Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Romalı komutan (Genç) Scipio Africanus, İÖ 146’da Kartaca’yı yenip halkını esir almıştı. Valerius Maximus’un anlattığına göre (Facta et Dicta Memorabilia 7.3) Q. Metellus, Senatus’ta yaptığı bir konuşmada Kartaca’nın fethinden sonra, “bu zaferin devlet için yararlı mı yoksa zararlı mı olduğunu bilmediğini itiraf etmiştir.” Ona göre zaferle birlikte barışı tesis etmek ne kadar fayda sağladıysa, Kartaca’nın lideri Hannibal’i ortadan kaldırmak da o kadar zarar vermiştir. Zira Hannibal ordusuyla İtalya’ya girdiğinde “Roma halkının halihazırda uyuyan cesareti uyanmıştı” (dormientem iam populi Romani virtutem excitatam), korkulması gereken şey bu haşin düşmandan kurtulmasıyla cesaretin yeniden uykuya dalmasıdır. Bu yüzden o “eski kudreti sağlayan sinirlerin gevşemesini” (prisci roboris nervos habetari) evlerin yanması, tarlaların boş kalması ve hazinenin boşalması gibi felaketlerle bir tutmuştur.
Aynı yaklaşıma Kartaca Savaşları’nın tarihini yazan Appianus da (Libyca 65) dikkat çeker, ancak bu sefer konu İÖ 202 yılının 19 Ekim’inde, Scipio Africanus Hannibal’i Zama’da yenerek İkinci Kartaca Savaşı’nı sonlandırmasıyla ilgilidir. Romalılar Senatus’ta Kartaca’yı tümüyle yıkıp yıkmamaları gerektiğini tartışırken Scipio ve taraftarları gerek talihin dönekliğini, gerekse Romalı ataların geçmişteki benzer durumlarda yaptıklarını göz önünde tutarak Kartaca’nın tümüyle yıkılmaması gerektiğini savunmuştur. Appianus’a göre, Scipio’ya katılanlar içinde Kartaca’yı tümüyle yok etmeyip kalıcı bir düşman olarak yaşatmayı, bu sayede “Romalıların öz-kontrolünü” (Ῥωμαίων σωφρονισμὸν) korumayı düşünenler de vardır, böylece Romalılar başarıyla ve üstünlük duygusunun neden olduğu dikkatsizlikle zehirlenmeyecektir.
Bu konuyla ilgili üçüncü örneğimiz Ausonius’un, imparator Domitianus döneminde devletin ve toplumun yozlaşmasından şikayet eden Sulpicia isimli bir kadının ağzından yazdığı şiirdir. Şiire göre yozlaşmanın temel nedeni, Romalıların savaşta cesur, barışta bilge olma niteliğini kaybetmiş olmasıdır. 20-21. dizeler: “iki şey vardır koca Roma’nın başını kaldırmasını sağlayan: savaşta cesaret ve barışta bilgelik.” (duo sunt, quibus extulit ingens / Roma caput, virtus belli et sapientia pacis) Şaire göre Romalıların cesareti hem iç savaşlarda, hem diğer ülkelere karşı yapılan savaşlarda kendini göstermiş, Romalıların Sicilya’daki donanmalara ve Kartaca’daki kulelere galip gelmesini sağlamış ve diğer devletlere de diz çöktürerek dünyayı bir bütün haline getirmiştir (totum… orbem) yani tek dünya imparatorluğu. (23-24) Sonra şairin uzun maratonda rakipsiz bir atlete benzettiği Romalıların cesareti (elbette onun kişileştirilmiş nezdinde Roma’nın kendisi) zamanla zayıflamış ve güçten düşmüştür, elbette temel zayıflama gerekçesi politik egemenlik mücadelesindeki rakipsizlik olduğu kadar vatandaşların hem kendilerini hem de ülkelerini koruma arzusudur. Romalılar kendilerini güvenli hissettikleri için düşmanlara dönük öfkelerini unutmuştur, şaire göre, “uzun ve ağır barış dönemi Romulus oğulları için bir yıkım” olmuştur. (57: Romulidarum igitur longa et gravis exitium pax)
Bana kalırsa bu üç alıntıdan sonuncusunda beliren savaşta cesaret ile barışta bilgeliğin iç içe girdiği fikri, Roma’nın bölge coğrafyasına adım adım egemen olmaya başladığı andan itibaren bir imparatorluk hüviyetine de bürünmeye başlamasının açıklaması gibidir. Nasıl cesurca savaştığın kadar galip geldiğin savaşın ardından egemenliğine aldığın toplulukları nasıl bilgece yönettiğin de önemli.
Roma devlet geleneği, başından itibaren, sırasıyla farklı aileleri, soyları ve toplumları bir arada nasıl “bilgece” yönetebileceği fikriyle yoğrulmuş, bu yönde kurumlar ve yasalar yaratmıştır. Her dönemde yarattığı bu unsurları yenilemiş ya da en azından yenilemeye girişmiştir ama bu devlet geleneğinin idare alanının terra cognita‘nın sınırlarını zorlayacak şekilde genişlemesi, demografik çeşitlilik ve genişliğin yarattığı politik, ekonomik ve kültürel sorunlar, politik organizasyonun kurumsal ve yasal gücünü kırmıştır. Ausonius gibi Romalılar bunu uzun ve ağır barış döneminin bir sonucu olarak görse de, birçok tarihçi için bu durum yükselen imparatorlukların kaçınılmaz kaderidir, yükseliş ve düşüş mukadderdir. Kimdi hatırlamıyorum, bir Romalı yazar tüm karamsarlığıyla şöyle bir şey demişti: “kimseye ‘mutlu’ demeyin, ‘henüz zavallı duruma düşmemiş’ deyin”, aynısı büyük devletler ve imparatorluklar için de geçerli olsa gerek.