Uzunca bir süre evrenselin mümkünlüğünü yadsıdım. Herkesin gördüğünü sandığı ama aslında görmeden salt olmasını istediği yani idealize ettiği kimi değerlere (adalet önünde eşitlik, din dil ırk unsurlarının insan ilişkilerini belirlemede etkin olmaması, farklı coğrafyalarda tek tip değilse de üç aşağı beş yukarı aynı değerlere bina edilen kentlilik anlayışı, nezaket kurallarının genelleşmesi, birey hak ve özgürlüklerinin kabulü, ensest ve çocuk seviciliğinin hukukî ya da ahlâk kuralları düzleminde horlanması vs.) evrensel diyerek kendisini evrene kabul ettirmeye çalıştığını düşündüm. Bu yüzden sanki evrensel değerden bahseden herkes gözümde ütopyacıdan ziyade sahtekarı oynuyordu. Sahtekardı demiyorum, sahtekarı oynuyordu diyorum. Zira zeitgeist her daim rolleri biçiyor, ona göre kendi adamlarını yetiştiriyor, diye düşünüyordum (hâlâ bu düşüncedeyim).
Öyle ya, ne bağlı bulunduğumuz eğitim sistemini, ne yaşadığımız çevreyi yapısal ve içerik bakımından yönlendirebiliyoruz. Muğlâk görüneceğini bilsem de, “evrensel” ölçüde devlet önünde hakkını arayan sorumlu vatandaş kimliğimiz bile aslında zamanın ruhunun bir dayatmasıdır. Bize belli şablonlar sunulur, biz de farklı koşullarda onlardan bir kısmını tercih ederiz ya da etmeyiz, asla şablonun yapısına ya da içeriğine doğrudan müdahil olamayız. Bu yüzden örneğin siyasî, dinî, kültürel, sportif anlamda fanatik, fanatiklik şablonuna ve bunu gerektiren çevresel ve eğitim koşulların süzgecinden geçtiği için öyledir, o asla bunun doğrudan sorumlusu değildir.

Racheldinkist bir söylemle dile getirirsek, çocuk katil olmaz, çocuktan katil yaratan bir sistem vardır. Bu ve benzeri oluşum gerekçeleri elbette ki katili, ırkçıyı, uğursuzu, seksisti, homofobiği tümüyle aklamaz öyle olmayanların gözünde. İnsanlarda yine de evrensel ölçüde şablonlar-arası tercih yapabilme hakkı saklıdır. En azından form kazanacağınız şablonu seçme özgürlüğünüz vardır (ya da seçtiğiniz şablonu de-forme etme özgürlüğünüz). Ötesini başarabilmeniz için modern deyişle “kendini gerçekleştirme” çabasından başarıyla çıkabilmeniz için yine zeitgeist’ın şablonlarından birine yani kabuk kırma şablonuna ihtiyacınız var. Yani sınırlarını zeitgeist’ın belirlediği kabuğunuzu parçalayabilmek için ne kadar gayret gösterirseniz gösterin, bu eylem için damarlarınızda dolaşan kudret yine zeitgeist’ın kendi içsel kudretinden kaynaklanır. Siz yine şablonun zaferi olursunuz, buna isterseniz gönül rahatlığıyla (“ben ötekilerden farklıyım” minvalinde de olabilir) “kendimi gerçekleştirdim” gözüyle bakabilirsiniz. Oysa siz sıradan bir şablon uygulayıcısından ötesi değilsiniz.
İnsan şablona güdümlü hayvansa, ki böyle düşünüyordum, bunun gereği olarak “evrensel” diyerek kendisinden çok farklı bir coğrafyada, farklı koşullarda yaşayan insanlara değer ithali yapamaz kanaatindeydim. Çünkü modus’tan (ölçü) hareketle modernlik başkalarından sorumlu olmayı, toplumsal ve bireysel anlamda evrensel bir değer olarak sunuyor. Modernseniz, sorumlu oluyorsunuz. Örneğin Greenpeace üyesi görünce hemen elinizin tersini göstermeyeceksiniz İstiklâl’de, aksine durup dinleyeceksiniz, çünkü sizin de bilmemne adası çevresindeki balinaların Fransız nükleer denemeleri esnasında ölmemesi için duyarlılık göstermeniz gerekiyor. “Çünkü modern insan bunu yapar” belli sahada biçilen bu şablon donu, yine aynı sahada bilinçlendirilmemiş insana modernliğin bir gereği olarak görünmez, ne zamanki modern insan bilinçlenir, o andan itibaren modernliğinin bir gereği olarak sazı eline alır ve kendisinden bekleneni sergiler. O halde “evrensel değer”den sayıldığını kabul ettiğimiz şey (örneğin homofobik, seksist, ırkçı olmama, her ne ise artık) ancak aynı evrensel değerler üzerine inşa edilen sistem tarafından o yönde bilinçlendirildiğimiz ölçüde bizim sorumluluğumuzdadır. Başka deyişle, sistem bizi kendi “evrensel değerleri”ni kabul etmemiz yönünde bilinçlendirdiği ölçüde biz evrensel bir yaratık olup olmama hakkımızı kullanabiliriz, yani sistem şablonu sunar, bunun tercih edilmemesi durumunda içine girilmiş sayılacak olan diğer şablonu da göstererek, kendi paradigmasına göre bize farklı donlar biçmiş olur.
Biz asla kabuğumuzu kırarak evrensel olamayız, zira “kabuğumuz” da bize ait değil, biz sadece aldığımız eğitime ve edindiğimiz görgüye göre şablonlar-arasında gezinen sıradan tipleriz, asla her şeyden kopuk bir devrimci, bir yıldız adayı değiliz. Dalai Lama içinde yetiştiği sistem onu çocukluğundan itibaren reenkarnatif bir canlı olduğuna ikna ettiği için dalai lama’dır, onu alıp zeytinburnu’ya koyduğunuzda onun bu yapısal ve içerik değeri ortadan kalkar. Çünkü Dalai Lama’yı Dalai Lama yapan şey onu başka türlü “zaten” yapamayacak olan şeydi, yani o buna mecburdu.
Bu açıdan baktığımda Terry Eagleton’ın “evrensel, bireyselin yalnızca karşıtı değil, paradigmasıdır da” (Kültür Yorumları, Çev. Ö. Çelik, Ayrıntı Yay. 2005, s.69) sözünü ciddiye alıyorum. Çünkü bireyseli (ya da yereli) evrenselin karşıtı gibi düşünemiyorum, çünkü yine Eagleton’ın dediği gibi ‘aslında hiçbir şey evrene saf haliyle, dışarıyla hiçbir ilişkisi olmayan evren kadar benzemez.’ (A.e.) aksini nasıl düşünebiliriz? Evrenin yaratığının evrenle ilişkisi, evrenin çapı ve karakteri kadar değil midir? O karakterin niteliği belli bir evren tipini oluşturur kendi şablonlarıyla, kendi şablonlarına güdümlülüğü de onu “aşılamaz” kılar, tıpkı karaciğerin insanı aşamaması gibi. İnsanın aşamayacağı da evrensel olamaz, çünkü her şey evrenseldir, sadece zamanın ruhundan ötürü değil, aynı zamanda ona tabi olan bireylerin başka çıkarı olmaması açısından da bu böyledir.
Yukarıda bir süre –di‘li geçmiş zaman kullandığımın farkındayım. Bunu bilinçli yaptım. Zira insanın evrenle temasının ve evrenselliğe adımının bir tür kaynak ve yönelim sorunu yarattığı yönündeki kanaatimi geliştirdim bir süre içinde. Yakın bir tarihte bir okul için, ilgili olduğum sosyalbilim sahasında müfredat hazırlamam gerekti. Ve (ister istemez) bürokrasinin bir gereği olarak (ziyadesiyle amaçlar bildirgesinde) “evrensel değerler”, “evrensel haklar”, “evrensel bilgi”, “evrensel insan” gibi tabirleri sık kullandım. Müfredat oluşturmanın en başta bahsettiğim “sahtekarı oynama” temayülünü nasıl gerektirdiğini gördüm. Her müfredat bir şablona dayanır, benim “bindiğim dal” anlamına gelen şablon ise, hay aksi, bu “evrensel”i kabullenmem yönünde en tahakkümcü kimliğe sahip olandır.
Bireyselin karşısında evrenselin durumunu en iyi gösteren ifadelerden biri ise hem de stoa şablonundaki “evrensel” duyuşa uygun olarak Seneca’dan geliyor: “…istius muneris, quod universis datur, debitorem me nego, quia mihi quidem dedit sed non propter me” “evrensel olarak / herkese verilen şu hediyeye/yükümlülüğe borçlu olduğumu kabul etmiyorum, zira o ben ben olduğum için verilmedi bana.” (De Beneficiis 6.19.5) buradaki munus (cümledeki teşekkülü “muneris”) hem hediye hem de yükümlülük anlamında, yukarıda söylemiştim, modern insan yükümlülük sahibidir diye, bunu hediyeden saymak da mümkün ama bu bana “ben” olduğum için verilmiş değil, şablon böyle gerektirdiği için böyle bir yükleme yapılmış bana. Daha da kötüsü, bana kalsaydı ben başka türlü olmayı tercih eder miydim, bunu bile bilmiyorum. Bu denli acz içinde ne inatçılığa varmak gerek ne kibre, çünkü bu benim tercihim değil. Başkaları tarafından böyle kimliklenemem de, çünkü yine bu benim en üst kademedeki tercihim değil. Evrensel şablon tercihi bireysel kimliğin oluşumunda ne kadar etkin ki.

Cicero, Pro Roscio 44’te şöyle diyor:
“Dic, aude; est tuae contumaciae, adrogantiae vitaeque universae vox” “İşte dinle, inatçılığının, kibirliliğinin ve evrensel ölçüde küstah [sayılan] yaşam stilinin sesi bu!“
Oysa bana sorsaydı şablonun sesi anlamında “vox regulae” derdim.
Şablon anlamındaki regula teriminin semantik çözümü de söz konusu şablonun ne denli etkin olduğunu gösteriyor, zira regula terimi kral anlamındaki rex‘ten gelmekle birlikte bir anlamı da “yasa koyucu”dur, yani şablon “yasa koyucu” olduğu için şablondur, arşetiptir, modeldir. Dışına çıkılabiliyor olsa model olmaz, tıpkı yasa koyucunun yasasının dışına çıktığımızda başka bir yasaya dahil olmamız gibi. Genelde çatışan ideolojiler arasında sık gezinen tiplerde gördüğümüz türden bir nitelik bu, bir kere bünye alıştı mı regula‘ya, kaçınılmaz olarak onun etkisinde olmayı gerektiriyor. Çünkü yine Cicero’nun deyimiyle “per vim et per multitudinem” yani “güçle ve kalabalıkla/kalabalık tarafından” kabul edilmiş olandaki evrensellik tadı, diğerlerinden daha çekici gelir. Sanki başka tercih hakkımız varmış gibi düşünmeye şartlandırılırız, bu yüzden yaptığımız tercihle diğerlerinden ayrıldığımızı sanırız. Oysa becerdiğimiz tek şey en fazla, egemen paradigmanın görüntüyü deforme eden aynalarından birini tercih ettiğimizdir. Tercihlerinden ötürü kendisinden nefret edenler de bunu gözden kaçırmasın isterim.
Share |
>"Biz asla kabuğumuzu kırarak evrensel olamayız, zira "kabuğumuz" da bize ait değil, biz sadece aldığımız eğitime ve edindiğimiz görgüye göre şablonlar-arasında gezinen sıradan tipleriz, asla her şeyden kopuk bir devrimci, bir yıldız adayı değiliz.""yeni"nin ortaya çıkışını nasıl açıklayacağız bu durumda? idea ve / veya "şey"lerin örgütlenmesi anlamında bir "yeni"nin ortaya çıkılı şablonların geçerliliğini kaybetmesinden kaynaklanmaz mı?bu bağlamda "eski"nin "yeni"yi içinde barındırması ve ikincisinin belirli bir nedensellik dahilinde ortaya çıkması tatmin edici gelmiyor bana.PS kavramların türkçesinde bir hatam olduysa affola, "felsefe dilim" türkçe değil…
>Yeni'den kasıt değişir gibi görünüyorsa da, temelde aynı manayla karşılaşıyoruz. Kuramsal ya da pratik anlamda herhangi bir yeni'nin, yeni dediğimiz bir şeyin neyi yeni kıldığını düşünürsek, yeni kıldığı şeyin de yeni'lenmeden önce bir şablona bağlı olduğunu, yeni'nin de o şablona göre en fazla yeni olabileceğini anlayabiliriz.Örneğin Copernicus yeni bir evren düşüncesi sundu, Güneş-merkezli (heliocentric, evvelce yer-merkezli (geocentric) evren düşüncesi Skolastik düşüncede kendine ciddiyetle yer bulmuş ve neredeyse tüm astronomlar bunu benimsemişti. Bizim Copernicus'a yeni dememiz için eski dediğimiz şeyin bir dönem mevcut olması gerekiyor, örneğin Kepler eserine "Nova Astronomia" demişti yani Yeni Astronomi, demek ki, eskisi var, ki var.Buradan hareketle Platon'un fikirlerin / idea'ların insanlarda doğuştan saklı olduğu düşüncesine varmıyorum, o belki sonraki aşama, ama bu aşamada dikkat çektiğim husus, içinde şekillendiğimiz, geliştiğimiz çevre, ki gâvurlar buna milieu diyor, bizim yönlendiricimiz oluyor. Zira şablonsuz bir yapı düşünülemez, bu kültür çevresinin de kendi şablonları var, içinde yetiştiğimize göre biz de onlardan birine ait olmalıyız. İnsanın özgürlük düşüncesinin ne anlama geldiğini ve özgürlüğünü iyi düşünmesi gerekir, buna bağlı olarak Seneca'nın pasif alışını kabul ettiği görülen "…o ben ben olduğum için verilmedi bana" deyişini önemsiyorum, müthiş bir isyan var burada, şablona uygun olan herkese verilmiş olan nitelikler kapsamında benim özgür olduğum düşünülürse, özgürlüğüm için evrensel bir don biçmem gerekir, ki universus da bu aslında. Herkeste olan özgürlük… Bunu ciddiyetle düşünmek gerek.
>evrensellik konusuna girmeden sormaya çalışmıştım sorumu, çünkü bence de evrensellik mevhumu üstüne düşünülmesi gereken, öylesine verili kabul edilemeyecek bir kavramsa da, basit bir reddedişin de çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. zira çokca evrenselliğin aksi olduğu varsayılan bireysellik aslında felsefi ve tarihsel olarak aynı madalyonun diğer yüzü yalnızca… (evrenselliğin ve bireyin icadı / aydınlanma vs.)bir diğer popüler çıkış yolunu, kültürelizmi (var mı bu kavram türkçe'de?) de bir kabul ediş biçimi olduğu için, hatta sıkca ırkçılığa vs. açık kapı bıraktığı için son derece tehlikeli görüyorum."yeni" konusunda söylemek istediğim, örneğin yeni şablonların doğuşu… yukarıda adlarını andığımız birey ya da evrensellik gibi… ya da antik yunanistan'da demokrasi kavramının doğuşu gibi… ki bu kavramların türemesi "yeni" bir dünyanın kurgulanmasından bağımsız düşünülemez.bu "yeni" gökten inmiyor tabii, insanların "eski"yle etkileşime girmesi sonucunda türüyor. ama bu noktada herşeyi açıklayan bir nedensellik ilişkisinin varolmadığını, gerçekten de "yeni"nin varolduğunu düşünüyorum. zorunlu bir "türeme"den çok yaratıcı bir eylem, bir tarihsel-kollektif yaratım var bence.