Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Stoa Felsefesi ve Doğa (Erdal Eren Kültür Merkezi, 24.8.2021)

Dün akşam Ataşehir Belediyesi, Erdal Eren Kültür Markezi’nin konuğu oldum. “Stoa Felsefesi ve Doğa” başlıklı bu konuşmaya katılan tüm dostlara teşekkür ederim. Katılamayanlar yukarıdaki youtube linkinden etkinliğin ses kaydını dinleyebilir ve aşağıdaki özet metinden fikir edinebilir.

Stoa felsefesi ile doğa arasındaki ilişkiyi özetlediğini düşündüğüm bir fragmanla başlamak isterim. Sizi 2300 sene öncesine götüreceğim.

“Stoa felsefesinin kurucusu olan Zenon ve tüm takipçileri tanrının her şeyde bulunduğu konusunda hemfikirdir, ancak o bazen zihin, bazen ruh, bazen doğa, bazen de durumdur.” [D88 Themistius, De Anima 2.64.25 (= SVF 1.158)]

Zihin: νοῦς (nous)

Ruh: ψυχή (psykhê)

Doğa: φύσις (physis)

Durum (alışkanlık, görünüm): ἕξις (eksis)

Zihin, malumunuz, “kendini ve çevresini bilmesinde rol oynayan idrak, tanıma, anlama, kavrama, hatırlama, sembolleştirme, muhâkeme ve soyutlama gibi faâliyetlerin bütünü”dür.

Bir an düşünün, tanrı anlayan, idrak eden değil, anlamanın, idrak etmenin kendisidir. Kabiliyetin kendisi tanrıdır, dikkat edelim. Bir insan bir şeyi anlıyorsa, işte o anlama faaliyeti ile eşitlenen bir tanrısallık anlayışından söz ediyoruz.

Anlama faaliyeti ölü bir faaliyet değildir. Canlıdır.

İşte tanrının “ruh” olması, bu duruma işarettir. Çünkü ruh canlılıktır. Psykhe’nin bir anlamı da “öz”, “kendilik”, “kişilik”tir. Siz hiç ölü birinin kişiliği olduğunu gördünüz mü? Canlı olanın kişiliği vardır, yani ruhu.

Yani Tanrı bir anlama faaliyeti, iki ruh, üç, konu başlığımızda geçen “doğa”dır.

Peki, doğa ne anlama geliyor.

Yunancada physis, “köken, doğum, var oluş anından itibaren korunan sistem, büyüme, büyüme eyleminin gerçekleştiği konum, karakter -ve belki de en önemlisi- meydana getirme gücü, substantia olarak Latinceye çevirdiğimiz ‘cevher’” anlamındadır. Bu yüzden tanrının “doğa” olması, aslında her şeyin kökeni ve nedeni olmasıdır. Evrendeki hiçbir şey tanrıdan bağımsız değildir, her şey ondan gelir, her şey ona aittir. Hatta bir fragmana göre “tanrı açıkça kötü şeylerin de kaynağıdır, pis suların ve solucanların, inançsızlık sergileyenlerin içinde bulunur.” [D89 (= SVF 1.159) a Tatianus, Ad Gr. 5] Tanrı’nın kapsayıcılığının farkındayız değil mi?

Elimizde ne var?

Tanrı bir anlama faaliyetidir, iki canlılık göstergesi olan ruhtur, üç her şeyin kökeni olan doğadır.

Zenon’un fragmanında tanrıyla eşitlenen dördüncü unsur “durum”dur demiştik. Eksis terimini ben çevirimde “durum” olarak çevirdim ama “alışkanlık, görünüm” anlamı da var, hatta tüm durumların bir bütünü olarak sistemin kendisini de ifade eder. O halde tanrı evrendeki tüm durumları, görünümleri, alışkanlıkları ifade eder. Hem tek tek parçaların kendilerini, hem de onların oluşturduğu bütünü.

Sonuç olarak Zenon’un tanrısı “anlama faaliyeti, ruh, doğa ve durum”dur.

Tanrı ile her şeyin ama özellikle de maddî alemin eşitlenmesi, kaçınılmaz olarak Stoacılığın materyalist bir felsefe olduğu sonucunu doğurmuştur. Tanrı ile madde arasındaki ilişkiye dair kurucu Zenon’un fikirleri farklı şekillerde anlatılagelmiştir. Kitaptan fragmanlara bak. “Tanrı havadır” [D84], Tanrının maddeyle ilişkisi [D85, D86], Evrenin zihni veya tanrı ateştir [D87].

Sadece madde değil, maddenin işlenişi ve oluşturduğu düzenin ardında tanrı vardır. Kitaptan fragmanlara bak. [D90-D94]

Böyle tanrısal bir düzende doğa yani physis “sanatsal ateş”tir. [D99]

Doğa da yaratır, ateş de.

Bu noktada ateşe yüklenen anlamın Herakleitos’un ateş anlayışını anımsattığını söyleyebiliriz.

Malumunuz Herakleitos diğer birçok Presokratik filozoftan farklı olarak bir doğa unsurunu arkhê yani her şeyin dayandığı temel element olarak görmemişti. Ona göre ateş evrendeki her türden zıt hareketin nedeni olan canlılığı ifade ediyordu. Evrendeki her şey ateşle takas ediliyordu, ateş her elementin yüzleşmek zorunda olduğu fiziksel bir gerçeklikti. Bu yüzden her şeyi ateşin temsili olan yıldırım tarafından yönetildiğini söylüyordu, yani Herakleitos’un “tanrısal” ateşi evrene egemendi. Stoacılar Herakleitos’tan çok etkilenmiştir. Doğanın sanatsal ateşe benzetilmesi Herakleitosçu bir tavırdır.

Doğanın ardındaki tanrısallık fikri üzerinde yeterince durduk.

Stoa felsefesi temelde bir ahlak felsefesidir. Klasik bir bölümlemeye göre, felsefe üçe ayrılır: Mantık, Fizik ve Etik. Stoacılar bir benzetme yaparlar: Felsefe bir meyve bahçesidir, mantık etrafı çevreleyen bir çit, fizik toprak ve ağaçlar, ahlak ise meyvelerdir.

Yani aslî amaç ahlaktır. Biz doğayı ve onun ardındaki tanrısal aklı, ahlaklı olmak için bilmek zorundayız. Bu yüzden ahlak ile doğabilimi yani fizik arasındaki bağlantı bir ahlak felsefesi yaratır.

Bu ahlak felsefesi de temelde basit bir kurala dayanır:

İnsanın hedefi doğaya uygun yaşamaktır.

Doğaya uygun yaşamak erdemli yaşamaktır. Başka deyişle doğa bizi erdemli yaşamaya yönlendirir. Erdemli yaşamaksa akla uygun yaşamaktır.

Üç kavramın iç içe geçtiğini görüyoruz: Doğa, Erdem, Akıl. Bu üç kavramı birbirinin içine gömen unsur homologia yani uygunluktur. Şu şekilde formülleştirelim: İnsan ne zaman mutlu olur? Kendisine uygun olan bir şeyi yaptığında mı, yoksa kendisine uygun olmayan bir şeyi yaptığında mı? İşte Stoacılar bu soruyu temel alarak insan kendine uygun olmayan bir şey yaptığında veya böyle bir duruma düştüğünde mutlu olmayacağını düşünür. Nitekim “mutluluk yaşamın sorunsuz akıp gitmesidir.” [D111]

Bu noktada mutluluk üzerinde durursak, Aristoteles’in eudaimonia yani “mutluluk” anlayışını hatırlayalım. Onun bağlamında mutluluk “İyi yaşama” demektir. Aristoteles’e göre eudaimonia, doğalarımızı tam olarak gerçekleştirerek, kapasitemizi en yüksek derecede gerçekleştirerek elde edilir. Kapasitemizin altında veya onu aşan her şey bizim için mutsuzluk kaynağıdır. Bu yaklaşım bizi kaçınılmaz olarak ölçülülük kavramına götürüyor, bir ölçüye, bizi kapasitemizi bilmeye yönlendirecek bir üst akla ihtiyacımız var. İşte o akıl, Stoacılara göre doğadır. Doğaya gideceksin.

Ama piknik yapmaya gider gibi değil, Delphoi kehanet merkezine gider gibi doğaya gitmekten bahsediyoruz. Delphoi kehanet merkezinin girişinde Kendili bil, Gnothi Seauton yazıyordu. Yani “sen tanrı değilsin” demektir o, kendini bil, yani ölümlü olduğunu anla. Bir gün ölüp gideceksin, aklî bir düzenin bir parçası olarak toplumsal kimliğine uygun bir yaşam sürmek zorundasın. Aksi halde kapasiteni yersiz bir şekilde zorlayarak kendini baskı altına alır, hiçbir zaman kendine ait olmayacak olan şeylerin peşinde harap olursun.

İşte bu noktada Stoacılar erdem fikrini öne çıkarıyorlar.

Diyorlar ki erdem “summum bonum” yani “en yüce iyi”dir. Bir şey erdemli değilse, iyi değildir. Bir insan erdemli değilse, iyi değildir. Bu noktada erdem olarak görülen iyi şeyler şunlardır: sağduyu, ölçülülük, adalet, yiğitlik ve erdeme götüren başka ne erdem varsa. Bir de kötü şeyler vardır: Düşüncesizlik, ölçüsüzlük, adaletsizlik, korkaklık ve kötülüğe götüren ne varsa. Bir de ne iyi ne kötü olan şeyler vardır: Yaşam ve ölüm ne iyidir ne kötüdür, iyi şöhret veya kötü şöhret ne iyidir ne kötüdür, acı ve haz ne iyidir ne kötüdür, zenginlik veya fakirlik ne iyidir ne kötüdür, hastalık veya sağlık ne iyidir ne kötüdür.

Şimdi diyeceksiniz ki, “sağlık” iyi değil mi? “Zenginlik” iyi değil mi? Hayır, Stoacılara göre bunlar ne iyidir ne de kötüdür.

Etkinlikten Fotoğraflar:

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: