da, bu ‘aracı‘ların ellerine verilmiştir.

Rüya’lar da insanoğlunun sihir-tılsım’a inanması konusuna özel bir katkıda bulunmuştur. İlkel insan, akşam uykuya gittikten son­ra, ruhunun vücudunu terk ederek dünyayı dolaştıktan sonra geriye dö­nüp ‘tılsımlı’ bir şekilde ‘evine giriş’ gezisinin “rüya”lar şeklinde ken­disine hikâye edildiğine inanırdı.

Freud ‘mit’i, “Genel rüya(Public dream) ve ‘rüya’ları da “Ki­şisel mit(Individual myth) olarak nitelendirmişti. Aynı şekilde, Freud, rüyaların esas öğe’lerini, küçüklüğümüzden beri bilinçötemize itilen cinsel dürtülerin simgesi olarak yorumlamıştı. Jung ise rüyaları, “ruh­sal kudretlerin resim dili(picture language of powers of psyche) ola­rak yorumlamış ve onların, günlük yaşamımızda çok önemli oldukla­rından bahisle, bilinçötemizden bilincimize sürekli olarak gönderilen mesajlar olarak yorumlanmaları gerektiğini savunmuştur.

Mit-Tanrı’lara gelince, Joseph Campbell’e göre, insanlar kendi yarattıkları tanrılarla, “benzerlik-gibi olma(Identification) dolayı­sıyla kendi ölümsüzlüklerini garantilemek arzusuyla, onları da öldür­müş ve yeniden yaratma suretiyle ‘ölümsüzlüğü’ sunmuştur. Yine aynı bağlamda, birçok tanrı, ‘bakire’ (Virgin) doğumlar yapmış, o kahra­manlar ölmüş ve yeniden dirilmişlerdir. Örneğin Mısır’da Osiris ve Yunanistan’da Dionysos bunların örnekleridir. Bu tür düşünce ve inanç, ilerde Hazreti İsa’nın doğumu ile ilgili düşüncelere taban hazır­lamıştır.

Yine Joseph Campbell‘e göre, mitolojik kahramanlar dört düzey­de yaratılmışlardır:

1. düzey: Dürtüsel (instinctive), çocuksu. (Örneğin Charlie Chaplin-Şarlo).

2. düzey: İnsanlık kültürünün yapısından çıkma. (Örneğin Navaho Kızılderilileri’nin inançlarına göre, Vaşak (Coyote) ateşi tanrılardan çaldı ve insanlara verdi. Aynı kabileler, bir gün, yalnızlıktan sıkılan Tanrı’nın, hayvanların en zekisi olan va­şağa insanın ne şekilde yaratılması konusunda soru sordu­ğuna, vaşağın da, insanların onunla dolaysız konuşabilmesini temin için konuşma yeteneğinin, kendi başına dimdik dikilebilmesi için iki ayaklı ve kuyruğunu bir yerlerde kapana kıstırmaması için kuyruksuz yaratılması konusunda salık verdiğine inanırlar. Dr. İsmail Ersevim) Antik Yunan kültürüne göre de, Prometheııs ateşi cehennemden çalarak insanlara verdi.

3. düzey: Kuvvetli, kudretli adam; Tanrı gibi (Buddha).

4. düzey: Doğa tarafından kurtarılan, yetiştirilen ve sonra çelişkiye düşen kimseler. (Örneğin Roma’nın kurucusu ikiz kardeşler: Romulus ve Romus, bir kurt tarafından bulunup yetiştiril­miştir. Dramaturgi de, tiplerin çelişmeden sonra karakter olmaları gibi. Dr. İ. E.) SİMGE’lere (Sembol – Symbols) gelince; “Simge” deyince, gün­lük yaşamımızda belki bizlerce bilinen, fakat o bilinen anlamına bir parça belirsiz ve bilinmeyen, ‘uzak‘ nitelikler eklenen şeyleri anlarız. Hatta, bu anlayışta, ‘bilinçötesi‘ bir karakterin varlığının gizlendiğinin de farkında oluruz.

İnsan anlayışının dışında bir sürü şey hakkında, onları tümüyle anlamadığımız gibi, o anlamları niteleyen birtakım simge terimle­ri kullanırız. Din’ler ve onların yorumu bunlarla doludur. İnsanın ken­disi de bu simgeleri rüyalar halinde yaratır.

Hıristiyanlığın başlangıcından beri “Aziz”ler, hayvanlarla simgelenmişlerdir. Örneğin dört avanjelistten birinin kendini, diğerlerinden Aziz Mark’ı bir aslan, Aziz Luke’ü bir öküz ve Aziz John’u ise bir kar­tal olarak yontulaştırmışlardır. Mısır Tanrısı Horus (Osiris’in oğlu, teyzesi Isis’ten doğma), kendisiyle birlikte üç hayvan oğluyla birlikte sergilenmiştir. “Dörtler“, Hıristiyanlıkta dinsel bir sayı simgesi olarak kabul görürken, İslam âleminde de üçler, yediler ve kırklar hepimizin bildiği sayı simgeleridir.

Bu itibarla, Goethe’nin yarattığı Mephistopheles de (Şeytan), bir arketipal düşünüş ve mit oluşumunun sembolü olarak düşünülebilir.

KAYNAK:İsmail Ersevim, Yaratıcılık ve Diğer Söyleşiler, Sf.70-73, Assos Yayınları, Birinci Basım, İstanbul 2004.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: