Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Totaliterliğe giriş, ama ne için?

Polybius’ta siyaset döngüsü konusuna geri döneceğim ama önce biraz totaliterlikten bahsetmek istiyorum. Daha sonra da bu konuyla ilgili başka veri ve tespitlerimi paylaşabilirim.

Totaliterlik ya da totalitarizm Latincedeki totalitas teriminden geliyor (İng. totality, Alm. totalität, Fr. totalité, İsp. totalidad, İt. totalità). Latincedeki “bütün” anlamındaki totus sıfatından türemiş olan totalitas öncelikle “bütünlük” anlamında soyut bir isimdir ve özellikle de Ortaçağ Hıristiyan felsefesinde “tek elde toplanmış kudretin bütünlüğü” anlamında kullanılmıştır.

Kant’ın metafiziğinde omnitudo terimiyle aynı anlamda kullanılan totalitas “hiçbir şeye indirilemeyen çoğulluk <pluralitas> durumudur.” Kant bu çoğulluk durumunun her bileşeninde de (compositum) totalitas olduğunu düşünmüştür, örneğin dünyada totalitas karakteri varsa, bir elmada da totalitas karakteri vardır, keza elmayı meydana getiren bileşenlerde de. Başka deyişle totalitas “parçalanamaz olan mutlaklık” durumudur. Buna göre dünyaya ve hatta evrene (var olduğunu kabul edebileceğimiz her şeye) parçalanamaz mutlaklıkların yani totalitas‘ların bir bütünü olarak bakabiliriz.

TDK Türkçesiyle totaliterlik ya da totalitarizm “demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, bütün yetkilerin bir elde veya küçük bir yönetici grubunun elinde toplandığı demokratik olmayan devlet düzeni” anlamındadır. Totalitas kavramıyla ilgili yukarıda yapmış olduğum kısa açıklamayı da göz önünde tutarak düşünürsem, totaliterlikte “tüm yetkilerin parçalanıp dağıtılamayacağı” anlamı baskındır. Bu anlamda yine Ortaçağ felsefesinde Tanrı’nın tanımı olarak karşımıza çıkan noktanın (=Tanrı) “bütünlüğü ve tamamlanmışlık/kusursuzluk” hali (totalitas et perfectio) düşünülürse, totaliterlik aslında hiçbir eksik, gedik içermeyen tamamlanmışlığı gösterir. Yine bu felsefede, gramer terminolojisinden aşina olduğumuz perfectus (perfectum= -di’li geçmiş zaman, “oldu”) ve imperfectus (imperfectum= geçmiş hikaye zamanı, “oluyordu”) kavramları arasındaki fark Tanrı ile insan arasındaki farka denk düşer, zira insan tamamlanmamışken, eksikken “oluyor” durumunda, Tanrı ise tamamlanmış yani “olmuştur” (=oldu).

Totaliter bir rejimde adeta Ortaçağ felsefesinde sık karşılaştığımız bu Tanrı anlayışına uygun bir olmuşluk, kusursuz hale gelmişlik (perfectus) kabulü yatar, dolayısıyla yetkilerinin parçalanıp dağıtılamazlığının meşruiyetini bizatihi bu kabulünden alır. Yetkilerini tartışmaya açmadığı gibi, bileşenlerinin totalitas‘ını göz önünde tutarak, uygulamalarında yanılma payı olamayacağını varsayar. Dahası, kusursuzluğuna dayanarak bireylerin yaşamını en iyi şekilde belirleyebileceğini düşünür ve bu anlamıyla tıpkı feodalitede olduğu gibi, bireysel özgürlük alanını daraltarak onları, Rosihan Anwar’ın deyişiyle, “gücün köleleri” haline dönüştürür.

R. Shorten’ın (Modernism and Totalitarianism) deyimiyle felsefesi “terör ve tiranlık felsefesi” olarak etiketlenebilecek olan Hobbes tam ters noktadan bakar totaliterliğe. “Bireyci öncüller”den başlayan Hobbes, daha sonra bireyci perspektifini totaliterlik gereksinimine indirger ve diktatörün despotluğuyla ilgili kendi yargısını değil, diktatöre tabi olan insanların onun despotluğunu kabul gerekçelerini sunar, başka deyişle totaliterliğin yapısal modelinin ardındaki anahtar varsayımlara yakınsar. Örneğin Sovyet totaliterliğinin temelinde birçok neden yanında Moskova’nın üçüncü Roma olduğuna dayanan “Rusya mesihçiliği” fikri de vardı, bu da Rus ortodoksluğu ve Panslavist imparatorluk fikri üzerinden gelişerek, kitlede aşırı bireyciliği ortadan kaldırıp kitle bilincini yansıtan sobornost bir yapı oluşturuyor ve mevcut durum totaliterliğin sağlam zeminini oluşturuyordu.

Totaliterliğin taraftar kitlesini oluşturan bireylerin gerçek birer adanmış olabilmesi için yukarıda bahsettiğim türden yüce ideallere ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın giderilme aşamasında ve giderilmesiyle birlikte bireyler ile totaliter iktidar arasında bir etkileşim, hatta bir kimliklenme / özdeşlik kurma (identificatio) krizi doğar. Bertrand Russell’ın Jean-Jacques Rousseau için söylediği genel arzuya ilişkin metafizik doktrininin (Hitler örneğinde görüldüğü üzere) “liderin halkıyla mistik kimliklenişi”ne neden olması ancak totaliterliğe bile isteye boyun eğenlerin genel arzusunun güvenlik, huzur ve konfor olduğuyla açıklanabilir. Arendt’in “niçin ve nasıl” oluştuğunu irdelediği totaliterlik anlayışındaki tarihsel yönelimi düşünürsek, Nazi, Sovyet ya da günümüzdeki totaliterlik deneyimlerinin tamamı (tiranlık ve diktatörlükten farklı olarak) aslında yaşam biçiminde ortaya çıkan bir cataclysm yani felaket durumudur, can güvenliğini ve buna bağlı olarak konforu temele alan bir yıkım anı psikolojisidir. Arendt bu yıkım anının iki temele dayandığını düşünüyordu: emperyalizm ve ırkçılık. Günümüzde de totaliterliğin aynı yayılmacı ve ayrımcı karakteri, yukarıda bahsedilen türde yüce ideallere (Türk-İslam ülküsü, vb.) bağlı bir şekilde taşıdığını görebiliriz.

Varlığını önemseyen “modern” bir insanın (Arendt’e göre totaliterlik modern bir fenomendir) kendi güvenliği için yapmayacağı şey yoktur. (Bu tarihin her döneminde böyle değil midir?) Shyamalan’ın The Village (2004) adlı filminde de karşımıza çıktığı gibi, topluma belirlenen sınırların onun güvenliği ve iyiliği için olduğunu benimsetmek devletin temel ilkesidir. Totaliterlikteki, yukarıda değindiğim tamamlanmışlık ve kusursuzluk anlamı topluma on yıllara varan bir süreçte, milli birlik ve beraberlik söylemi çerçevesinde öğretilebilir, bu söylemi zihinlere güçlü bir şekilde zerk edense elbette eğitim sistemidir. Devletin bekasını temel alan eğitim sistemi, vatandaşlara onların güvenlik, huzur ve konforunu ancak güçlü bir devletin sağlayabileceğini öğretir. Bu güçlü devletin resmî çizgilerinden çıkmayacak güçlü bir anaakım medyası varsa, düşüncelerini daha rahat ve geniş bir şekilde zerk eder.

Bu düşünceler genelde The Village’da da olduğu gibi, korkutma yöntemiyle benimsetilir ve anlamlı kılınır. Türkiye genelinde düşünürsek: Kimileyin komünizm, kimileyin şeriat, kimileyin de dış güçlerin oyunu korkusu üzerinden mevcut düzenin sürdürülmesi amaçlanır, toplum buna inandırıldığı ölçüde totaliter iktidar zeminini sağlamlaştırır, zira devlete güvenliğini sağlayan tek aslî unsur gözüyle bakan inanmış toplum kendi içinden totaliter lideriyle bütünleşmiş vatandaşlar çıkarır. Bu yüzden, Hobbes’a göre de, totaliterlik bir anlamda vatandaş gereksinimidir, ancak bu öğretilmiş çaresizlik gibi, öğretilmiş bir gereksinimdir. Bu gereksinimin içinin boş olduğunu, başka deyişle kusursuzluk takıntısına sahip olan totaliter rejim dışında başka türlü bir dünyanın mümkün olduğunu topluma anlatmak gerekir.

Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki, totaliterliğin değer edebiyatına bağlı argümanları çok kuvvetlidir, dolayısıyla totaliterlikle mücadele edebilmek için değer edebiyatının temel unsurlarına ilişkin yoğun bir bilinçlendirme çabasına ihtiyaç vardır.

1 comments on “Totaliterliğe giriş, ama ne için?

  1. Geri bildirim: Totaliterliğe giriş, ama ne için? (2. Dante ve Leibniz) | jimi the kewl resmi blog! (C. Cengiz Çevik)

Yorum bırakın

Information

This entry was posted on 08/07/2013 by in Felsefe - bilim, Genel and tagged , , , , , , .