Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Almanya’daki meclisin Ermeni soykırımını tanımış olması bana birçok şey düşündürdü, bunlardan en önemlisi tarihin ya da tarih yazıcılığının politikadan kendisini ne ölçüde sıyırabileceği ve tarafsız kalıp kalamayacağı konusudur. Galiba birçoğumuz tarihin tarafsız bir gözle yazılması gerektiğini düşünmeden edemiyor, aksi olursa tarihin bize ve gelecek nesillere politik kaygı ve ihtiraslara bağlı olarak hatalı bilgi aktarabileceğini, bunun da insanlık için iyi olmayacağını varsayıyoruz. Aynı durum bilim için de geçerli elbette, ancak Hawking’in bir tespiti aklıma geliyor, “tarih boyunca bilim hiçbir zaman politik baskıdan kurtulamamıştır” diyordu, ona göre sadece bu baskının şekli değişmiştir. Muhtemelen tarih yazıcılığı üzerindeki politik baskıların da şekli zamanla değişmektedir, hatta bana kalırsa şekli nasıl olursa olsun, Roma’daki tarih yazıcılığı ile politika birlikte yürümüştür. Burada bu konu üzerinde kısaca durmak istiyorum.
Historia ya da tarih
Yunancadaki ἱστορία‘nın (historia) ilk anlamı “sistematik araştırma, inceleme”, ikinci anlamı bu araştırma yoluyla edinilen “bilgi”, üçüncü anlamı ise Türkçedeki “tarih” yani “birisinin bir konudaki olayları kaydetmesi, anlatması”dır. Latinceye bire bir geçmiş olan bu terim, yani historia ilkin “geçmiş olayların anlatımı” anlamındadır, ikinci anlamı ise sadece “anlatım” ya da “hikaye”dir.
İlk tarihçiler olarak annalistler
Roma’nın ilk tarihçileri yıllık tutan yazarlardı. Latincede “yıl” anlamındaki annus kelimesinden türeyen Annales “yıllıklar” anlamındadır ve olayların yıl yıl kaydını tutan eserleri ifade eder. Günümüzde bu tür eserler kaleme alanlara da “annalist” denir. Roma’nın ilk annalistleri eserlerini Latince değil, Yunanca yazmıştır, nedeni ise yaşadıkları dönemde henüz Latin edebiyatının tam gelişmemiş, buna karşın Yunancanın hem kültür hem de edebiyat dili olarak Roma’da da benimsenmiş olmasıdır.
Bilinen ilk annalist Quintus Fabius Pictor‘dur (İ.Ö. 245-201). Muhterem, Gallialılara ve Kartacalı Hannibal’e karşı savaşmış olan soylu bir Romalıydı. Pictor kendi Annales‘ni Romalıların atası olan Aeneas’ın İtalya’ya ayak basmasıyla başlatır, haliyle yarı tarihsel yarı efsanevi (Linux’ta yazdığım için klavye şapkalı i’yi göremedi maalesef) bir başlangıçtır bu. Tarih yazıcılığında tarih ile efsanenin günümüzdeki gibi ayrılmadığı bir dönemden bahsediyoruz. Bu dönemdeki Annales‘lerin bir özelliği de Roma’nın uzak geçmişini kısa kısa anlatıp güncel olayları kayda geçiriyor olmalarıdır. Peki, bunu niçin yapıyorlardı? Edebi bir kaygıyla mı yazıyorlardı eserlerini, yoksa başka amaçları mı vardı? Bilindiği kadarıyla Diokles, Timaios ve Antigonos gibi Yunan tarihçileri örnek alan Romalı annalistlerin edebi kaygıları yoktu, tek amaçları Yunanca yazdıkları Roma’nın tarihini, onun hakim olmaya başladığı Akdeniz ve Ege bölgesindeki Yunan muhattaplarına tanıtmak ve kabul ettirmekti. Bununla birlikte Roma devletinin aleyhine olan yazıları da yalanlamak gayreti içindeydiler. Peki, böyle politik bir amaç tarafsızlıkla bağdaşır mı? Açıkçası, Romalı annalistlerin böyle bir kaygılarının olduğuna dair en ufak bir işaret yoktur, genelde Roma devletinin tarihsel ve güncel politik kimliğinden bağlı oldukları aristokrat sınıfın başarılarına kadar, geniş bir yelpazede taraflı birer tarih anlatıları kaleme almışlardır.
Kendisinden önceki annalistlerden farklı olarak muhafazakar bir Romalı kimliğiyle Latince eserler yazmış olan M. Porcius Cato (İ.Ö. 234-149) Yunancayı ve Yunan kültürünü iyi bilen bir Romalı olmasına rağmen, Yunan’ın bulaştığı her şeye düşmandı. Yazdığı Annales de önceki Annales‘ler gibi Roma’nın politik kimliğini ve üstünlüğünü anlatıyordu. Cato her olayı değil, sadece Roma devleti için önemli olayları anlatmanın doğru olduğunu düşünüyordu, bunun için de devletin politik idaresinin uzandığı her yeri, tüm İtalya’yı, coğrafyasıyla, demografisiyle, ekonomisiyle ele almıştır. Metni Latince kaleme aldığından kendisinden önceki annalistlerden farklı olarak “Türkün Türke propagandası” gibi, Romalının Romalıya propagandası sayılabilecek bir eser ortaya koymuş, okuyucusu olan Romalılara Romalı olma gururunu anlatmış ve yüceltmiştir. Bu, Cato’nun Annales’inin ilk politik yönüdür. İkinci yön ise Roma’daki sınıf çatışmasıyla ilgilidir, şöyle ki, Cato aristokrasinin bir ferdi değildi, aksine halktan biriydi. Roma’nın güncel politik ve askeri başarıları büyük ölçüde aristokrasinin temsilcileri olan komutanlar ve devlet adamları tarafından gerçekleştirilmişti, dolayısıyla Cato Roma devletinin başarılarını anlatırken bu başarıların sahibi olan sınıfsal rakiplerinin adlarını anmak suretiyle onları yüceltmemek için şahıssız başarılardan bahsetmiştir. Ortada başarılar vardır ama yapanlar önemsizdir onun için. Cato bu yazım tercihiyle tarih yazıcılığını tümüyle politik kılmış, hatta kendinden bahsetmekten ve yaptığı konuşmaları metne eklemekten çekinmemiştir, böylece Roma’da hitabet türü ilk defa tarih yazıcılığına girmiş olur.
Cato’dan sonraki annalistlerin hepsi Pictor ve Cato gibi Roma’nın politik kimliğinin ve üstünlüğünün savunucusu olmuştur. Rasyonel ve kuşkucu bir yazar olarak bilinen L. Cassius Hemina (İ.Ö. 146 civarı) yine Roma’nın en eski efsanevi tarihini araştırmış ve Hercules gibi önemli Yunan kahramanlarının Roma’nın efsaneleriyle olan ilişkisini anlatmıştır, başka deyişle Romalıların kökeninde de yüceltilesi figürlerin olduğu fikri bu rasyonel ve kuşkucu yazara cazip görünmüştür. L. Calpurnius Psio Frugi (İ.Ö. 120’de Censor), L. Coelius Antipater (İ.Ö. 120 civarı), Sulla döneminde yaşamış olan Claudius Quadrigarius ve L. Cornelius Sisenna gibi annalistlerle ilgili bilgilerimiz azsa da (eserleri günümüze tam ulaşmamıştır), önceki annalistlerden politik propaganda gayeleri olmamaları bakımından ayrıldıklarını söyleyebiliriz. Bununla birlikte ele aldığı olayları tümüyle Roma devletinin lehine bir şekilde yorumladığı bilinen Valerius Antias (İ.Ö. 1. yy.) gibi bir tarihçinin Latin edebiyatının sularında yüzdüğünü belirtmeliyiz.
İ.Ö. birinci yüzyılın ve res publica‘nın sonuna doğru annalistlerin durumu böyledir, ismi bilinen önemli tarihçilerin tümü Roma devletinin edebiyattaki propagandistidir ya da propaganda edebiyatçısıdır, Roma’nın bölgedeki politik egemenliğini ya kökenini büyük iddialardan oluşan efsanelere bağlayarak ya da güncel olayları Roma lehine yorumlayıp Romalılığın yüceltilesi bir değer olduğunu savunarak tarih yazmışlardır. Keşke eserleri günümüze tam ulaşabilseydi de, yaklaşımımızı daha kesin örneklerle kanıtlayabilseydik. Asıl büyük Romalı tarihçileri ve tarih yazıcılığı ile politikanın birlikteliğini daha sonra göreceğiz, bunlar ne ki.
Ben bu melumatları çok beyendim 👍👍👍👍👍