Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

İnsan-bilimi ve Tanrı-bilimi Üzerine: Küçük bir tahlil

>

Stoacı Seneca, Naturales Quaestiones‘ine bir ayrımla başlıyor (Liber I, Praefatio 1). Felsefe ile diğer ilimler arasında (inter philosophiam… et ceteras artes), felsefenin kendi içindeki insan yapısıyla ilgili kısımla tanrıların doğası ve kudretile ilgili kısım arasındakine benzer bir fark vardır (in ipsa philosophia, inter illam partem quae ad homines, et hanc quae ad deos…). İkincisi yani bir nevi tanrı-bilim daha coşkundur/yücedir (animosior) ve insana daha fazla imkân sunuyor; o gözler önüne serilebilecek bir meta değildir (non fuit oculis contenta). Tanrılara ilişkin bilgilerinizi gözlerinizle gözlemleyip edinebilmeniz mümkün müdür?
Yine bu tanrı-bilim, insan görüsünün de ötesine geçerek doğa tarafından meydana getirilmiş daha büyük ve daha güzel bir gerçeklik olduğundan şüphe eder (Maius esse quiddam suspicata est, ac pulchrius, quod extra conspectum natura posuisset).
(Liber I, Praefatio 2) Dahası felsefenin bu iki kolu arasında (inter duas), Tanrı’yla insan arasındaki gibi (inter Deum et hominem) bir fark vardır. Biri yeryüzünde nasıl olunması gerektiğini (quid in terris agendum sit), öteki ise göklerde neler olup bittiğini (quid agatur in coelo) öğretir (docet). [Burada “nasıl olunması” ve “neler olup bittiğini” dememin nedeni, Seneca’nın hem yeryüzünde hem de göklerdeki durum için “ago, agere” fiilini kullanmasıdır. Zira bu fiilde eylem göze çarpar. “Agere” fiilinde “gerçekleşme, olup bitme, olunma” durumları ön plândadır. “Tanrı-bilim bize göklerde ne olduğunu öğretiyor” deseydim, burada sanki “Iuppiter şurada oturur, Apollon güneşten iner, Athena’nın sandalları vardır.” demişim gibi anlaşılabilirdi. Oysa agere fiiliyle bu tanrısal kudretlerin oluş durumları aktarılmış oluyor; dahası yeryüzündeki insanın “nasıl olması gerektiği” de yine eyleme dayalıdır. Felsefenin bu iki kolu, bize eylemleri öğretir.]
Biri yanılgılarımızı def eder (errores nostros discutit) ve kendisi sayesinde yaşamdaki muğlaklıkların giderildiği bir ışık yakar (et lumen admouet, quo discernantur ambigua uitae). [Burada müthiş bir şiirsellikle karşı karşıyayız. Felsefenin insana ilişkin konuları işleyen kolu sayesinde yanılgılarımızın ayırdına varırız, muğlaklıkları gideririz. Ancak diğer koluyla…] Öteki kol içinde mahkum olduğumuz (in qua uolutamur) zulmeti [Arapça kökenli bir kelimedir: “Karanlık, sıkıntı” anlamlarındadır.] aşarak (multo supra hanc caliginem… excedit) bizleri karanlıklardan kurtarıp (e tenebris ereptos), ışığın kaynaklandığı yere taşır (illo perducit, unde lucet).

O hâlde anlaşılıyor ki, felsefenin iki kolu yani insan bilimleri ve tanrı-bilimi farklı farklı niteliklere sahiptir. Şu sonucu elde edebiliriz: “İlkinin sağladığı ‘muğlaklıktan kurtulma’ sevincini, ikincisinin sağladığı ‘ışığın kaynaklandığı yere taşınma’ zaferiyle taçlandırmalıyız.”

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: