Yıldızınızı arayın…
Evvelce de dikkatimi çekmişti ama adını koyamamıştım, “yıldızlara doğru dikilen insan” şeklinde çevirebileceğimiz bu ifade Nusret Kaya’nın, insanın dik duran omuriliğine biçtiği öneme benzer şekilde Seneca ve Cicero tarafından Stoa felsefesinin mühim bir düsturu olarak savunulmuş ve “ad sidera” yani bedenen “yıldızlara doğru” dikilmiş olan insanın bu gökselliği tanımak için doğduğu şeklinde yorumlanmıştır.
Mesela Cicero şöyle diyor:
“Doğa, ilkin göğe bakarak tanrı kavramını edinebilsinler diye, insanların topraktan ayakları üzerine kalkmasını ve dikilmesini kararlaştırdı. İnsanlar yeryüzünde ekip biçmek ve yaşamak için değil, sanki gözlemci gibi göksel olayları izlemek için de bulunurlar, başka hiçbir canlı türü başını kaldırarak göğü gözlemleyemez.” (De Natura Deorum 2.140)
Seneca ise şöyle:
“Hangi zorunluluk yıldızlara dikilmiş insanın boynunu büktü, yüzünü yere eğdirdi ve altın çıkarmak uğruna toprağın da altına soktu…” (Naturales Quaestiones 5.15.3)
Her iki Stoacı örneğin de verdiği mesaj insanın doğayı yani ondaki kutsallığı tanımak için doğduğu üzerine olup insanı madde aleminden koparmayı hedefler. Salt yaşamak için yaşamamak, yaşamı kutsalların gölgesinde anlamlı kılmak için yaşamak bir tür hedef olarak sunulur. Salt böyle bir Stoa hedefi olarak da düşünülmemiştir yıldızlara doğru dikilmiş olma. Mesela Manilius da (Microcosm. 203) dünyanın bizim yaşamımızı/ruhumuzu yıldızlara doğru çağırdığını söyler “
ipse vocat nostros animos ad sidera mundus“, insan hayatında yükselme mukaddermiş gibi düşünülmüş sanki. Sonra İbrahimî Yakup’un merdiveni meselesini düşünürsek
de sideribus yani yıldızlardan aşağı inen meleklerin sonra yine
ad sidera yani yıldızlara doğru yükseldiği söylenmiştir (galiba
merdiven/@jimi the kewl entirisinde bahsetmiştim, bu bkz.la alâkasız bir yere giderseniz karışmam).
İstikbal göklerdedir gibi bir şey bu, mantalite aynı, insanoğlu buradan yukarı doğru yükselirse hep hayrına olurmuş gibi düşünülmüş. Bu yüzden insanoğlu ilkin, Horatius’un Carmen Saeculare 35’te dediği gibi “
siderum regina bicornis luna“ya yani ‘
yıldızların çift boynuzlu kraliçesi olan Ay’a ilk adımını atmış, Propertius’un 1.8.43’te belirttiği gibi “
contingere sidera…”yı yani ‘
yıldızlarda(n birinde) yürümeyi’ başarmıştır. Böylece insanoğlu Ovidius’un Metamorphoses 7.61’de yıldızların tepesine dokunmak olarak gördüğü (
vertice sidera tangere) o yüce hedefe ulaşmıştır.

Ancak resmin içerdiği mesaja bakmak gerekir, zira insanoğlu ad sidera yapıp Ay’a çıkınca dünya daha yaşanılabilir bir yer olmadı. The Box filmini izleyip “hep karıların işi abi, karının açgözlülüğündne ötürü oluyor bunlar hep” yorumunu yapan kafa gibi yoğurdun kaymağını almamalıyız, o da var belki bilemeyiz ama öze inip derinden mesajı çıkarmalıyız. Başta bahsettiğim iki filozof da yıldızlara aval aval bakalım, istikbali oraya kurup bir an önce yükselelim demeye getirmiyor, biz burada ne bok yiyoruz’un hesabını soruyor aslında. Yıldızlara söylüyorum yeryüzü sen anla hesabı, “yıldızlara dikeldim ama yüzüm yere bakıyor” dememeliyim. Bir frikik, bir iç çamaşırı, bir iki düğme arası meme bombeliği, dantellilik peşinde koşmamalıyım. Modern deyişle, mental açıdan kendimi gerçekleştirmeliyim, tamamlanmalıyım, zihnen doymalı, dikelmiş organımı zihnen bastırmalıyım. Aksi halde gittiği doğrultu, Flight of Icarus’taki gibi Güneş’e dokunmama engel teşkil eder, kendimi kürtaj odası önünde beklerken bulurum.
Gerçi Horatius’un ‘yıldızlardan daha güzel’ dediği (Carmina 3.9.21: “sidere pulchrior ille“) şeyi görünce kamaşıyor insanın gözleri, dikelmiş kılıcını kınına sokmak istiyor ama Horatius’un dediği de “ille” yani eril güzellik! O vakit organ tekrar siniyor (ben de bir eril olduğum için, bu entiri eril bir gözlükle yazılmıştır), yazıklar olsun öyle güzelliğe diyor, diyen kişinin tabi ki fazla tepkiliyse homofobik ya da kendi halindeyse, basit tabirle kızlardan etkileniyor olması gerekir. Ama kişi bunu saklamalı, elinden geliğince serikanlılığını korumalıdır. Aksi halde “yıldızıma varacam” derken onun altında ezilebilir. Herkesi itidâlli olmaya davet ediyorum.
“Yıldızınızı arayın…” gibi, plaza kadınının işe gidip gelirken okuduğu “kendi kendine gelişim” kitapçıklarında yazılı olan mesajlardan biriyle entiriyi sonlandırmak istemiyorum, dahası yine entiriyi sevdiğim bir müzik grubunun sevdiğim bir şarkısının sözlerini yazıp “zirvede kapamak” da istemiyorum, aksine manasız bir kapanış olsun istiyorum, okuyanlar şaşırsın, nefret etsin, aramızda yer yer öfkeye varan bir ilişki oluşsun istiyorum. Bu yüzden sıkıcı bir anımı anlatarak entiriyi kapatıyorum.

Bundan seneler seneler önce altunizade’de oturduğumuz sıralar, bir gün dışarıda oynarkene (kenekenekeneeeğ… echo yapıyor) bir adam görmüştüm, elindeki yarım ekmeğin içinden bir şeyi parmaklayıp parmaklayıp ağzına atıyordu. Adam uzaktan yakınıma doğru geldikçe elindeki ekmeğin döner ekmeği olduğunu gördüm, adam ekmeğin içindeki dönerleri yedi yedi, beni biraz geçmişti ki ekmeği çöpe attı. Neden öyle yaptığını senelerce düşündüm ama bir türlü anlayamadım.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...