Seneca’nın Stoa determinizmine dayanan doğa-bilimlerine özgü açıklamalarına temel oluşturan etik duyuşun bir göstergesi olarak “nemo unquam fulmen timuit, nisi qui effugit” sözünden bahsetmişiz de, doksograf Plinius’un “unum animal”ine hiç dokunmamışız (bkz.
#17361656). Dönemin (İ.S. 1. yy.’a varıncaya değin) doğabilimlerine ilişkin bilgi birikimini yansıtan eseri Naturalis Historia’nın ikinci kitabının elli beşinci bölümünün yüz kırk beşinci kısmında sadece insanın yıldırım çarpmasından her daim ölmediğini dile getirir, diğer canlılar ise, ona göre, herhangi bir yıldırım çarpmasına dayanabilecek kudrete sahip değildir
(unum animal hominem non semper exstinguit, cetera illico). Başka deyişle, insan her yıldırım çarpmasıyla ölmez ama onun dışındaki her canlı her yıldırım çarpmasıyla ölür.

Burada ilginç olmayan ise (sanki bu ilginçmiş gibi!) Plinius’un, insandaki bu direnci klâsik animist düşüncenin bir yansıması olarak doğanın bir lütfu / bahşettiği onur olarak görmesidir (natura tribuente honorem). Plinius’a göre doğadaki diğer canlılar (yine doğanın bahşettiği onurlarla) insana üstün gelir (cum tot beluae viribus praestent). Yani doğa bir nevi eşitliği sağlamak adına insanı yıldırım çarpmasına, fizikî açıdan insandan birçok alanda üstün olan hayvanlardan daha dayanıklı kılmıştır. Plinius’un devamında söylediğine göre, yıldırım çarptığında her şey parlamanın olduğu alanın aksi yönüne kayarken, insan ancak yıldırım kendisine dik açıdan çarparsa ölür. Yıldırım insana uyanıkken çarpmışsa, gözleri kapalı bulunur; uykudayken çarpmışsa açık. Roma’da bu şekilde ölmüş insanları yakmak yasak olduğundan, dinî geleneğe göre cesedin derhal gömülmesi emredilir. Yıldırım çarpması esnasında ölmedikçe, hiçbir canlı (o an) ateş almaz.
Plinius metnin bu bölümünde numizmatikçileri ilgilendiren kayda-değer bir bilgi verir. B
eastcoins.com adresinde bir örneğini görebileceğimiz bir Roma sikkesi üzerinde bir kartal yıldırımlara konmuş durumdadır. Plinius metnin bu bölümünde deniz hayvanlarıyla birlikte kartallara da yıldırım çarpmadığını söyler ve “
bu da neden kartalın yıldırım silahıyla resmedildiğini açıklar” (
quae ob hoc armigera huius teli fingitur) diye de ekler. Haliyle bu noktada “
deniz hayvanlarıyla kartallara yıldırım çarpmıyorsa, nerede kaldı doğanın insanla hayvanlar arasındaki denge-leme- siyaseti?” sorusu sorulabilir. Plinius bunu akletmediği için laflar da hazırlamamış, devamında iç savaşlar / Caesar savaşları döneminde (
belli caesariani) halkın Terracina ile Feronia tapınağı arasında kule inşa etmediğini, zira buradaki her kuleye muhakkak yıldırım çarptığını söyler ve yıldırım çarpması konusunu tamamlar.
İşte burada doksograf Plinius ile insanın ahlâk duyuşunu temel alan Stoacı determinist Seneca arasındaki temel fark açığa çıkar, Seneca olsa bu verilerden hareketle “kimse kaçmadıkça yıldırımdan korkmaz” minvalinde bir “o halde yıldırımdan kaçmaya gerek yok, tanrısal istenç her yerde, yasa tek ve bozulmaz” sonucuna varırdı. Plinius da ahlâka indirgenmiş indirgemeci bir tutum yok, “ben veririm bilgiyi, işime bakarım, isteyen istediği dersi çıkarsın beni ilgilendirmez” der gibidir. Kartallar, Feronia tapınağı falan, hepsi birer bilgi nesnesi, hepsi objektif bir doğa-bilimcinin samimî bilgilendirme gayretinden sayılıyor, buna karşılık Seneca içten pazarlıklı, doğaya ve onun bilgisine gidiyor, çünkü ondan insanın ahlâk yaşamına ilişkin istediği verileri toplama amacında. Aklı fikri etikte, bu yüzden, Plinius’un fiziğe güdümlü aklına tezat oluşturuyor. Biri için amaç olan diğeri için araç. Doğa bilgisi amaç da olsa, araç da fark etmez; neticede yıldırımdan niceleri ölmüş ölmemiş, bunun bir önemi yok, iki romalı tip de yıldırımın oluşumuyla ve doğasıyla ilgileniyor, ölen, onca insan arasında tersten piyango kendisine çıktı diye talihine yansın, istiyorlar, bundan sonrakiler en azından ölürken “hmm yıldırım dikten çarptı abi, tabii ki ölücem, ölmücem de ne olcak yani, şu birkaç saniye içinde üzülerek kendimi yıpratmıyım, paşa paşa öleyim” desinler. Zira bilgi huzurdur.
Share |