Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Kısa bir süre önce Jaguar Kitap‘ın sahibi Behlül bey ulaştı ve Aeneis ile Metamorphoses‘i konuşalım dedi. Konuştuk ve sözleşme imzaladık. Aeneis‘e başlıyoruz; Doktora’dan, Doğa’dan, Yeditepe’den, Newton’dan, Cicero’dan, hatta şu an bilmediğim gelecekteki birtakım gündem konularından falan vakit kalırsa Metamorphoses‘e de geçeriz belki.
Aeneis’i uzun mu, kısa mı bilemediğim bir süredir, kafa dağıtmak için ara ara çeviriyordum. Eser Latin edebiyatının altın çağının merkezinde yer alan bir kutsal kitap neredeyse. Eserin edebî yönünü irdelerken bütün Roma ulusunun tarihî, dinî, coğrafî ve siyasî gerçekliğini özümsemek durumunda kalıyorsunuz, zira Aeneis bir kök yaratım metni, “nereden geldik, nereye gidiyoruz”un en kritik noktadaki muhasebesi. İmparatorluğun girişinde bir silkelenme, “yetti gari, kardeş kanı akmasın artık, büyüyelim” arzusunun ürünü. Maksatlı bir metin, bir klasik filolog için bir meydan okuma, hatta mayınlı arazi, bireysel tercihlerini taçlandırma fırsatı, tabi ki üstesinden gelebilirse!
Sağda solda, blogda, sık bahsettim, eserin içeriğine girmiyorum; bu yazının varlık nedeni Newton’a başlarken Urania’dan yol duası almam gibi, bu işin başında fortuna‘ya selam durma arzumdur. Mousaları ve fortuna‘yı işin içine katmak (fortuna fortes‘i “Allah büyük” diye çevirmek mi?) uslanmaz sceptisizme ve agnostisizme meyleden bir filolog için rahatsız edici bir geri adım sayılabilecekse de, Vergilius ve Aeneis için buna katlanmaya değer.
Arma virumque cano…