Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?

 

I

Bir sorunun yan cümleciklerle beslenmiş herhangi bir açımlaması olmaksızın muhakkak cevaplanabilir olması gerektiğine ilişkin örtülü ya da örtüsüz bir kanıdan hareketle “yaratabilir” ya da “yaratılamaz” cevabı verilebilir bu soruya da. Oysa morfolojik anlamda yan cümlecikle açımlanmamış bir sorunun inşasındaki soru kelimesi ve nesnesindeki muğlâklık arttığı ölçüde, kategorize edilmemişlikten kaynaklanan bir tür cevaplanamazlık hasıl oluyor, bu basit bir dilbilim kuralıdır.
Örneğin “tanrı var mıdır?” sorusunu kendi bağlamıyla cevaplayabilmek mümkün değildir, ilkin bir bağlam ve örtülü kategorizasyona ihtiyaç vardır. Örneğin soruyu soranın tanrı’nın ontolojik mi yoksa kuramsal kimliğini mi esas aldığı belirsiz olduğundan, buna cevap vermeye yeltenen için ilk görev bir bağlamı kabul etmesidir (yaratmasıdır). Örneğin tanrı’nın ontolojik kimliğinin mümkünatını gözden geçirip, buna göre bir cevap verebilir, dahası bu cevap da kendi içinde birtakım süzgeçlere ihtiyaç duyacaktır. Tanrı’nın ontolojik kimliğine ilişkin farklı görüşler ve ekoller gözden geçirilir ve “secundum / ad…” yani “göre” yöntemine bağlı olarak cevap genişletilir, “Hıristiyanlara göre Tanrı İsa’nın bedeninde cisimleşmiştir…” gibi. Oysa soru ilkin “tanrı var mıdır?” şeklindeydi ve bize bu sorunun ontolojik açıdan cevaplanması gerektiğiyle ilgili herhangi bir ibare sunmuyordu, yani soru kendi içinde “var”ı iyi açımlayamadığından, soru eki olan “mı” ortadan kaldırılabilir görünmez.
Başka deyişle, bu soruya cevap verebilenler sorunun yan öğelerle açımlanamamışlığından ötürü kendi bağlamlarını dikkate almak durumundadır, hal böyle olunca, bu soruya cevap verebilenler arasında ancak kategorik olarak aynı bağlamı esas alanların tartışması mümkündür, çürütmede ontolojik çıkarımlarla kuramsal çıkarımlar çapraz eşleme yöntemiyle kullanılamaz, dahası tartışma ancak tarafların uzlaştığı bağlamdaki verilerde bir sıkıntı belirdiğinde mümkün olabilir, örneğin taraflardan biri tanrı’nın ontolojik kimliğine ilişkin hıristiyan ilahiyatının kabullerini aktarırken yanılırsa ya da karşı tarafa yanılmış gibi görünürse, karşı taraf ancak bağlamı başlangıçta muğlâk görülen ama daha sonra kendisine cevap veren biri tarafından bağlamı belirlenen bir sorudaki sadece bir bilgi hatasını düzeltmeye girişebilir, yani sorudaki muğlâklık soruya verilen cevaptaki bağlamın sorudan bağımsız bir şekilde, ondan hareketlenerek ama tümüyle ondan hareketlenmesi gerektiğiyle ilgili herhangi bir işaret sunmaksızın oluşmasına neden olduğundan, taraflar-arası uzlaşmazlık da sorunun “kesin” olarak “soru sorup sormadığı” bilinmeyen ve bilinmesi mümkün olmayan bir düzlemde gerçekleşmiş olur, başka deyişle soru “kesin” bir şekilde sorulamaz ve açımlanarak sorulamazsa, ona verilen cevaplar arasındaki uzlaşmazlıklar da, sorunun ilkin sorulma aşamasındaki amacına uygun bir şekilde “kesin” olarak sonlandırılamaz.
Peki, sonlandırılamayacağı “kesin” bir uzlaşmazlığa sebep olan muğlâk bir soruya neden cevap veriyorsunuz? Burada klâsik kuşkucuların onay tehiri yani retentio assensus‘u varılabilecek en makul yerdir. Onayı tehir edin, keyfinize bakın.
“Tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?” buradaki muğlâklık ilkin “secundum / ad…” eksikliğinden hareketle belli bir kimlik sahibi olamamasından kaynaklanıyor, örneğin kast edilen tanrı paganların Apollon’u mu? Hıristiyanların İsa’da cisimleşen baba tanrı figürü mü? Müslümanların Allah’ı mı? Yukarıda örneklediğimiz gibi, “tanrı var mıdır?” sorusunda yer alan tanrı’nın kimliğine ilişkin bağlam belirlemesi olmaksızın (bu sorudan hareketle) söz konusu tanrı’nın eylemlerine ilişkin de bir şey söylenemez. Tanrı’nın taş kaldırması, yaratması ve taşın ağırlığını ölçmesi gibi eylemler (tanrı için ayrı, taş için ayrı, kaldırabilme düşüncesi için ayrı, ağırlık için ayrı ölçülere gerek vardır), kimliği belirlenemeyen tanrı’ya ilişkin bir ön-kabulü / bağlamı şart kılar, soru kendi içinde böyle bir bağlam açımlaması yapmadığından, soruya cevap vermeye yeltenen kişiler arasındaki uzlaşmazlık da, yukarıda açımladığım gibi, taraflardan en az birinin, sorunun özüne uygun olup olmadığını, bizzat sorudaki güdüklükten ötürü belirleyemeyeceğimiz bir bağlam kabulüne dayanır.
Oysa bir sorunun cevaplanabilmesi için önce ihtiva ettiği özün “kesin olarak” anlaşılması gerekir, bağlamını ancak cevap verenlerin oluşturduğu ve kendinde kesin bir bağlam bulundurmayan bir soruya ilişkin her türlü cevap, yukarıda da dile getirdiğimiz gibi, sorunun cevaplanabilmesini olanaksızlaştırır, burada cevaplanabilir görünüp cevaplanabilen unsurlar, sorudaki bağlam güdüklüğünden doğan bağlam tespit gereğine bağlı olarak oluşturulmuş bir bağlam üzerindeki uzlaşmazlıklara neden olur. Bu yüzden böyle bir soruya verilen her olumlu/olumsuz cevap, ancak taraflardan en az birinin biçimlendirdiği “başka bir” soruya ait olur. O halde o soruyu da başka bir başlıkta ya da feysbuk sayfasında sorabilirsiniz.
II

Klâsik anlamda morfolojik incelemeye tabi tutmadan evvel kaç tip soru sorulabilir olduğuna bakalım. P. Kroeger’in de bildirdiği gibi neredeyse her dilde (bizi ilgilendiren, başlıktaki sorunun dile getirildiği Türkçe de dahil olmak üzere) iki tip soru vardır: birincisi evet-hayır’lı, ikincisi içerik (content) sorusu [1].
Başlıktaki soru evet/hayır’lı soru tipine giriyor (ikinci tipte soru örneği verelim: “Tanrı’nın kaldırdığı neydi?”). Bu soru tipi herhangi bir soru kelimesi içermez. Bu yüzden verilen evet ya da hayır cevabı, sorudaki eylem sahibinin, eylem nesnesinin ve eylemin kendisinin muhakkak soruda nitelenmiş ve başka türlü nitelenemiyor olmasını gerektirir. Oysa “tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?” şeklinde dilegelen bir soruda ilgili kural yani eylem sahibinin (özne), eylem nesnesinin ve eylemin kendisinin ya birinin ya ikisinin ya da üçünün başka türlü nitelenebilmesi mümkündür, örneğin söz konusu tanrı Apollon olabilir. Zaten morfolojik incelemeyi yapmamızın nedeni sorunun hatalı değil de içerik bakımından eksik ve cevap vermeye yeltenecek kişileri muğlâkta bırakan sözcüklerden oluştuğunu göstermek. Aksi halde morfolojik incelemeye gerek yok, zaten tutarım bir bağlamı kabul edip o konudaki yorumumu ya da bilgimi aktarırım.
Soru cümlesinin yapısal kimliğini ortaya koyup bahsettiğim gibi, “ancak” cevapta belirlenebilen bağlamlar üzerinde farklı uzlaşmazlık noktalarının belirlenebileceğini tespit etmek başka, bir bağlamı kabul edip onu en baştaki cümleye yamamak başka bir şeydir. Burada morfolojik incelemeye gereksinim duymamızın nedeni, başta bildirdiğim özne, eylem nesnesi ve eylemin kendisine ilişkin farklı anlamlarla karşılanabileceğini ve belli semantik değerlendirmelerle en azından cümlenin yapı ve anlam bakımından sağlıksız teşekkül ettiğini gösterebilmektir, yani yapıdan anlama doğru sistemli bir çözümlemeye gidiyoruz.
Morfolojik incelemenin mümkün kıldığı semantik çözümleme sonunda “tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?” sorusunun sadece ibrahimî dinlerdeki tanrı inancını kapsadığının söylenemeyeceğini söyleyebiliriz. Zira “tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?” sorusundaki tanrı’nın, aynı sorudan hareketle “yaratabilme” yetisini kimi İbrahimî olmayan dinlerdeki tanrı modellerinde de gördüğümüze göre, “tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?” diye sorulduğunda ilgili tanrı’yı Zeus olarak yorumlamamamız için herhangi bir sebep yok, zira klâsik altın çağ mitosuna göre insanları yaratan tanrı Zeus’tur [2], o halde kimse ilgili sorudaki tanrı’yı İbrahimî dinlerdeki tanrı’yla sınırlandıramaz. Bu noktada denilebilir ki, “burada konuşanların çoğu bu bağlamı benimsediğine göre, bundan sonra gelen cevaplar bu bağlamı ve ibrahimî tanrı’yı esas alır”, bu da benim evvelce ortaya koyduğum soru cümlesindeki öznenin, nesnenin ve eylemin bağlam sorunundan ötürü verilebilecek cevaplardaki bağlamların, sorunun güdüklüğünden ötürü, açımlanmış, yeni bir soru oluşturacağına ve bu soruya ilişkin taraflar arasında oluşan uzlaşmazlığın da ilgili başlıktaki sorunun kapsamında değerlendirilemeyeceğine ilişkin görüşü örnekler. Zira dediğim şuydu:
“Tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?” buradaki muğlâklık ilkin “secundum / ad…” eksikliğinden hareketle belli bir kimlik sahibi olamamasından kaynaklanıyor, örneğin kast edilen tanrı paganların Apollon’u mu? Hıristiyanların İsa’da cisimleşen baba tanrı figürü mü? Müslümanların Allah’ı mı? Yukarıda örneklediğimiz gibi, “tanrı var mıdır?” sorusunda yer alan tanrı’nın kimliğine ilişkin bağlam belirlemesi olmaksızın (bu sorudan hareketle) söz konusu tanrı’nın eylemlerine ilişkin de bir şey söylenemez. Tanrı’nın taş kaldırması, yaratması ve taşın ağırlığını ölçmesi gibi eylemler (tanrı için ayrı, taş için ayrı, kaldırabilme düşüncesi için ayrı, ağırlık için ayrı ölçülere gerek vardır), kimliği belirlenemeyen tanrı’ya ilişkin bir ön-kabulü / bağlamı şart kılar, soru kendi içinde böyle bir bağlam açımlaması yapmadığından, soruya cevap vermeye yeltenen kişiler arasındaki uzlaşmazlık da, yukarıda açımladığım gibi, taraflardan en az birinin, sorunun özüne uygun olup olmadığını, bizzat sorudaki güdüklükten ötürü belirleyemeyeceğimiz bir bağlam kabulüne dayanır.” 
Burada soruda bulunmayan ancak sonradan onu cevaplamaya çalışanlarca oluşturulmuş secundum‘un, bu tespite kadarki uzlaşmazlığın da meydana geldiği bağlamın kendisine dönüşmesi yine yukarıda dile getirdiğim duruma örnek teşkil eder. Ben de zaten sorunun, morfolojik ve semantik çözümleme neticesinde içermediği anlaşılan bağlamın cevaplayanlar tarafından oluşturulduğunu söylüyorum. Beni destekleyen iyi bir örnek olmuş bu. Zira sorunun yapısına ve onu oluşturan sözcüklerin içerdiği anlamlara baktığımızda “saf” bir bağlam oluşmuyor. Bu tartışma bir Hıristiyan forumunda olsaydı ve ilgili dinin tanrı’sının omni-potens kimliği tartışmaya açılsaydı, yine tanrı’ya dönük “muhatabı(n) aşağı yukarı belli”, bağlamın da üzerinde “aşağı yukarı” anlaşılmış bir zemin teşkil ettiği düşünülecekti, keza aynı soru Cicero’ya sorulsaydı o da aynısını düşünecek ve tanrı’yı sorunun özünden ayrı bir biçimde, onu açımlayarak ve kabul ettiği bağlama uygun bir şekilde cevaplandırmaya çalışacaktı (keza De Natura Deorum’da yaptığı da budur). O halde soru bu haliyle farklı konumlarda farklı omni-potens kalıplarını tartışmaya açacak ölçüde birtakım uzlaşmazlıkların müessibi olabiliyorsa ve sorudaki özne, nesne ve eylem morfolojik ve ona bağlı olarak semantik inceleme sonunda farklı biçimlere dönüşebiliyorsa, bu durumda soru farklı bağlamlarda farklı şekillerde cevaplanabiliyor, söz konusu cevaplar da kendi içinde tartışmaya açılabiliyor demektir. Bu da, benim buraya kadarki tespitimi kanıtlar.
Neticede insanların bir soruya cevap verirken kendi bağlamlarını sorunun kendisinin bulunduğu bağlammış gibi düşünmesi, en alçak düzeyde, sorunun o bağlamı kabullenmesi gerektiğini düşündürmez. Zira aksi dediğim gibi, özne, nesne ve yükleme ilişkin farklı bağlamlar (creatio continua ve creatio ex nihilo şeklinde çatallanan pagan yaratım düşüncesi örneğin) oluşturulabiliyor olması, “aşağı yukarı” kabul edilen bağlamları, ancak “aşağı yukarı” kabul edildiği düzlemde ciddiye almamız gerektiğini düşündürür. Bu da, sorunun en baştaki yani başlıktaki halinin muğlâkta olmadığını söylemememiz gerektiğini kanıtlar.
Yine hem morfolojik hem de semantik açıdan bakarsak, gâvurların “verbal restrictor” dediği [3] kısıtlayıcı fiillere (buradaki “verbal” hem yüklem halindeki fiile hem de öyle olmayan fiile işaret eder) rastlıyoruz burada: “kaldıramayacağı” ve “yaratabilir mi”. Bunlar aynı zamanda “verbal restrictor” anlamında, söz konusu özneyi yani tanrı’yı başka türlü düşünememeye zorluyor cümlede. Bu da, beni ilgili çözümlemeden ötürü, hem yapı hem de anlam bakımından soruyu evet ya da hayır şeklinde cevaplamamı gerektiriyor. Oysa soru cümlesinin kendisindeki bağlam sorunu, söz konusu cevapları vermeye kalkışan kişilerin “aşağı yukarı” da olsa oluşturmaya kalkıştıkları bağlama göre soruyu değerlendirmesine neden olur. Bu yüzden verbal restrictor yapısından ötürü her iki fiil de cevap vereni yanlış yönlendirir, çünkü yerleştirildikleri cümledeki bağlam, söz konusu fiillerin ait olduğu düşünülen “tek” bir bağlama denk düşmüyor. Bu yüzden fiiller de bizi bu soruya verilebilecek cevapların sahiplerinin kendi bağlamlarını oluşturmaları gereğine getirir.
Aslında bu güzel bir örnek. Bilhassa politik uzlaşmazlıkların giderilmesinde dil problemini çözmeye çalışmanın faydalı olacağını düşünen biriyim. Keza Babil’den bu yana temel derdin anlaşma olduğunu ve bu yüzden politik olsun olmasın, bilgi diye sunulan her verinin doğru bir yöntemle “önermesel bilgi” şekline sokulabileceğini, oysa Bertrand Russell’ın ampirik düzlemde “tanıma yoluyla bilgi” anlamında kullandığı “knowledge by acquaintance”ın ortadaki tüm uzlaşmazlıkları giderebileceğini düşünen bir dil adamı (iyi dilleme babında) olarak politikacılara Avam Kamarası’nda başarılı işler ortaya koyabilmeleri adına kullandıkları terminolojiyi sürekli dilbilimsel açıklamalarla bezemelerini öneren Richard Crossman’a Popper tarafından çekilen “bu durumda politikacılar politika ve çözüm üretmek yerine, (tanımların sonsuz geri dönüşlerinden ötürü) gece gündüz dilbilgisi tartışsınlar öyle mi?” ayarına rağmen [4] yine de Ortaçağ’da defalarca tartışmaya açılmış başlıktaki gibi yığınla soru ve cümlenin, sahiplerince (din adamları ve bu gibi şeylerle uğraşan diğer deliler) morfolojik ve semantik incelemeye tutulması, diğer sahalarda olduğu gibi, dinin kuramsal yönüne ve pratik yönünü belirlemeye ilişkin uzlaşmazlıkları da ortadan kaldırabileceğini düşünüyorum. Dahası zamanı ve uygun noktalarda uygun hamleleri yapabilme yeterliliği bulunan birinin ekşi sözlük’te gerekçelendirmesi sonsuz geri dönüşe (ad infinitum) saplanmayacak tek bir entiri bile bulamayacağı kanaatindeyim, kaldı ki bu başlık ve altına cevaben yazılanlar hele!
Bu yüzden barındırdığı gerekçelendirmeleri hem yapı hem de anlam bakımından kolayca çürütülebilen uzlaşmazlıklarda sergilenecek onay tehiri umut verir, hayat kurtarır, zihni temiz tutar, “bir yerde artı sonsuzum”.
Addendum@: Bu yazıyı ilkin Ekşi Sözlük’teki ilgili başlıkta yayınladım, iki kısımdan oluşmasının nedeni iki ayrı entiriden oluşuyor olmasıdır. Cevaba yazılmış cevaplardan ötürü, ikinci kısımda tekrar mevcuttur.
Notlar

1. P. Kroeger, Analyzing Grammar: An Introduction, Cambridge University Press, 2005, s.203.
2. J. Weigel, Cliffsnotes Mythology, John Wiley and Sons, 1973, s.54.

3. Örneğin bkz. Simon C. Dik – K. Hengeveld, The Theory of Functional Grammar, vol.2, Walter de Gruyter, 1997, s.79.
4. K. Popper, The Open Society and its Enemies, 2. vol, Routledge, 1945, s.16-17; Alan Musgrave, Sağduyu, Bilim ve Kuşkuculuk, Göçebe Yay., 1997, s.30.

Share |

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: