Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Yunan tanrısı Hermes’i severdim, Kutadgubilig’de yayınlanan makalemde kökenini incelerken daha da sevmeye başladım. Hermetizmin kökenine bir yolculuk anlamını taşıyordu bu çalışma, hiyerogliflerden Yunanca ve Latince metinlere kadar birçok yazılı kaynakla cebelleştim. Mısır’da Thoth, Yunan’da Hermes ve Roma’da Mercurius’un gizem tapıcılığı ve okült örgütlenmeler öykülerine nasıl temel oluşturduğunu anlatmaya çalıştım makalede.
Ancak tuttuğum notların bir kısmını yayınlayabildim makalenin kapsamından ötürü. Oysa Mısır’ın etkilediği batı geleneğinde olduğu gibi, doğu geleneğinde de Hermes’in bir anlam ifade ettiğinden bahsetmek gerekiyor. Hatta New Age akımlarından Ancient Aliens teorisi bağlamında da Hermes’in (Thoth hiyeroglifin Latinize edilmiş hali, Mercurius da daha sonraki bir isimlendirme olduğu için, dahası hermetizme kendi adını verdiği için Hermes ismini kullanacağım) bir anlam ifade ettiğini söyleyebiliriz, örneğin bkz. şu video. Zira özetle Hermes, Mısır’daki ve Roma’daki muadili gibi yukarıda bir yerde yaşayan yaratıcı iradeye ait kelamın yeryüzündeki interpres‘i yani habercisi/ aracısı / yorumlayıcısı / peygamberi ve kâtibidir.
Sanıyorum ki, bu öykü -şu ana kadar karşılaştığım- mitolojik kozmoloji ve kozmogoni konseptlerinin hepsine yedirilebilir, zaten Hermes’in hermetik ve tüm okült tapım ve ritüellerinde baş köşede yer almasının nedeni budur yani bir interpres olmasıdır. Kelamın önüne geçen kâtibi düşünün, bu kimileri için bir bozulma olabilir, ancak kimi okült topluluklar için çok anlamlıdır, zira söz önemliyse, sözü aktaran da önemli olmalıdır şeklinde bir düşünceyi savunurlar, devamında sözü sürdürmeleri, onları da yani okült rahip sınıfını da (Mason teşkilatında olduğu gibi) kutsallaştırmış olur. Lafı uzatmayayım, tüm okumalarımdan sonra Mısır’da görevi sadece mesajı iletmek ve insanlara yazıyı öğretmek olan Thoth’un okült tapımlarında sözün kendisini aşarak, ilahi iradenin önüne geçmiş olmasını İsa öncesinde ve sonrasında Yahudilikte beklenen kahraman mesih olgusuyla, Hıristiyanlıkta İsa’nın interpres rolünü aşıp Tanrı’nın oğlu ve hatta Tanrı’nın kendisi olmasıyla, İslam’da da Kuran’daki görev tanımı belli olan *** peygamberin de, inananların kalbinde ve ritüellerde (hatta şehadetin kendisinde bile) aracı rolünü aşarak daha da yüce bir kimliğe varmasıyla yakın ilişkili gördüm. Müslümanlar Hermes’i nasıl değerlendirmiş diye bir inceleme yaptım, tuttuğum notlardan bir kısmını paylaşmak istiyorum.
Arapça yazılmış olup Hermes’ten bahseden kitap & risale sayısı çoktur, hatta birçoğunun üzerinde henüz tetkik edilmemiş notlar da bulunur.* Kimilerine göre (örneğin Louis Massignon**) İbn Vahşîya’nın Filâha en-nabâtîya’sı, Câbir’in külliyatı, Macrît’i’nin Gâyet el-hakîm’i, Resâil İhvân es-safâ’sı ya da İbn Umeyl, İbn Erfâ Ra’s, es-Sîmâvî ve el-Cildekî gibi yazarların simya eserleri Yeni-Platoncu ve gnostik nitelik taşımakla birlikte Arap hermetik külliyatının parçalarıdır. Bu eserlerin hermetik külliyat içinde sayılması tartışma yaratmıştır, buna girmiyorum ancak burada tek vurgulamak istediğim, bu eserlerin genel karakteri ile Yunan hermetik eserleri ve Mısır’daki Thoth ritüelleri üzerinden aktarılagelen okült bilinç bir noktada uyuşur: Bilginin salt felsefî tartışma yoluyla elde edilemeyeceği görüşü ve buna bağlı olarak ilhamın öne çıkarılması. Hermes’in yaptığı gibi, o kutsal iradeden kelamı alır insanlara aktarır, insanlar içindeki belli bir rahipler sınıfı da o aktarımı saklar ve nesilden nesile aktararak -yukarıda da dediğim gibi- ilhama ortak olmuş olur. Belki de bu insanın ilahlaşma arzusunun doğal bir sonucudur.
Arapça yazılan hermetik metinler (örneğin Arhâikî ve Hirmis ilâ veledihî Tât başlıklı olanlar) Yunanca yazılmış hermetik metinlerden çok büyük farklılıklar içermez, zira neredeyse onların çevirileri gibidir. Çoğunda Yunanca metinlerde olduğu gibi Hermes ile Asklepios arasında bir ilişki vardır, dolayısıyla Arap hermetizminde Hermes’in okült mesajı ile tıp ilmi iç içe girer.
Arapça’da Hermes هيرميز (Hirmis, Hermes, Hurmus ya da İrmîs diye okunabilir) el-Farabî tarafından es-saîd el-cedd olarak açıklanmıştır, bunu Tanrı’nın yukarı yükselen / kutlu kulu olarak yorumlamak mümkündür. İbn Erfa’ Ra’s ise Hermes’i ebû’l-felâsifa yani filozofların babası diye anar. Arap hermetizminin Yunan hermetizmiyle yakından ilgisini gösterense, bana kalırsa, Hermes’e yüklenen üç kat yücelik vasfıdır. Bu da, makalemde kapsamlı bir şekilde incelediğim gibi, Mısır’daki Thoth’tan Hermes’e geçmiş bir vasıftır, özetle Mısır’da ve Yunan’da Hermes’e “Hermes, Üç Kat Büyük Hermes” denir, bunun da Yunanca ifadesi Ἑρμῆς ὁ Τρισμέγιστος’tur (Hermes Trismegistos). Arap hermetizminde de çoğun el-muselles bi’l-hikme (hikmetle üç kere nimetlenen) ve el-muselles bi’n-ni’me (kendini nimetlerle üç kere doldurmuş olan) olarak adlandırılmıştır.
Arap hermetizminde bu üçleme “varlık, hikmet ve hayat” olarak da açıklanmıştır, üç farklı Hermes’e işaret olarak da.
Örneğin Ebû Ma’şer’e göre, birinci Hermes büyük tufandan önce yaşamış olup yıldızların hareketinden ilk söz eden kişidir Büyük babası olan Adem ona gece ve gündüz saatlerini öğretmiştir, ilk tapınağı yapan da odur, tıp konusunda ilk fikir beyan eden de. İhtimaldir ki tufanı önceden haber veren de odur, bu da onu bir propheta yani kâhin / peygamber yapar. Çeşitli sahalarda sanatsal ve teknik bilgilerin kaybolmaması için, tufandan önce tüm bilgileri duvarlara kazdırdığı da söylenir.
İkinci Hermes tufandan sonra Bâbil’de yaşamış olup ilk Hermes gibi tıp, bilgelik ve aritmetik okumuştur. Hatta Pythagoras onun öğrencisidir.
Üçüncü Hermes tufandan çok sonra, Mısır’da yaşamış olup Asklepios’un öğrencisi olmuştur. Bol bol gezmiş, hayvanlar üzerine kitaplar yazmış, kimyayı araştırmış ve bilgece öğretileriyle kendi öğrenci topluluklarını kurmuştur.
Hermes’i tekil olarak düşünenler de vardır. Böyle düşünen Arap hermetiklerine göre Henoh ve İdris peygamberler aslında Hermes’tir. Kuran’da sabırlı bir peygamber olarak anlatılan İdris (Meryem 55: “Kitap’ta İdris’i de an. Şüphesiz o doğru sözlü bir kimse, bir nebi idi.”), okült metinlerde astroloji bilgisiyle de anılır.
Birûnî Âsâr 206.9’da gördüğümüz gibi, kimilerine göre Hermes Bûzâsaf’tır ve Budizmdeki Yataka öykülerinden türemiştir.
Kimilerine göreyse Hermes Mısır kralı Dorotheus’un oğludur, kral Bâbil’de öğrendiği astroloji bilgisini oğluna da öğretmiştir. (Bu durumda Dorotheus kutsal kelamın sahibi olur mu, olmaz mı? Yoksa aracının da aracılığı mı söz konusu?) Ebû Sehl ibn Nevbaht’ın en-Nahmatayn’ında geçtiğince Hermes bir alimdir ve kral ed-Dahhak ibn Kayy’ın Iuppiter ismini verdiği bir sitedeki kütüphanelerden birinde çalışmalarını sürdürmüştür. İbn en-Nedim’e göreyse, Hermes, yedi kevkeb (yıldız) tapınağını gözleyen yedi bekçiden biridir, yani her yıldıza bir bekçi düşüyor, öyle düşünün, tuhaf olansa (ya da “olmayansa”) şu: Hermes’in başında beklediği tapınak Merkür tapınağıdır, böylece Arap hermetizmi sayesinde Hermes’in Latincedeki adının (Mercurius) kaynağını öğrenmiş oluyoruz. İbn en-Nedim’in öyküsü daha da garipleşiyor, anlattığına bakılırsa bu bekçi Hermes Mısır’a göç etmek durumunda kalıyor ve orada kral oluyor, dahası karısıyla birlikte büyük piramitlerden ikisinde gömülü bulunuyor(lar).
İbn Vasîf Şâh’a göre Hermes mitolojik Mısır tarihindeki kral Bûdaşîr ibn Kuftarîm’in rahibidir.
Arapça anlatımlar fazladır Hermes’le ilgili, yukarıda bahsettiğim gibi, Kuran’da İdris peygamberle eşitlenmesi onu basit bir mitolojik figür olmaktan çıkarır. Hatta Hermes’e miraç öyküsü de yakıştırılır, Meryem 56’da: “Onu yüce bir makama yükselttik.”
Maaşallah, daha neler var neler. Daha çok Hermes’in büyücülerin büyücüsü kimliği ile yazıyı öğreten kimliğinin öne çıktığını görüyoruz Arap hermetizminde, bunun temel nedeni, başta bahsettiğim ve makalemde detaylı bir şekilde irdelediğim gibi, her kim ya da her ne kuvvet olursa olsun, Hermes’in kelamı insanlara ileten olarak insanlar tarafından “karşılık olarak” yorumlanışının yine yazı üzerinden sembolleşmesidir. Madem Hermes kelamı ilahi kaynaktan aldı, o halde o kelama hakim olan insan da ilahi kaynakla bütünleşmiş olur, peki, bu aura’nın dışında kalan insanlar ne olur? Büyücü ile büyücü olmayanlar arasındaki farkı düşünün, aynısı Hermetik kültürün rahip sınıfı ile onların dışında kalan faniler için de geçerlidir. Böyle bir durumda eren olmak ile olmamak arasındaki kocaman farkla yüzleşmiş oluyoruz, ki bu fark, sosyo-kültürel ve psiko-patolojik birtakım nedenlere / gerekçelere bağlı olarak sunî bir şekilde yaratılıyor olabilir. Ancak aura’nın diliyle konuşanlara, ağzınızla kuş tutsanız, aura’nın sahteliğini anlatamazsınız. Ağızla kuş tutmak da ne pis bir deyim, arkadaşım.
Neyse, sıkıldım, sonra belki döneriz bu konuya. Meraklılara Kevin Van Bladel’ın “The Arabic Hermes: From Pagan Sage to Prophet of Science” başlıklı eserini şiddetle tavsiye ederim.
Notlar:
* Örneğin bkz. D. Chwolson, Die Ssabier und der Ssabismus. Bd. I. II. St. Petersburg, 1856; Steinschneider Arab. Übs. (179); Steinschneider Europ. Übs. 8, s.24-27, no:154; Edgar Slochet, Etuanes sur le gnosticisme musulman: RSO 2, 1989, s.177-203; 4, 1911, s.47-79; s.267-300; 6, 1914, s.5-67; Julius Ruska, Tabula Smaragdina Heidelberg 1926; Abd er-Rahman Bedevî, Sûret Hirmis fi’lfikr el-arabî (Diraset islâmiye 4), Kahire 1947.
** L. Massignon, Inventaire de la litterature hermetique arabe, Opera Omnia I, Beyrut, 1963, s.650-666.