Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
ÇEVİRİNİN ORTAKLIKLARI
Tomris Uyar
Ortak çeviriye neden girişildiği konusunu yanıtlamadan önce konunun sınırlarını çizmeliyim: bana göre, çevirmenlerin aynı yazardan ya da şairden tek başlarına yaptıkları çevirilerden oluşturdukları bir kitap ‘ortak çeviri’ kapsamına girmez, daha çok bir derleme niteliğindedir. Bölümlerini paylaştıkları bir roman, şiirlerini paylaştıkları bir şiir kitabı da yine bu görüş doğrultusunda ortak bir ürün sayılamaz. Çünkü ortak çeviri, birlikte solunan bir dil ortamı, birlikte kurulacak bir biçem gerektirir. Peki kişi, kendi başına pekâlâ üstesinden gelebileceği bir çeviriyi neden başkasıyla paylaşmak ister ki?
İkisinin de sözkonusu kitabı çok sevmeleri, anadillerine birlikte kazandırmak istemeleri olabilir yanıtlardan biri. Ama bu yanıt, profesyonel bir bilinçten çok amatör bir coşkuya dayalı olduğundan iyiniyette düğümlenir çoğu kere. Geliyoruz ikinci yanıta…
Cemal Süreya ile dergilerde kalmış tek tük şiir çevirilerimiz dışında, kitaplaşmış iki ortak çevirimiz var: Exupery’nin Küçük Prens’i ile Apollinaire’in Bir Aşk Kırgınının Şarkısı. Bu çevirileri yapmak için Cemal Süreya’nın benim yardımıma gereksinimi yoktu: Fransızcayı bilen oydu; bana, onun önerdiği Türkçe karşılıkları benimseyip benimsemediğimi belirtme görevi düşüyordu. Tek ciddi çekişmemiz, kitabın adında oldu. Cemal Süreya Bir Aşk Kırgınının ‘türküsü’ demekte diretiyordu, bense chanson geleneğinden gelme bir yazarı türkü aracılığıyla Türkçeleştirmeye kesinlikle karşıydım. Demek bu çevirilerde ortak seçilmemin asıl nedeni, dilinin büyüsüne kapılıp çeviriyi özgün metine göre çok daha sevimli, alımlı hale getirebilecek bir şairin bu eğilimini bir anlamda denetleyebilmemdi. Seçtiğimiz yapıtların, kuru bir dille çevrildiklerinde büyülerini yitirecekleri, öte yandan coşkuyla bezendiklerinde kendilerine özgü yalınlıktan uzaklaşacakları belliydi. Belki de evde sık sık yaptığımız bu tartışmayı somutlamak için bu ürünleri seçmiştik.
Günler yetmiyormuş gibi geceleri de uykudan fırlayıp yeni önerileri sigara paketlerinin arkasına yazıyorduk. Gören olsa, dünyayı kurtarmakta kararlı olduğumuzu sanırdı. Birbirimizin diliyle zenginleşiyorduk galiba.
Bir başka yazımda da söylediğim gibi, Cemal Süreya’nın sonraları Küçük Prens’i başka bir yayınevinde yalnızca kendi imzasıyla yayımlatma isteğine karşı çıkmadım; maddi koşulların baskısını bilmez miyim? Telefondaki sesinin titremesinden de etkilendim tabiibelki de yaşam süresince yapılabilecek en uygunsuz tekliflerden biriydi, biliyordu, ama sıkışmıştı paraca. Tek koşul ileri sürdüm. yeni basımlarını hep benim gözden geçirdiğim çeviriyle artık kendisi oynayacaktı, ben asla! Ortak çeviri, ikiye bölünemezdi bence. Onu bölmek, çeviri sırasında yaşanılan zor ve keyifli saatlere bir ihanetti. Olsun varsın!
Yanıtlardan biri de Turgut Uyar’la birlikte çevirdiğimiz Lucretius’un Evrenin Yapısı adlı yapıtında yatıyor. Konu bambaşka. İkimiz de Latince bilmiyoruz. Ben ünlü düşünürün ne dediğini İngilizce çevirilerinden, yarım yamalak Fransızcamla sökebildiğim Fransızca çevirilerinden kavramaya çalışıyorum. Dizilerde elli bir vuruşu geçmemek gerekiyor yayınevinin aynı dizide yer alan öbür örneklerine bakıldığında. Latincesinden de şairin en azından uyak gözetip gözetmediğini, tümceleri nasıl böldüğünü anlayabiliyoruz. Ama bu çevirinin ‘ortak’ olması şart, değil mi? Yani yabancı dil bilen biriyle Türkçeyi avucunun içi gibi bilen birinin ortaklığı. Yabancı dil bilen çevirmen şiir yazmıyor, dolayısıyla dizelerin nasıl kurulacağını da pek kestiremez; şairse bu dizelerin uzmanı.
Ortak çeviri, ancak zorunlu durumlarda yapılabilir, demek istiyorum. İki ayrı kişiliğin biçemlerinin birbirinden ayırdedilemediği bir birliktelik ortamında. İki yarımdan değil, ancak iki bütünden bir bütün yaratılacağına inanıldığında.
Kaynak: Tomris Uyar, Tanışma Günleri / Anları (1989-1995), Sf.87-89, Can Yay. 1995.