Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Taksim halk iftarı ve Gezi (9.7.2013)

Bugün Taksim’de “Halkın Yeryüzü sofraları” kuruldu. Galatasaray’dan, Fransız Kültür’e uzanacak kadar büyük bir sofraydı. İftarın yarım saat öncesinden itibaren orada hazır bulundum. Geldiğim andan itibaren yüzüm gülmeye başladı, çünkü daha bir gün önce bile siyasî ve güvenlik politikalarından kaynaklanan nefretin ve öfkenin egemen olduğu mekan alabildiğine barış doluydu. İnsanlar arkalarında hiçbir siyasî destek olmaksızın, salt “halkın yeryüzü sofraları” çağrısıyla bir araya geldi ve Ramazan’ın birinci gününü iftarla sonlandırdılar.

Birçok fotoğraf ve video yayınladım, şuradan görebilirsiniz. Özetle Ramazan’a ve dinî söyleme uzak duran seküler bir kitlenin dinî bir çağrıya olumlu yanıt vermesinde, başbakan-karşıtlığının önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. İftar öncesi ve sonrasında atılan “Yaşasın halkların kardeşliği” ve “Her yer Taksim, her yer direniş” gibi sloganlar Gezi ruhunun bu birliktelikteki yansımasıydı. Bununla birlikte seküler bir kitlenin Ramazan’a ve dinî söyleme bakışında yumuşama olabileceğini de düşünmek mümkün, bu seküler ve dindar yaşam tarzları arasında bir tansiyon yaratmaktan nemalananlar için üzücü bir durumdur, onlar ellerindeki en büyük kozu yitirme tehlikesini ilk defa görmüş oldular. (Tek parti iktidarından bu yana aşırı laik bir tavır sergileyen egemen yapıya karşı dinî söylemi tekelinde tutup bunun üzerine bir yaşam tarzı inşa ediyor ve merkezsağ muhafazakarlığının bir tık ötesine geçen bir tabana sesleniyorlardı.) Zeminlerinin titrediğini düşünebilirler, Gezi’deki mescidi “sahte” gördükleri gibi buradaki iftarı da “gösteriş” vesilesi sayabilirler. Önemli olan ilk defa, güç aldıkları ayrışmanın tümüyle ortadan kaldırılabileceğini onlara hissettirmekti. Bu bir başlangıçtı, devamı da gelecek diye umuyorum, zira iftara katılanlarda ve alandan gelip geçenlerde birliktelikten doğan ortak bir mutluluk hakimdi. Bu duygudaşlığın, tıpkı Gezi’de olduğu gibi, insanları yeniden birliktelik kurmaya çekeceğini düşünüyorum.

Şunu da anlaması gereken anlasın artık: 70’lerin, 80’lerin, hadi hiç olmadı 90’ların Türkiye’sinde yaşamıyoruz. En üst mertebeden körükleseniz de, halkın büyük bir kesimini başka bir büyük kesimine kırdıramıyorsunuz. Radikaller ya da özel servis elemanları olmasa, belki de geçmişte yaşanmış acılar da yaşanmayacaktı, bilemiyoruz. Ancak artık bunların yaşanma olasılığı yok. Gezi ruhu gösterdi ki, Türk-Kürt, Sünni-Alevi, dindar-seküler gibi ayrımlar üzerinden bir yaşam duyuşu sergilemek marjinallikten öte bir şey değil. Ülkemiz genelinde sosyal evrimin kuralları işliyor: Güçlü olan unsur, güçsüz olanı bastırır. Güçlü olansa, günümüzde iletişimin ortak kültürün temel belirleyici unsuru olmasıdır, dolayısıyla orta yaşı geçmiş annebabalar iletişim eksikliğine bağlı olarak kapalı bir yaşam tutturup kendisi gibi olmayanlara karşı kuvvetli bir önyargı beslerken, onların günümüz iletişim imkanlarında yetişen evlatları aynı dar şablona sığmıyor. İletişen çocuklar açık görüşlü olup, iletişememiş olan ebeveyni kapalı görüşlü kaldığında, daha dinamik ve enerjik olan yapı olduğu içn çocuk ebeveyninin şablonunu parçalayarak yeni ve açık bir topluma katkı sağlayacak. Siyasî otoritenin Gezi direnişçilerinin birbirlerine omuz omuza verdiklerinde din, mezhep, ırk ya da cinsiyet faktörlerini umursamadığını anlamamasının sebebini de bu analoji üzerinden açıklayabilirim: Siyasî otorite, kendisi gibi olmayanları dışlayan insanlardan kurulu kapalı bir toplum idealini yani dışa kapalı ebeveyni, Gezi direnişçileri ise onun iletişen ve dolayısıyla dışa açık çocuklarını temsil ediyor. Bu gençlerden 70’lerdeki ve 80’lerdeki gençler gibi birbirlerinden nefret etmelerini beklemeyin, aksine bunu tez elden kabullenin ki, çağın ve çocuklarınızın gerisinde kalmayın.

Bugün polis hiç müdahale etmedi, aksine Gezi olaylarının başından beri en doğru hareketini bugün sergiledi (her zaman böyle yapmasını, var olup da uzaktan kontrol etmesini bekliyoruz) ve kendini kenara çekti. İftar sırasında bekleyen polisler ve toma, iftar sonrasında çekildi ve meydanı açtı. Bu sayede iftardan sonra Gezi’ye gidildi. Gördüğüm ilk manzara yani Gezi önünde bekleyen insanların oluşturduğu kalabalık bana Gezi olaylarının başını hatırlattı. Çok uzun zaman geçmiş gibi hissetim ama sabah baskınından ve Sırrı Süreyya’nın dozerlerin önüne atlamasından bu yana sadece bir buçuk ay geçtiğini düşündüm, zaten bir süredir konuştuğumuz bir şey bu, o kadar çok şey yaşandı ki, insan  aylar yıllar geçmiş gibi hissediyor.

Gezi’ye tekrar girdiğimde insanların orayı özlemiş olduğunu hissettim. Gençler ve ruhu genç olanlar “şurada şu vardı, burada bu vardı” diye birbirlerine anlatıyorlar, kurdukları çadırları ve yaşadıklarını anımsıyorlardı. Duygudaşlık üzerine kurulu paylaşımlardaki kalıcılığı askerlik ve hapishane anılarından biliriz; bu tür anılar kuvvetlidir, çünkü kaçınılmazlıktan doğar, insan için en hayatî noktada belirir. Gezi direnişçileri için de böyle bir hayatîyet imkanı ya da ortamı oluştu, onlar için Gezi daha önce hiçbir yerde deneyimlemedikleri ama iletişim çağının bir sonucu olarak taşıdıkları evrensellik cevherinden, kendi kendine oluşan masalsı bir deneyim oldu. Bu deneyim onlar için hayatîydi, çünkü başka bir örneği ya da alternatifi yoktu. Bütün ayrımların kalktığı, kurtarılmış bir alan gibiydi Gezi. Gidip görenler, orada çadır kuranlar ya da onun uğrunda vücudunu siper edenler “Gezi tozu”nu yutmuş kişiler olarak orada yeniden bulunmanın o masalsı havaya geri dönmek olduğunu iyi biliyor ya da hissediyordu.

Günlerdir “Bu Gezi ruhu topluma daha geniş ölçekte yayılır mı?” sorusunun hatalı formülize edildiğini düşünüyorum, zira Gezi ruhu dediğimiz şey zaten, yukarıda bahsettiğim gibi, iletişim çağına özgü ayırıcı sınırların kalkmasından oluşmuştur, dolayısıyla toplumun çok büyük bir bölümü zaten bu iletişim kültürünün etkisinde. Dolayısıyla Gezi ruhu yaygın olmakla birlikte, enformasyon bombardımanına tutulan her bireyde dışarıya çıkmayı bekleyen saklı bir nitelik olarak okunabilir. İletişimin niceliği ve niteliği her birey için aynı değil, dolayısıyla Gezi ruhunun farklı kesimden ve eğitimden bireylerde farklı nicelik ve nitelik imkanlarını doğurması şaşırtıcı mı? Bence değil. Belki de yoğunlaşmamız gereken şey, ayrımcılığın kökünü kazıma yöntemleridir, bu yöntemler sayesinde Gezi ruhu kendiliğinden, “Gezi’deki haliyle” kendini daha yaygın bir şekilde gösterecektir.

Gezi’yi nasıl kendinde iyi bir şey olarak kabul ettiğimi fark etmiş olmalısınız.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 10/07/2013 by in Başka birtakım hassasiyetler, Genel and tagged , , , , .
%d blogcu bunu beğendi: