Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Yalan yok, ben de Francis Bacon’ın bir eserinde karşılaştım: “cycneus” diye bir sıfat var “kuğuya ait, kuğusal” manalarında. Bacon, mitolojik öğeleri xvii.yy.’ın devlet ve siyaset anlayışına göre yorumladığı De Sapientia Veterum’unda xviii. bölümde (Diomedes, sive zelus) zayıf yaradılışlı Diomedes’ten bahsederken onun tanrıça Pallas tarafından kışkırtılıp Venus’u yaralamasından sözü açıyor. İlk başta (her ne kadar bir tanrıça tarafından kışkırtılmışsa da) kutsallığa verdiği zarardan ötürü herhangi bir tepkiyle karşılaşmamışsa da (hatta bilakis her tarafa heykelleri falan yapılmış, büyük armağanlarla donatılmış), sonradan kaçmış olduğu İtalya’da kral Daunus tarafından, tanrıçaya verdiği zarardan ötürü öldürülmüş.
Burada tipik bir “lanetli olanın -zararlı olmasın, beti bereketi kaçırmasın diye- kentten uzaklaştırılması” olgusu söz konusu. Bunun üzerine diomedes’in adamları da öyle ağlayıp, öyle ağıtlar yakmışlar ki; tanrılar bu hazin görüntüye dayanamayarak onların her birini kuğuya çevirmişlar. şimdi tabi burada, tutarsız söylemler bütünüyle karşı karşıyayız gibi dursa da, aslında Bacon’a göre kendi içinde tutarlı bir söylem vardır. Bir kutsallık tarafından kışkırtılarak başka bir kutsallığa zarar veren zayıf yaradılışlı bu adam (ki Bacon’a göre “başka hiçbir hikayede, diomedes’ten başka bir kahramanın tanrılardan birini kılıçla yaralamış olduğu anlatılmamıştır” [3]) dinlerdeki mezhepsel bölünmelerin sebep olduğu katliamlarda kullanılan tetikçileri sembolize etmektedir. Buradaki temel vurgu şudur: dinlerde ayrışmalar olabilir, ancak bu ayrışmaları gidermede, bir bütünlük sağlamada akıl, diyalog ve keskin yargı gücü kullanılmayıp onun yerine kılıç kullanılırsa (ki başka bir eserinde Bacon, elimize almamamız gereken kılıcın, “Muhammed’in kılıcı” olduğunu söylüyordu [burada bahsettim: #10933662]: maksadı kan akıtarak dinin misyonerliğini yapmak olduğunda, haklı gerekçeler bulunamaz: Sermones Fideles sive Interiora Rerum, III. De Unitate Ecclesiae), söz konusu eylem sahibi kişiler eninde sonunda suçlu durumuna düşlerler, her ne kadar kısa süreliğine çevreden -yaptıkları işten/döktükleri kandan ötürü- saygı görseler de.
Tanrılar tarafından, Diomedes gibi tanrılara karşı suç işlemiş olan bir kahramanın arkasından ağıt yakan adamlara bile merhamet duyulmuştur. Hikayenin bu kısmından öğrendiğimize göre cycnus’lar yani kuğular ölüme yaklaştıklarnı hissettikleride yumuşak ve hazin bir şekilde şakımaktadır. [4] “Soyluluğun ve şerefin simgesi olan kuğuların” [5] bu tutumu diomedes’in adamlarının ağıtlarıyla özdeşleştirilmiş olur, böylelikle “din tarafından cezaya çarptırılan insanların sesleri tıpkı ölüm anındaki kuğu seslerine benzer.” [6] Bu da söz konusu suçluların uzun yıllar boyunca yaşayan insanların zihninde baki kalmasını, hatırlanmasını sağlar. [7] Tabi Bacon’ın xvi – xvii. yy.’da yani artık kilise-egemenliğinin yerine devlet-egemenliğinin geçtiği bir çağda bunları söylemesi doğaldır. İspanya ile İngiltere arasındaki mezhep sorununu düşünürsek (kısmen de olsa Osmanlı ile İran arasındaki duruma benziyor ama teşbihte hata olmazsa da aman dikkat edin, açıklayamayacaksanız bu örneği sağda solda pek sık dile getirmeyin) yine Sermones Fideles’te dile getirdiği “dinde birlik” (“de unitate ecclesiae”) gerekliliğini de hatırlarsak, oportunist Bacon’ın Diomedes efsanesinden böyle bir mana çıkarmış olması da şaşırtıcı değildir. Hatta oportunistliğini daha da öteye taşıyarak “suçlulara merhamet” konseptini, “bari suçluları asmayalım da besleyelim, yeni keşfedilen topraklara işçi olarak götürürüz” diyebilecek olmasına bile bağlayabiliriz, ne dersiniz? bilmiyorum.
Bir görüşe göreyse kuğuların öleceklerini hissettiklerinde şakımaları hikayesi filozof Pythagoras’ın bir söylemiyle alakalıdır. Filozof, bir şair öldüğünde ruhunun kuğuya dönüştüğüne inanıyormuş. [8]
Kuğuların ölmeden evvel şakıdıklarına dair Platon da bir şeyler söylemiş Phaedon’unda: Ona göre kuğular öleceklerini hissetiklerinde eskiye oranla daha içten, daha neşeyle şakırlarmış, zira hizmet ettikleri tanrılarına (ezgilerin tanrısı: Apollon) kavuşacaklarmış. Oysa ki öleceğini hisseden insanlar ya acıdan ya da ölümün korkusundan ötürü ağıt yakarlar. [9] Aristoteles’in bildirdiğine göre de, Afrika denizlerindeki gemiciler, kuğuların ölmeden hemen önce hymn okuduklarını kaydetmişler. [10] Antikçağ’ın Roma yakasında da Cicero bir yerde Crassus’tan söz ederken “tıpkı ölmek üzere olan bir kuğu gibi, tanrısal bir sesle konuşuyor” demiş, bu da Yunan’dan sonra Roma’da da kuğu sesindeki ezgiye biçilen değeri gösteriyor, ayrıca Pausanias da kuğuyu “müziğin nuru” olarak görmüş. [11]
Kuğu cinsine asaletini teslim ediyorum, gerek durgun sudaki salınımları gerekse de insanların eline -belki de kendilerinin hiç anlamadan yaptığı- ölüm anına dair alternatif bir tepki seçeneği sunmalarından ötürü. Ha tabi “bir tanesini banyoda veya balkonda besler misin?” diye sorsalar, “saçma saçma konuşma!” derim, o ayrı.
Notlar:
1. http://en.wikipedia.org/wiki/cycnus
2. A. Lindsay Price, Swans of the World: In Nature, History, Myth and Art, s.94, Council Oak Books, 1994. (isbn 0933031815)
3. “neque enim memoriae proditum est in aliqua alia fabula, heroem ullum praeter unum diomedem ferro violasse aliquem ex diis…”
4. “…qui et ipsi sub mortem suam quiddam dulce et lugubre sonant.”
5. “…in quo etiam illa pars allegoriae nobilis est et insignis;”
6. “…qui propter causam religionis supplicia subeunt, voces sum tempus mortis, tanquam cycneas cantiones,”
7. “…et in memoriis et sensibus eorum diutissime inhaerere et permanere”
8. James Rennie, the Architecture of Birds, s.308, Pub. Charles Knight, 1831.
9. J. Rennie, a.g.e., s.308.
10. J. Rennie, a.g.e., s.308.
11. J. Rennie, a.g.e., s.308.