Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Presokratik felsefeye giriş (Galatasaray Üniversitesi, Felsefe Kulübü, 1 Kasım 2022)

Bugün Galatasaray Üniversitesi, Felsefe Kulübü’nün konuğu oldum. Presokratik felsefeye bir giriş yaptık. Ev sahipliği için Felsefe Kulübü’ne ve dinlemeye gelen herkese teşekkür ederim.

Konuşma metni:

<Presokratik> Felsefeye Giriş

Dr. C. Cengiz Çevik

Merhaba değerli dostlar, bugün burada sizlerle birlikte olmaktan dolayı memnuniyet duyuyorum, felsefe atölyesi etkinliklerine benimle başladığınız için kendimi onurlandırılmış hissediyorum. 

Felsefeye giriş kitapları veyahut bu konuda yapılmış olan konuşmalar genelde birkaç şablon üzerine kuruludur. Ya yazar veya konuşmacı tarihsel bir perspektif çizerek felsefe tarihinin ana hatlarını anlatır ya da genel olarak felsefenin ne olduğu üzerinde durarak genellikle felsefenin sorgulayan akıl ve niteliğine değinerek başlar, sonra felsefe tarihindeki en önemli tartışmalara, düşüncenin seyrindeki kırılma anlarına ve elbette filozoflara değinir.

Ben ise bugün sizlere elbette antik batı felsefesini ilgilendiren bir “felsefeye giriş” konuşması hazırladım. Önce kısaca tarihsel dönemlere bakalım. 

Antik felsefe tarihi genellikle dört döneme ayrılır:

  1. Presokratik / Sokrates Öncesi Dönem (MÖ 7-6 YY.)
  2. Sokrates ile Birlikte Klasik Dönem (MÖ 5-4. YY.)
  3. Sokrates Sonrası Helenistik Dönem (MÖ 4-2. YY)
  4. Roma Dönemi (MÖ. 2-MS 5.YY)

Burada bizi ilgilendiren elbette tarihsel olarak 1. Dönem. Ancak bu tarihsel dönemlere baktığımızda, felsefedeki ekol ve filozofların fikir ve tartışmalarının genel eğilimi göz önünde tutulduğunda Sokrates’in belirleyici kimliğinden söz etmek mümkün. Ondan önceki, onunla başlayan ve ondan sonraki dönem göze çarpıyor. Bugünkü konuşmamızın başlığında yer alan “<Presokratik>” ifadesinin de bize anlatmak istediği şey de budur. Ancak “Presokratik” yani Türkçesiyle “Sokrates öncesi” ifadesi modern bir buluştur. 

Bu ifadeyi gördüğümüz en eski metin 1788 tarihli,  Johann August Eberhard’ın Genel Felsefe Tarihi’dir. Eberhard burada “vorsokratische Philosophie” yani Presokratik felsefe tamlamasını kullanıyor.

Ancak bu, Sokrates ile ondan öncekiler arasında büyük bir ayrım olduğu düşüncesinin ilk defa dile getirildiği metin değildir. Antik dönemde de Sokrates ile ondan öncekiler arasında bir ayrım yapılması gerektiğini düşünenler olmuştur. 

Bunlardan en önemlisi Romalı Cicero’nun bir sözüdür: 

Socrates autem primus philosophiam devocavit e caelo et in urbibus collocavit et in domus etiam introduxit et coëgit de vita et moribus rebusque bonis et malis quaerere. (Tusculanae Disputationes 5.4.10-11)

Bu ayrım antik dönemde iki temel düşünceye dayanır: Bunlardan birincisi Sokrates’ten önce doğa felsefesi yapıldığı, Sokrates’le birlikte ise insan felsefesine dönüldüğüdür. İkinci ayrım ise birincisine bağlı olmakla birlikte, Sokrates ve sonrasındaki filozofların doğa üzerine olgusal değil, insan meseleleri üzerine kavramsal bir incelemeye yöneldiği düşüncesini savunur.

Bugün burada bu konudaki tartışmalara değinmeyeceğim.

Biraz daha geriye giderek “Yunan felsefesinin Önöyküsü” diyebileceğimiz evrendoğum yani kozmogoni üzerine yorumlardan bahsedeceğim, daha sonra bu yorumlardan sonra düşünce tarihinde karşımıza çıkan Yedi Bilge’yi ve onlardan biri olan Thales’i anlatacağım.

Yunan düşünce tarihinin veya felsefesinin doğuşu, yarı şair yarı düşünür ama daha çok şair olan, Aristoteles’in tabiriyle «θεολόγος» (theologos) olan Hesiodos ve Orpheus gibi kişilerin tarihine denk gelir. θεολόγος «tanrılarla ilgili konuşan, onlarla ilgili meseleleri anlatan» anlamındadır.[1] Tanrılar üzerine konuşmak, aslında sadece evrenin ve yeryüzünün oluşumu üzerine değil, aynı zamanda görünen yani fenomenler alemi üzerine de konuşmayı gerektiriyordu. Başka deyişle doğa ile tanrıların etki alanı birbirinden ayrılmamıştı, tanrılar üzerine konuşmak doğa üzerine konuşmaktı. İçeriği şöyle özetleyebiliriz: 

Doğa ile gece, gündüz, yıldızlı gökyüzü, yeryüzü, deniz, dağlar, ırmaklar, rüzgâr gibi doğa fenomenleri kişisel ve tanrısal varlıklar olarak görülür, diğer tanrıların birleşmesinden doğan ve bu nedenle ortak bir ilk ana babadan gelen kısmen erkek kısmen dişi varlıklar olarak düşünülür.[2] Doğanın kişileştirilen mitolojik yorumuyla karşılaşıyoruz.

Bu alanda en önemli ve en etkili şair Hesiodos’tur. (MÖ 750-650) Hesiodos’un tanrılarla görünür dünyanın meydana gelişine ilişkin spekülasyonları bir kısmı eski tasarımlara hatta çağlar öncesinin halk inanışlarına dayanır. Sadece mitoloji deyip geçemeyiz, içinde bir akıl yürütme vardır. “Her şeyden önce Khaos vardı, sonra da geniş göğüslü Gaia, tüm şeylerin dayandığı kaynaktı… Khaos’tan Erebos yani Karanlık ile kara Gece doğdu, Gece ile Erebus çiftleşti Aither ile Hemera yani Gün doğdu. Gaia kendine benzeyen yıldızlı Uranos’u doğurdu.” Bu akıl yürütme sürdürülerek var olan her şey açıklanmış oluyordu.

Merak etme kabiliyeti veya eğilimi olan her insan her şeyin nasıl meydana geldiğini anlatan Hesiodos’un metnini okuyunca heyecanlanabilir ama bu, dinî ve mitolojik bir anlatının uyandırdığı bir heyecandır. 

Ancak yine de bu mitolojik ve dinî karakter, Yunan felsefesinin Hesiodos’la başladığı yönünde bir fikrin gelişmesine engel olmamıştır, mesela felsefe tarihçisi Gigon 1945’te bu fikri savunmuştur. 

Ancak çok daha yaygın bir felsefe tarihi anlatısı vardır ki, ona göre olayları Hesiodos gibi mitolojik bir anlatıyla açıklamak, tam anlamıyla bir rasyonalite yani akılcılık, aklı odak alarak, ondan hareketle olayları açıklamak değildir. 

Yıllar önce bir din adamı bana şöyle demişti: “Bilim her şeyi açıklamakta yetersiz.” Ben de şunu sordum: “Peki, din her şeyi açıklıyor mu?” “Evet” diye cevap verdi. Odak noktasında dinin yaptığı açıklamanın rasyonel yani akla uygun, akılcı olması değil, bizatihi açıklama yapıyor olması vardı. 

Türkçede güzel bir sözcüğümüz var “lâf” diye, mesela birisi akla uygun olmayan, temelsiz bir şey anlattığında, “bu söylediğin sadece ‘lâf’” deriz. Kubbealtı Lugatı’nda “lâf” maddesinde şöyle denir: “Lâf kelimesinde ‘söz’ kelimesine göre bir olumsuzluk anlamı vardır ki özellikle deyimlerde ortaya çıkar”. 

Nitekim “lâf”ın anlamlarından biri de şu: “Faydası olmayan, sonuç vermeyecek söz, uygulanamayacak boş lakırdı.” İşte, Yunan felsefe tarihinin başlangıç noktasıyla ilgili olarak, Hesiodos ve diğer mitoloji yazarlarının anlattığı şeyleri sadece “lâf” olarak gören felsefe tarihçileri olmuştur. 

Bu yüzden Lâf’ın Yunancası olan mythos (μῦθος) ile sadece lâf olmayan anlatılar arasında bir kıyas yapmışlardır. Yunan düşünce tarihinin belli bir noktasında sadece lâf veya mythos (anlamları: Söz, konuşma, halka açık konuşma, söylenen şey, konu, deyiş, öykü, kurgu) olmayan, ardında akla uygun bir temellendirmenin bulunduğu yani bir aklın, yani logos’un (λόγος) bulunduğu bir anlayış aranmıştır.

Logos’un anlamları: Hesaplama, tartma, hesap, değerlendirme, değerlendirmeye dayanan ölçü, değer, ilgi, oran, orantı, açıklama, teorik açıklama, argüman, tartışma, mantıkta önerme, kural, ilke, yasa, tez, hipotez, akıl, temel, aklî yasa, düşünme, usavurma, muhakeme

Mythos ile Logos arasındaki ayrımı, anlamların bütünü aslında açıkça ortaya koyuyor.

Andre Laks’ın tabiriyle burada üç temel karşıtlık vardır:

  1. Öyküsellik ve argümantasyon
  2. Kurgu ve gerçeklik
  3. Uzak geçmiş ve yakın şimdi

Daha önce mythos ile logos arasında “doğruluk” meselesi açısından bir farklılık yoktu, yani doğru olan kurgudur veya gerçekliktir denmiyordu. Öyküsellik veya argümantasyon doğruluk açısından daha tercih edilesidir, denmiyordu. Ama zaman içinde metinlerde Mythos ile Logos arasındaki ayrım, öyküleme ile argüman üretme durumları arasındaki ayrım olarak belirince kaçınılmaz olarak mit anlatıcısıyla logos anlatıcısı yani kurgu anlatan ile argüman üreten arasında da bir ayrım olduğunu söyleme ihtiyacını doğurmuştur.

Tümüyle belirleyici olup olmadığı tartışmalı, ancak Platon’un Sofist diyaloğunda (242c8 ve 244a3-b4) kendisinden önce varlığın bir mi çok mu olduğu konusunda konuşmuş olan tüm düşünürleri, başta Parmenides’i mythos, yani öykü anlatan kişiler olarak tanımlar. Sorun nerede? Sorun, Platon’un perspektifine göre, bu eski düşünürlerin teolojik bir çerçevede yazmış olmaları değildir, sorun varlıkların kaç tane olduğunu söylemekle birlikte, onların ne olduğunu söylememeleridir. Onlar betimleyiciler, tanımlayıcı değiller. Masalcılar, masal anlatanlar betimleyicidir, tanımlama sürecinde argüman üretenler değildir. Presokratiklerin en meşhuru sayabileceğimiz Heakleitos’un Homeros ve Hesiodos gibi şairlerle ilgili ne söylediğini hatırlarsınız. Homeros “Keşke tanrılar ve insanlar arasındaki çatışma tümüyle bitse” diyor (Ilias 18.107). Herakleitos bu sözü eleştiriyor ve “karşıtlar olmasa hiçbir şey olmaz” demeye getiriyor (Arist. EE 7.1 1235a25-28), başka bir yerde ise Gece ve Gündüz’ü iki ayrı varlık olarak anlatan Hesiodos’u eleştirerek “o gece ve gündüzün bir olduğunu anlamıyor” demiştir. Masalcı gece ve gündüze dair masal anlatırken, akıl yürüten gece ve gündüzü tanımlayarak onların ne olduğunu ortaya koymaya çalışır.

Haklı olarak aklımıza şu soru geliyor, bir anlatının betimleme mi, tanımlama mı olduğunu nasıl anlayacağız? Örneğin Platon’un Yasalar’da aktardığı (715e) Orpheusçu teolojideki şu anlatıyı ele alalım: “Her şeyin başını, sonunu ve ortasını tanrı elinde tutar ve doğası gereği devinimini tamamlayarak doğru yoldan hedefine gider. Ama onu, tanrısal yasayı çiğneyenlerin yargıcı olan Dike yani Adalet izler her zaman.” Burada betimleme ile tanımlama iç içe değil mi? Tanrı ve adalet betimleme yoluyla tanımlanmıyor mu? Evet, tanımlanıyor. Ancak Presokratik yani Sokrates Öncesi felsefeyi başlatmak için daha fazlasına ihtiyaç var. O daha fazlayı belirleyen şey, “doğaya gitmek”tir. Doğaya piknik yapmak için gitmiyorsun, kafandaki problemleri çözüme kavuşturmak ve kafanda beliren sorulara yanıt aramak istiyorsun, bunun için doğadaki şeylerin oluş ve bozuluşunu, yani “görünen şeyler” anlamındaki fenomenler aleminde ne olup bittiğini öğrenmek istiyorsun. İşte bu istek, Presokratik felsefenin başlangıcıdır.

Presokratikler bağlamında literatürü taradığımızda karşılaştığımız ilk isim Miletos’lu Thales’tir. Ama ona geçmeden önce onun da ait olduğu bir gruptan bahsetmek durumundayız.

Thales aynı zamanda Yedi Bilge’den biriydi. (Yedi Bilge: Mytileneli Pittakos, Prieneli Bias, yasakoyucu Solon, Lindoslu Kleobulos, Khenailı Myson, Spartalı Khilon ve Miletoslu Thales) 

Bu Yedi Bilge’nin de “bilgece” sözleri vardı, öyle ya Yedi Bilge diyoruz. Literatürde onlara dair çok anlatı var, bunlardan birisini size aktarmak istiyorum. Platon, Protagoras 343a’da şöyle anlatır: «Bu yedi bilgenin hepsi, Lakedaimonlulara özgü manevi gücün yandaşları, hayranları, çömezleriydiler. Bu nedenle bilgeliklerinin kısa, anmaya değer özdeyişlerden meydana geldiği kolayca anlaşılır. 

Bunlar toplanıp bir araya gelmişler ve bilgeliklerinin ilk ürünlerini Delphoi tapınağında Apollon’a sunarak dillerden düşmeyen şu özdeyişleri oraya kazımışlar: ‘Kendini Bil’ ve ‘Aşırılıktan kaçın’» Yedi Bilge’ye atfedilen birçok özdeyiş vardır. (Ek’e bkz.) bu özdeyişler bireyin toplumsal konumunu ve yükümlülüklerini hatırlatan kısa sözlerdir, bilgece tavsiyelerdir ama asla sistematik bir felsefî düşünüşün izlerini taşımaz. Sadece yönetici kesiminin buyurgan ahlak söylemini yansıtırlar. Bu şaşırtıcı değildir. Çünkü bu yedi bilgenin büyük bir bölümü devlet adamıdır. Pittakos (MÖ 640-568) Mytilene’nin yöneticisi, aristokrasinin gücünü azaltıp halkın desteğiyle iktidarını sağlamlaştıran bir adam. Priene’li Bias (MÖ 6. yy.) politikacı ve yasakoyucu. Atinalı Solon (MÖ 638-558) ünlü bir reformcu ve yasakoyucu, Atina demokrasisini şekillendiren tarihsel figürlerden birisi. Kleobulos Lindos’un tiranı (MÖ 6. yy.). Spartalı Khilon da bir devlet adamı.

Peki bu yedi bilge nereden çıktı? Tarihsel, toplumsal ve politik açıdan farklı yorumlar getirilebilir. Burada tüm yaklaşımları ele alamayız, zamanımız yetmez. Ancak Homeros ve Hesiodos mitolojilerine egemen olan mutlak ataerkil monarşilerin yıkıldığı, aristokratik rejimlerin inşa edildiği bir süreçte, bilhassa ticaret yoluyla komşu kültürlerle temasa geçildi. Mitolojiye egemen olan tanrısal ama ölçüsüz gücün neden olduğu sorunlar, aristokratik bir düzende “en iyi olan” üzerine yasa ve gelenek oluşturma gereğini doğurdu. Bu enteresan bir durumdur. Mitolojiye bakıyorsun, tanrılar her türlü rezilliği yapıyor ve kendileri belli bir yasanın takipçisi olarak görünmüyor. Bu yüzden tarihin bu döneminde yani Milat’tan önce altıncı yüzyılda Yunan coğrafyasında mutlak monarşinin yol açtığı zorbalık ile demokrasinin neden olduğu haksız eşitliğe dayanan güç suiistimalleri arasında aristokrasi bir denge rejimi olarak karşımıza çıkıyor. Bu denge rejiminin bizi sürekli yasaya ve geleneğe uymaya çağırması kaçınılmazdır. Bu konuyla ilgili Alfred William Benn’in faydalı bulduğum bir değerlendirmesi var. Onu sizinle paylaşmak istiyorum.

Uygarlığın erken bir aşamasında insanlar, topraklarının veya kabilelerinin yasa ve geleneklerini öğrenmekle ahlak felsefesi veya soyut doğru davranış ilkeleri hakkında düşünme zahmetinden kurtulurlar; tıpkı mitolojinin onları, doğal süreçlerin bilimsel açıklamalarını bulma zahmetinden kurtarması gibi. Ancak, her birinin kendi yasalarının olduğu bir dizi küçük devletin yan yana olduğu yerlerde (her şeyden önce, topluluğun bireysel üyelerinin, özel işlerini yönetiminde belirli bir takdir yetkisi kullanmak için kendilerini gelenek boyunduruğundan şimdiye kadar kurtardıkları yerlerde), bir tür ahlaki rasyonalizm, bazı şeylerin otorite tarafından emredildikleri için değil kendi içinde iyi oldukları için yapılması gerektiği düşüncesi ortaya çıkacaktır.” Başka deyişle toplumsal yasa ve gelenekler, ahlak felsefesi üretme gereğinin önüne geçmektedir. Neyin doğru olduğunu yasalar ve gelenek belirler, neyin doğru olduğuna ilişkin akıl yürütmeye gerek yoktur. Yedi bilgeye atfedilen sözlerdeki o buyruk havasının kaynağı burada olabilir. Bununla birlikte Marksist tarihçi George Thomson ünlü Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler: İlk Filozoflar adlı eserinde, yedi bilgeden olan yasakoyucu Solon’un toplumu nesnelleştirmesinden bahseder, bu nesnelleştirme aslında bireyin sevgide ve nefrette ortak olan bir topluma hazırlanmasını gerektirir. Dolayısıyla iyi ya da kötü Yazgı’nın nedeni doğal ya da doğa üstü değil, toplumsaldır. Başka deyişle yasasızlık kente en büyük belaları getirir oysa yasalara uygunluk her şeyi güzel ve düzgün kılar, kötülük yapanları devamlı önler, pürüzleri düzeltir, aşırılıkları kontrol eder, gururu kırar. Yedi bilginin sözleri de yasalara uygunluk ile aynı sonucu amaçlamıyor mu? Ancak Solon’un reform girişimi başarısızlıkla sonuçlandı, çünkü yasalar önünde eşit ve ahlaki kurallar önünde eşit olan vatandaşlar mülkiyet paylaşımı konusunda eşit değildi.  Marx ve Engels’in ünlü Alman İdeolojisi’nde söylediği gibi, “Yönetici sınıfın düşünceleri, her çağda yönetici düşünceler olmuştur.” Yönetilen halkın fikirleri, yönetici fikirler olma sürecinde bulundukları devrimci dönemler dışında daima baskı altında tutulur ve yönetici sınıf tarafından çarpıtılır. George Thomson böyle diyor. Yedi bilgenin fikirleri, bu açıdan bakıldığında yönetici sınıfın görmek istediği ahlak idealini özetliyor. 

19. yüzyılın büyük felsefe tarihçilerinden olan Eduard Zeller felsefenin Yunan coğrafyasında serpilmesinin nedenini Yunanların kendi karakterlerinde, tarihlerinde ve coğrafyalarında arar. Bunu yaparken Yedi Bilge’yi felsefenin hazırlık dönemlerinden biri sayar.

Bu Yedi Bilge’nin içinde sadece Miletoslu Thales toplumda sözü geçen bir kanaat önderi olmakla birlikte bir matematikçi ve gökbilimcidir. Diğerlerinden ayrılır.

Onu farklı kılan nedir? Onu batı felsefesinin kurucularından biri saymamıza neden olan şey nedir?

Her şeyden önce Thales Miletos’ludur. Miletos MÖ 6. yüzyılda Küçük Asya’daki İon şehirlerinin en zenginidir. Bazı felsefe tarihçilerine göre, ki Alfred William Benn de buna dahil, en gelişmiş kentlerden biridir, etrafını çevreleyen nispeten barbar görünen coğrafyadan daha az etkilenmiştir ve entelektüel olarak diğer Yunan kentlerden daha kültürlü bir yerdir. Homeros şiirlerinin tanrıların oldukça gülünç bir şekilde sergilendiği bölümlerinden dolayı Miletos ve diğer Ionya kentlerindeki Yunanlılar arasında dini şüpheciliğin kısmen erken bir tarihte başladığını biliyoruz. Şüphe! Şüphe öyle önemli bir kavramdır ki teorik dünya bilgisi ile pratik yaşam bilgeliğini bir araya getirmeyi gerektirir. Masallar bunu yapamaz. Eduard Zeller’e göre Ionyalı bilgenin yaptığı şey budur. Denizci denizdeki güzergahı için her zaman yıldızların gözlemine güvenmek zorundaydı. Bu durum sistematik gökyüzü gözlemini teşvik etmiş olabilir, nitekim Thales’e denizcilik astrolojisinin affedilmesi aşağılayıcı görünmüyor, bu dönemin ortak özelliği bilgilerin doğa üzerine yazmalarıdır.

Plutarkhos’un Solon biyografisinde yazdığına göre (3.8.1-3 80b-c) Yedi Bilge döneminde sadece Thales’in bilgeliği (sophia), theoria’sıyla pratik gereksinimlerin (χρεία, khreia’ların) önüne geçmiştir.

Theôria: Bakma, izleme, temaşa etme, bakılan şey üzerine fikir yürütme, düşünme, teori üretme.

Thales’i Thales yapan şey, onun bilgeliğindeki theoria’nın sadece gereksinimlere dayanmaması, baktığı, incelediği doğa üzerine fikir yürütmesi, şüpheciliği ve merakıdır.

Diğer bilgeler ise ἀπὸ τῆς πολιτικῆς ἀρετῆς (apo tês politikês aretês) yani “politik erdemlerinden ötürü” σοφία (sophia) yani “bilgelik” adına sahiptir.

Diogenes Laertios’ta da benzer bir fragmana sahibiz. Thales’in politik meselelerden yani işlerden sonra (μετὰ δὲ τὰ πολιτικὰ, meta de ta politika) doğa araştırmasına (φυσικῆ θεωρία, physikê theoria) geçtiği söyleniyor. Bazılarına göre doğa üzerine ilk konuşan oymuş.

Yine Diogenes Laertios 1.34’te bulunan bir fragmana bakarsak, “bilge Thales Yedi Bilge içinde gök cisimleriyle ilgilenmiş / yıldız gözlemiyle meşgul olmuştur.”

Burada geçen ἀστρονόμημα (astronomêma) yıldız gözlemi, gök cisimlerini inceleme anlamındadır.

Flavius Josephus, Apion’a Karşı 1.2 (DK A11) fragmanında ise Thales’in “gökyüzü ve tanrılar üzerine felsefe yapan ilk Yunanlar arasında yer aldığı söylenir. (τοὺς περὶ τῶν οὐρανίων τε καὶ θείων πρώτους παρ᾽ ῞Ελλησι φιλοσοφήσαντας, οἷον Θάλητα…)

Bu fragmanlar bize Thales’in diğer bilgelerden farklı olarak gökyüzünü, gökyüzündeki cisimleri ve tanrıları araştırdığını anlatıyor.

Peki, Thales bu alanlarda nasıl çalıştı? Ne yazdı?

Aynı Flavius Josephus fragmanında Thales’in çok az eser kaleme aldığı söyleniyor, bunlar Yunanların en eski eserlerindendir, hatta bunların onlar tarafından yazıldığına zor insanlar olduğu da söyleniyor. Bu, aslında Thales ve dönemi olan MÖ 6. yüzyılın Yunan felsefe kaynaklarının özgünlüğünün antik dönemde bile tartışmalı olduğunu gösterir. Thales’in eserleri günümüze ulaşmadı ama antik dönemin sonraki çağlarında bile bir ulaşım veya özgünlük sorunu olduğu aşikar. Kaynak sorununa dikkat çekiyorum.

Ancak yine de Thales’in eserleriyle ilgili az da olsa bilgimiz var. Bir Diogenes Laertios fragmanında (1.23 = A1) Kendisine “Denizcilik Astronomisi” olarak adlandırılan bir metnin atfedildiğini öğreniyoruz. Buradaki astrologia terimi, günümüzdeki astroloji’nin atasıdır, ancak onunla karıştırılmamalı, daha çok bilimsel bir çalışma alanı olan astronomi yerine kullanılan bir sözcük. 

Aynı fragmanda başka bazı yazarların Thales’in sadece iki eser yazdığını söylediği bilgisi de var. Bu iki eserin başlıkları şunlar: Περὶ τροπῆς (Peri tropês) ve Περὶ ᾽Ισημερίας (Peri Isêmerias)

Plutarkhos kaynaklı başka bir fragmanda ise (Pyth. orac. 18 403A [DK B1]) yine Thales’e Ἀστρολογία (Astrologia) başlığını taşıyan bir eser atfedildiğini görüyoruz.

Anlaşılan o ki, kaynaklarda Thales’in eserlerinin sayısı ve adları konusunda bir görüş ayrılığı var ama üç aşağı beş yukarı hangi alanda çalıştığı belli, gökyüzü, gök cisimleri, gündönümü ve ekinoks gibi astronomik olaylar ve tanrılar.

Peki, bu çalışmanın felsefe tarihindeki yeri nedir?

Literatürde Thales’in felsefe tarihindeki yerini konumlandıran en önemli kaynağımız Aristoteles’tir. Metafizik A3 983b20–21 (DK A12): “Thales bu türden felsefenin kurucusudur” diyor. Bu, ne tür bir felsefe? Bu, nesnelerin bir veya birden fazla töz ya da ilkeden kaynaklandığını araştıran, bu konuda argüman üreten felsefedir. Nitekim yine Aristoteles’in Metafizik 983b18-22’de belirttiğine göre, Thales “<her şeyin kaynağı olan temel ilkenin> su olduğunu söyler.”

Başta söz ettiğimiz gibi Thales her şeyi, tüm evrendeki oluşumu tanrılara veya tanrısal varlıklara mitolojik, yani öyküye dayalı bir anlatımla atfetmemiş oluyor. Her şeyin kaynağını suda bulmak, var olan şeyleri doğaya giderek açıklamaktır. Doğayla ilgili bu açıklamalara birçok örnek verilebilir. Örneğin Thales sadece bir evren olduğunu, yıldızların topraktan meydana geldiğini ama mevcut durumda alev halinde olduğunu düşünür, yine ona göre Güneş topraktan yapılmıştır. Yeryüzü suyun üzerinde duruyor. Mısır’daki Nil Nehri’nin her yıl düzenli bir şekilde taşmasının nedeni rüzgârdır. 

Bu açıklamalar olayların tanrılarla değil, doğal fenomenlerle gerekçelendirildiğini gösteriyor. Bu yüzden, Simplikios’un Aristoteles’in Fizik eserine yazdığı yorum metninin bir yerinde (23.29-32; DK B1) Thales’in doğa araştırmasını Yunanlara açan ilk kişi olduğu söylenir.[3] Daha önce gördüğümüz Diogenes Laertios 1.23-24’teki φυσικη θεωρία (physikê theôria) «doğa çalışması, araştırması, doğa üzerine araştırma» tamlaması da bu minvaldedir. ilkinde öne çıkan kavram historia, ikincisinde öne çıkan kavram theoria’dır. Bunlara başka bir fragmanda bir kavram daha ekleniyor. O da (Ps.-?) Hippol. Ref. 1.1’de (≠ DK) bulunur. Buan göre Miletos’lu Thales φιλοσοφία φυσικη (philosophia physikê) yani “doğa felsefesi, doğa üzerine felsefe” yapan ilk kişidir.

Karşımıza çıkan kavramlar:

peri physeos Historia

physike theoria

philosophia physike

Peki, bütün bu kavramlar ne anlama geliyor?

Felsefeci Attilla Erdemli’nin Mitostan Felsefeye başlıklı çalışmasında şöyle bir özet var, bunu anlamlı buluyorum:

Onca birikimin bir yerden filizlenmesi, kendisini açığa çıkartması gerekirdi. Öyle de oldu: Bir küçük başlangıç, bir büyük yolun ilk adımı oldu. Bu yalnızca felsefenin ya da felsefece düşünmenin ilk adımı değildi; Bu aynı zamanda bilimin ya da bilimsel düşünmenin de ilk adımıydı. Buraya dek Sümerler’de, Mısır’da, Mezopotamya’da ve diğer merkezlerde ortaya çıkan gelişmelere bakarak bilimsel düşünmenin ve bilimin başlamış olduğunu söyleyegeldik; oralarda birçok alanda bilim adına başlangıç ve hatta ilerleme sayılabilecek önemli insan başarıları vardı. Şimdi nasıl oluyor da Miletos’ta Thales ile felsefe yanında bilimin de başladığını ileri sürüyoruz? Buradaki ayrım bilginin ve bilgilenmenin amacı uyarınca yapılmaktadır. Bir bilgi uğrağı, bilgi dışında bir amaç için de yapılabilir, bilginin kendisi ya da bilmek için bilmek yolunda da yapilabilir. Söz konusu merkezlerdeki çalışmalar bilmek için bilmekten başka kaygılarla yapılmaktaydılar. Salt merak, yalnızca “şey”i bilme isteğiyle araştırmak ayrı ve saygın olabilen, günlük, hatta yaşamsal kaygılar güden başka amaçlar için araştırmak ayrıdır. Geleceğini merak eden krala bir şeyler söyleyebilmek için yıldızları ve devinimlerini yıllar süren ciddi bir tutumla izlemek, incelemek, geçerli saptamalarda bulunmak ile gökyüzündeki devinimin ne olduğunu merak ederek izleyip incelemek arasında azımsanmayacak bir ayrım vardir. Her ikisinde de önemli bilimsel veriler toplanıp önemli sonuçlara varılabilir fakat bu durum iki bilgi duruşunun aynı olduğunu göstermez.

Gerek felsefeyi gerek bilimi başlatan tutum halis bilme isteğine dayanır: Felsefe ne başka bir amaç için ne de bilmek isteyenin dışındaki bir güç uyarınca bilgilenmek ister. Felsefe bilgi olayının en vazgeçilmez özelliği ile ortaya çıkar: Özgürlük. 

Aristoteles şöyle diyor: “Nasıl ki, bir başkasının amacı için degil, kendi amacı için varolan insan’a özgür insan diyorsak, aynı şekilde bu bilimi biricik özgür bilim olarak aramaktayız. Çünkü yalnızca o kendi amacı için vardır.”

Felsefeyi Ortaçağ Skolastik düşüncesinde olduğu gibi, örneğin “Teolojinin hizmetçisi” (ancilla Theologiae) yaparsak, felsefeyi kendinde bir uğraş olmaktan çıkarmış oluruz. Oysa felsefe bir hayret, hayranlıkla karışık bir şaşırma durumuyla başlar. Demokritos’un dediği gibi, hayret ilerleyen süreçte, olgunlaşmaya dayalı olarak artık hiç hayret etmemeye yerini bırakır. 


[1] Arist. Metaph. 1000a9; 1071b27; Sext. Emp.M. 2.31; Cic. ND 3.21.53

[2] W. Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe 1, 25.

[3] Aynı yerde Thales’ten önce ve çağdaşı olan başkalarının da olduğu bilgisi var ama devamında deniyor ki, Thales onlardan öyle üstündür ki, kendisinden önce gelen herkesi gölgede bırakmıştır. 

Reklam

One comment on “Presokratik felsefeye giriş (Galatasaray Üniversitesi, Felsefe Kulübü, 1 Kasım 2022)

  1. Geri bildirim: Presokratik Felsefeye Giriş (Galatasaray Üniversitesi, Felsefe Kulübü – 1 Kasım 2022) [video] | Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) - Blog

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: