Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Şaman tedavisini, uygarlığın doğrusunu çürütmek mi?

Bir şeyin gerçek olması değil, onun gerçek olduğuna inanmak, onun yaşamımızdaki yerini belirlemede yeterli olabilir mi? O şey, herhangi bir şey olabilir, soyut ya da somut, içsel ya da dışsal, herhangi bir şey. Sadece bir şeye karşılık geldiğine inanalım, yeter, diyebilir miyiz? Lévi-Strauss batılı olan ve olmayan tedavi yöntemlerindeki düşüncelerin ve inançların rolünü incelerken değişik birtakım sonuçlara varıyor bu konuyla ilgili olarak. İki eseri önemli: The Sorcerer and His Magic ve The Effectiveness of Symbols

Strauss’un bildirdiği üzere, şamanın uyguladığı tedavinin doğru olması öncelikli (ya da a priori) olarak gerekmiyor, “gerekli olan”, toplumun dolayısıyla hastanın o tedavinin etkisine inanmasıdır. Bunun için Quesalid öyküsünü aktarır. Quesalid, şamanların -tedavi bağlamında- inanç dünyasındaki “saçmalığı” göstermek adına bütün şaman tedavi yöntemini eksiksiz öğrenir ve öğrendiklerini uygular. Vardığı sonuç bir yana, -her şeyden önce- sistematik işleyen bir şeyin saçma olduğunu kanıtlamak istediğimizde, o şeyin sistematik işlerliğini mümkün kılan sürece dahil olup aynı izleri takip etmek, o şeyin saçma olduğunu göstermeye yeter mi? Yetmez kanaatindeyim (zaten bu yazıyı şimdi yazmamın temel sebebi de bunu göstermek ve buradan başka çıkarımlara varmak sanırım).

J. Neu  A Tear is Intellectual Thing‘de “Astrolojiyi çürütmeye niyetlenmiş biri, astrolojinin tekniklerini öğrenerek hiçbir şey elde etmez” der, benim kanaatime uygun olarak. Zira şaman tedavi yöntemini çürütmeye çalışan biri, o tedavinin “gerekli” yöntemini uygulayarak onu çürütmeye çalıştığında, başarısız olursa, bu ilgili yöntemin ya da şaman düşüncesinin kendisinin değil, o yöntemi uygulayan ve şaman düşüncesini yansıtmaya “çalışan” kişinin “şamanizmi anlamadaki” başarısızlığı olur. Neu’nun deyişiyle söylersek: “Quesalid tedavide başarısız olsaydı, bu sadece onun tekniklerde uzman olmadığını yani yetersiz bir şaman olduğunu (başka deyişle şamanizmin yetersiz olmadığını) gösterirdi.” O halde şaman tedavisinin “saçmalığını” ortaya koyabilmek için, onun kendi yöntemlerini uygulayıp onu işlevsel kılmak yetmez, belki de bu tümüyle vazgeçilmesi gereken bir yöntemdir.

İşleyişteki bozukluğun ya da yukarıdaki tabirle “saçmalığın” vurgulanıp gösterilmesi / evvelce kavranmış olması apaçık şekilde sapmanın göstergesi olup, devrimsel gelişimin önünü açar. Peki, devrimsel gelişim “zaten” başından beri mevcut olabilir mi? Kuhn The Essential Tension‘da (Türkçeye Asal Gerilim diye çevrildi, Kabalcı’dan çıktı) şöyle diyor:

“Devrimler, bilimsel ilerlemenin tamamlayıcı iki yanından biridir sadece. En büyük bilim adamlarının bile üstlenmiş olduğu araştırmanın hemen hiçbiri, devrimci olmaya yönelik değildir ve bunların pek azının böyle bir etkisi olmuştur. Buna karşılık, normal araştırma, en iyisi de olsa, bilimsel eğitimden edinilmiş ve sonraki mesleksel yaşamla pekiştirilmiş, yerleşik bir ortaklaşa-onamaya kuvvetle dayalı, yüksek derecede eş-doğultulu etkinliktir.” (s.274-275: The Third [1959] University of Utah Research Conference on the Identification of Scientific Talent başlıklı konferansta yayınlanmış bildiriden)

Quesalid’in de, Kuhn’un yukarıdaki perspektifine uygun bir şekilde, şaman tedavisi nezdinde -şamanların arasında- “devrimci” sayılabileceği ya da öyle olmak isteyebileceği söylenebilir. Feyerabend’ın klasik yöntem kavgasına teğet geçerek belli bir paradigmanın oluşumu ve kabulü nezdinde belli bir yöntemin varlığını temel aldığımızda, şaman tedavi yöntemini “çok iyi öğrenip uygulayarak” o tedavinin saçma olduğunu ortaya koymaya çalışmanın iki türlü sonucu olacağını söyleyebiliriz:

(a) -Kuhncu perspektife göre- bilimsel ilerlemenin tamamlayıcı iki yanından biri olarak “devrim” gerçekleşir ve şaman tedavisi ortadan kalkmadan, başarı aynı yöntem üzerinden ya da o yöntemin geliştirilmesiyle sağlandığından, şaman tedavisi ve düşünce alt yapısı pekişir. (b) -Yine Kuhncu perspektife göre- devrim girişimi, Prometheus’un Zeus egemenliğini kırmaya çalışırken başarısızlığa uğraması gibi (ki bazıları ateşin insanlara geçmesi yönünden Prometheus’un başarılı bir devrim yaptığını söyler, oysa sonunda isyanı bastırıp insanoğlunu cezalandıran, dünyanın kaderini belirleyen Zeus olduğuna göre, Prometheusçu devrim girişiminin başarısız olduğu da rahatlıkla söylenebilir, erk’in kazanması açısından, mit aksini söylemiyor, dolayısıyla ben de söyleyemem, Prometheus başarısız olmuştur!), başarısızlığa uğrar ve Neu’nun perspektifine göre, “yöntem (yeterince) iyi uygulanmamış olduğu için” hata yöntemi uygulayanındır, sistemin kendisinin değil.

Kuhn aynı eserinde Guilford’un bilimsel eğitim üstüne bir betiminden söz eder:

“(O), eş-doğultulu düşünme ve değerlendirme alanlarındaki becerileri, çoğun değişik doğultulu düşünme alanındaki gelişme zararına vurgulamıştır! Biz öğrencilerimize uygarlığın bize ‘doğru’ diye öğrettiği ‘doğru’ yanıtlara nasıl ulaşıldığını öğretmeye çalıştık… Sanatlar dışında (ama ben bunun içine toplumsal bilimlerin çoğunu da almak isterdim), genellikle, değişik-doğultulu düşünme yeteneklerinin gelişimini önlemeye çalıştık bilmeden.” (s.275-276)

Kuhn bu açıklamanın ziyadesiyle doğru olduğunu ancak ortaya çıkan sonuçtan dolayı üzülmenin yersiz olduğunu düşünüyor gibidir. Gerçekten de, düşünce ve uygarlık tarihinin “eş-doğultulu düşünme ve değerlendirme” denilen tek bir yolda, tek bir paradigma üzerinden giriştiği devrimler, kullanılan yöntemlerin bağlayıcılığı ve sınırlayıcılığından ötürü, o paradigmanın iflasına değil, bizatihi gelişimine neden olur. Bunu (aslında neredeyse her yerde ama bilhassa) Ekşi’de gördüğüm bir örnekle, daha anlaşılır bir şekilde dile getirebileceğimi düşünüyorum: Belli bir dini ya da dinin gerekleri olarak görünen anlam yoğunluğunu çürütmek için, dinin kendisinden yani din binasını inşa eden yapı-parçalarının tutarlılığını ölçmekten hareketlenen bir tavır, neticede dinin hakikî anlamını bulma yolunda, dini güçlendirme değeri taşımaz mı?

Bunu en çok İslamiyet’le ilgili olarak, sahih olmayan hadisler üzerinden bu dine inananlarda “yanlış bir şeye inandıkları” yönünde bir yara açmaya çalışıldığında görüyorum, hadislerin sahih olmadığını ya da sahih olmadıkları kabul edilen hadislerin dinin özünü tahrip ettiğini ortaya koyma gayreti, esasında dinin özündeki hakikati arama gayreti olarak okunamaz mı? Peki, bu yolun sonunda, geleneğin dışına çıkılmış (ve başarılı olunmuş) gibi bir görüntü oluştuğunda bu -yukarıdaki perspektifi hatırlayın- ilerlemenin bir yönü olan bir devrimin işareti mi olur? Ya gelenek baskın çıkar da, bilinçli veyahut bilinçsiz bir şekilde devrime girişen kişi başarısız olursa? Bu durumda ilgili yöntemin, yani “hadislerin sahihliğini araştırmanın” kendisi, dinin esasını bulma ya da dini çürütme yolunda herhangi bir değer taşımıyorsa? İşte ben buradaki epistemolojik problemi, Guilford’un “bilimsel eğitim” anlayışıyla ilgili olarak gördüğü probleme benzetiyorum.

Şüphesiz ki, Guilford, öğrencilere, uygarlığın dayattığı “doğru” dışında, başka bir “doğru” olamayacağı yönünde telkinde bulunulmasının (Kuhn’un deyişiyle, “anlıksal takımlar ya da einstellungen üretmek için bundan daha güzel planlanmış bir şey yoktur” anlayışının), öğrenciler ve dolayısıyla uygarlık için bir kısıtlama anlamına geldiğini düşünüyordu. Bu kısıtlama şaman tedavisini uygulayan için de geçerlidir. Peki, -tekrar yukarıdaki spesifik probleme dönüyoruz- Quesalid neden bile isteye, amacının aksine, bu kısıtlamaya tabi olmayı kabul ediyor (yani çürüteceği tedavinin yöntemini kullanıyor)? J. Neu, Quesalid’in bu durumundan bahsederken “Her teori uygunsuz olguları düzeltmek zorundadır. Ancak bazen düzeltmeler olguların kendisinden daha uygunsuz olur.” diyor, burada ise Quesalid’in düzeltmesi (çürütme girişimindeki bulguları), şaman tedavisini (şaman olgusunu) düzeltme yönündeki “uygunsuz” (ya da “devrimci”?) bir tavır olarak değerlendirilemez, zira, yukarıda da dediğimiz gibi, onun düzeltmesi aslında -şaman perspektifine göre- şaman tedavi yöntemini uygulamada başarısız olduğunun bir göstergesidir.

Guilford’un perspektifine uygun bir dille söylersek, uygarlığın (ya da “aile reisinin”, “yakın çevremizin”, “din büyüklerimizin”, “hocalarımızın”, “öğretmenlerimizin” vs.) bize öğrettiği “doğru”nun yöntemini uygularken, bir anda kendimizi doğru-dışı (“aile-dışı”, “aile-dışı” vb.) bulursak, bu o “doğru” yöntemini uygulamakta başarısız olduğumuzu gösterir, yani uygarlıkla çatışmak, aslında onun dayattığı “doğru”yla çatışmaktır. Uygarlığı, kendi doğrusu üzerinden çürütemezsiniz, mağaranın içine yansıyan gölgelerin yorumunu değiştirmek yetmez, mağaranın dışına çıkmak gerekir!

Daha sonra Lévi-Strauss’un Quesalid öyküsü üzerinden şaman tedavisi ile psikanalitik tedavi arasında gördüğü koşutluktan bahsedebiliriz, şimdilik duralım ve nefes alalım.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: