Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Da Vinci’den kalan yazılar batıda çeşitli kereler düzenli ve özenli bir şekilde derlendi, Augusto Marinoni’ye ait olan da en iyi derlemelerden biri. Bu derleme Türkçeye Kemal Atakay tarafından “Leonardo Da Vinci – Yazılar. Masallar, Kehanetler, Nükteler ve diğerleri” başlığıyla gayet güzel bir şekilde çevrildi ve ilkin 2010 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
Da Vinci’nin yazıları klasik dünya ile Ortaçağ ve Renaissance dünyalarının harmanlanmış kültürünü yansıtıyor. Masal da, kehanet de, nükteler de ve hatta bilim ile tarih üzerine yorumlar da hep bu üç dünyanın bir müşterek niteliği üzerine inşa ediliyor (örneğin geçmişteki bir masalı mevcut güne ya da geleceğe aktarma telaşını düşünün), bu müşterek nitelik elbette ki, dilin kendisi yani Da Vinci’nin yaşadığı dönemde insan-merkezliliğin bir gereği olarak benimsenip öğrenilen ve hatta kullanılan Latince. Marinoni de bunu vurgulamak için Da Vinci’nin dilbilgisi ve sözcük notları üzerine bir ek yapmış derlemeye.
Aşağıda paylaşacağım bu ekten anladığımız kadarıyla Da Vinci P. Mack’ın tabiriyle (kaynak: A History of Renaissance Rhetoric 1380-1620, s.233) “bir Renaissance hümanisti tarafından hazırlanmış ilk kapsamlı Latince dilbilgisi kitabı”ndan yani N. Perotti’nin Rudimenta Grammatices‘inden ve Pulci’nin Latince sözcükler derlemesinden fazlasıyla yararlanmış, notlar tutmuş, çeviriler yapmış. Marinoni bunu şöyle yorumluyor:
“Bunlar (Latince çalışmaları) hümanist kültürden yoksun sanatçının hümanist kültürü edinebilmek için, başka deyişle, Latinceyi ve Latincenin İtalyanca yazan yazarların diline Latince yapı ve sözcükler ya da Latince deyim ve kurallar biçiminde hemen her gün giren kısmını öğrenebilmek için gösterdiği çabaya tanıklık eder.” (s.211)
Kemal Atakay çevirisinden paylaşacağım buradaki kısım bize Da Vinci’nin sadece nasıl Latince çalıştığını değil, aynı zamanda dilbilgisi çalışmayı nasıl sevdiğini ya da değerli gördüğünü de gösterecek. Geçenlerde Yeditepe’de yıllarını filolojide geçirmiş bir hocamızın “dilbilgisi çalışmayı hala çok severim” demesini hatırlıyorum, bir filolog titizliği ya da gereksinimi bir yana (her zaman dediğim şey, “filolog refleksi” bir yana), standart bir öğrenci gibi dilbilgisi çalışmayı hala seviyor olmak dile verilen önemden ziyade, -onun da üstünde olan- insanı onu o eden en temel niteliği üzerinden tanıma telaşını gösteriyor olmalı ya da benim için böyle.
İlgili metnin pdf’ini şuraya attım, okuyabilir, indirebilirsiniz: