Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Augustinus Gothların Roma’yı istila etmesini Hıristiyanlığa bağlayanlara karşı Hıristiyanlığı savunduğu eserinin yani De Civiate Dei‘in (Bkz. Dünyaya karşı tanrı devleti) hemen başında (1.2: “Quod nulla umquam bella…”) geçmişte Roma’nın ve hatta Roma kurulmadan önceki Troia’nın başından geçen savaş deneyimlerinden bahseder. Hıristiyanların kutsal mabetlerine sığınanların Gothlar tarafından affedilmiş olması yeni bir dinî ve siyasî gerçekliğin göstergesidir, zira eskiden kenti kuşatanların tapınaklara ve esir ettikleri insanların inançlarına saygıları yoktur.
Augustinus eski pagan inancının değersizliğinin (güncel bir espriyle “halka inememiş olmasının”) altını çizmek suretiyle Hıristiyanlığı övmek ister ve bunun için Troia savaşından örnek verir. Vergilius‘un Aeneis‘inin (2.166-8) temel alındığı bu bölümde olayların sırası önemli: Önce kente saldıran düşman Yunanların iki kahramanı Diomedes ve Ulixes Troialıların “yüksek kalesine çıkarak askerleri/bekçileri öldürür” (caesis summae custodibus arcis) ve kale içindeki tapınağa girip “kanlı elleriyle kutsal <Minerva> heykelini kırarak” (corripuere sacram effigiem manibusque cruentis) “tanrıçanın bekaret kemerine el sürmek cüretini gösterir.” (virgineas ausi divae contingere vittas) Bu noktada Augustinus’un okuyucularından beklediği nedir? Troialılar tarafından kentlerinin koruyucusu olduğuna inanılan tanrıça Minerva düşmanı helak etmeliydi değil mi? Ancak Troia savaşında bu olmuyor. Tanrıça Minerva Troialıları umursamıyor. Düşman malum tahta at hilesiyle kente giriyor, “Troia’yı kılıç ve ateşle mahvediyor” (Troiam ferro ignibusque delerunt) ve hatta Troia kralı olan “sunaklara sığınmış Priamus’u katlediyorlar.” (confugientem ad aras Priamum obtruncaverunt) Augustinus diyor ki, “Troia Minerva’sını kaybettiği için yıkılmadı.” (Nec ideo Troia periit quia Minervam perdidit)
Augustinus dozu arttırıyor, kentin koruyucusu olduğuna inanılan Minerva’nın buradaki acziyetine yüklenirken onun kendisinin bile bekçilere ihtiyaç duyduğunu söylüyor, “onlar öldürülünce kaçırılabildi” (illis quippe interemptis potuit auferri) diyor. Demek ki düşman Yunanlar Troialıların inlerine kadar girip koruyucu tanrıçalarının heykelini kaçırmış. Onlar için kötü bir durum olduğu muhakkak ama Augustinus için bu üzerine gitmek suretiyle daha da açılası bir gedik. “İnsanlar heykel tarafından değil, heykel insanlar tarafından korunuyordu” (neque homines a simulacro, sed simulacrum ab hominibus servabatur) diyor ve son darbeyi indiriyor: “O halde nasıl oluyordu da, kendi bekçilerini korumaktan aciz olan Minerva’ya vatanı ve vatandaşları korusun diye tapınılıyordu?” (Quo modo ergo colebatur, ut patriam custodiret et cives, quae suos non valuit custodire custodes?)
Augustinus benzer koruma vaadinde bulunduğu halde (Yasanın Tekrarı 28.9; Eyüp 5.20; Özdeyişler 3.26; Yeşaya 31.5; Zekeriya 9.15; 2 Selanikliler 3.3; 2 Timoteos 1.12) vaadini yerine getirmekte güçlük çeken kendi tanrısına da aynı gözle/mantıkla bakabilseydi, belki haklı sayılabilirdi. Oysa Troialılara sadece benim tanrım senin tanrını döver demiş olmadı mı? Geçmişte (Augustinus’tan önce ve sonra) Troialılar gibi sığındıkları tanrı tarafından yalnız bırakılan Hıristiyan topluluklar yok muydu? Elbette vardı. Ancak senden önce ve sonra kötülük problemiyle cebelleşen diğer azizler Tanrı’nın zaman-mekan üstü determinizmine sığınarak tanrı tarafından korunma gerekliliğini anlamsızlaştırma gayreti içinde olmuştur, bu gayreti tutarsızlık içinde bir çırpınma olarak değerlendiriyorum. Ele geçirilen Troialıların Minerva’ya bu kadar sığınmadığını ve Priamus’un sunakta bile Troia’yı kurtarmak için savaştığını hatırlatırım. Belki de Özdeyişler 2.11’de dendiği gibi bize bekçilik eden sadece sağduyu ve koruyacak olan da akıldır, ha ne dersin Hippo’lu?