Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Sosyal medyada gezinirken gördüm, Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım bir yeni yıl mesajı yayınlamış, bir yerindeki rakiplerine gönderdiği mesaj dikkatimi çekti:
“…Fenerbahçe’nin doğasından gelen üstünlüğü karşısındaki ’psikolojik zafiyet ve eksikliklerini’ örtmek” olduğunu düşünüyorum.”
Aklıma ilkin iki psikolojik nazariye geldi: Adler’in üstünlük kompleksi (superiority complex) teorisi ve bireyler yanında toplumlara da kurgulanabilen doğal üstünlük (natural superiority) düşüncesi. İlkine bakarsak, bilindiği üzere, Adler’in üstünlük kompleksi dediği şey bireyin bütün potansiyelini kullanarak kusursuz olmayı canı gönülden istemesi durumudur. Burada önem kazanan, bireyin kendisinde böyle bir potansiyelin var olduğunun apriori olarak kabul edilmiş olmasıdır. Adler her insanda “doğal olarak” üstünlük kompleksinin olduğunu düşünür, haliyle bireysel ya da kurumsal açıdan Aziz Yıldırım’ın bu “Fenerbahçe’nin doğasından gelen üstünlüğü” vurgusu da bu bağlamda normalleştirilmekle birlikte rekabetin olduğu bir ortamda “kaçınılmaz” bir yaklaşımın bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Zira Adler üstünlük kompleksinin toplumsal boyutuna da dikkat çeker, verdiği örnek şudur:
Bir insanın beden egzersizi yapmasının nedeni toplumun “güzel beden”e yüklediği pozitif anlamdır, dolayısıyla beden egzersizi yapan kişi bu sayede üstün olacağını düşünürken, aslında onu güdüleyen temel arzu toplum tarafından hoş karşılanmaktır. Aynı çıkarımı Aziz Yıldırım’ın bu açıklamasna yedirirsek, “Fenerbahçe’nin doğasından gelen üstünlük” vurgusunun ardında yatan temel etmen apriori olarak kabul edilen potansiyelin toplum nezdinde de kabul görmesini istemek ve bu sayede toplum tarafından hoş karşılanmaktır. Futboldaki, insanların birbirlerini öldürme noktasına kadar varan mevcut rekabet ortamını ve koşullarını düşünürsek, özellikle de şike yaptığı gerekçesiyle bir süre içeride yatmış olan bir başkanın kendisi ve kurumu adına toplumdan ne kadar şiddetli bir şekilde “hoş karşılanma” beklentisi içinde olduğunu da kestirebiliriz.
Kimi ırkçılık örneklerinde üstünlük kompleksinin sindirilememiş patolojik yönlerinin ırkçı bireyde kendisine dönük saklı suçluluk hissi uyandırdığı ve bu hissi bastırmak için daha da şiddetli bir şekilde ırkçılığa sarıldığı, dahası bu sürecin katlanarak ilerlediği düşünülürse (Angelia R. Wilson, “The Centering of Right-Wing Extremism Through the Construction of an ‘Inclusionary’ Homophobia and Racism”, Playing With Fire: Queer Politics, Queer Theories, Ed. S. Phelan, Routledge, 1997,s.132) üstünlük kompleksi ile suçluluk duygusunun paradoksal bir şekilde birbirini beslemesine şaşırmamak gerekir, belki de Aziz Yıldırım’ın “Fenerbahçe’nin doğasından gelen üstünlüğü” vurgusunu önceki hal tavırlarını da (hatta şike eylemini) göz önünde tutarak bu şekilde okumak gerekir.
Şimdi ilkiyle doğal bir bağı bulunan ikinci unsura yani “doğal üstünlük” düşüncesine gelelim:
Üstünlük, İngilizcedeki haliyle superiority yani Latince atasıyla superioritas belirlenimi için her şeyden önce “kıyas ölçütü” olarak kullanılacak olan bir seviyenin olması gerekiyor, terimin kendisindeki super- (üst-) prefix‘i de o seviyeye göre bir anlam kazanır. Peki, “Fenerbahçe’nin doğasından gelen üstünlüğü” vurgusundaki seviye nedir? Her şeyden önce bu seviye, ilgili açıklamaya bakılırsa, doğal bir düzlemde kendini göstermektedir yani Fenerbahçe’de “doğasından gelen üstünlük” bulunduğuna göre, Fenerbahçe’nin rakiplerinde “doğasından gelen aşağılık” durumu olmalıdır. O halde seviye, bu vurguya göre, doğal kimliklenmenin kendisiyle alakalıdır. Bu da öncelikli olarak bana ırkçılıktaki “doğal üstünlük” varsayımını hatırlatıyor, nasıl ki bir Alman ırkçısı, “doğasından gelen üstünlük”ten ötürü kendisinin başka bir ırka mensup olan insanlardan üstün olduğunu düşünüyorsa, aynı şekilde Aziz Yıldırım da “Fenerbahçe’nin doğasından gelen üstünlük”ten ötürü, kendisinin ve tabi ki diğer Fenerbahçelilerin başka takımların taraftarlarından üstün olduğunu kabul ediyor olmalıdır.
Ancak ırkçılıkta doğal bir kimliklenme varken, Fenerbahçelilikte böyle bir durum söz konusu değildir. Kişinin Fenerbahçeliliği doğuştan gelen bir nitelik değilken, salt sonraki (büyük ihtimalle çocukluk dönemindeki) bir tercihidir. Peki, daha sonradan edinilmiş bir kimlik unsuru (Fenerbahçeliliğin kimliğin tümünü işgal ettiğini düşünmüyorum elbette) nasıl bireye “doğasından gelen bir üstünlük” ekleyebilir? Mevzubahis alan rekabetin yaşandığı bir spor mecrası olduğu için, Fenerbahçeliliğin diğer takım taraftarlığından daha üstün bir başarı geçmişine bağlı olarak “doğasından gelen bir üstünlük” ile kimliklenmesi gerekir, bunun için de Fenerbahçe’nin diğer takımlara karşı ezici bir sportif üstünlüğünün olması yeterli sebep olabilir görünse de, gerek reelde gerekse teoride böyle bir ezici üstünlüğün olmadığını anlamak zor değil.
Dahası böyle bir üstünlük durumu olsa bile, bunun başka taraftarları kendi takımlarını tutmaktan alıkoymadığı ya da alıkoymayacağı da, bizatihi rekabetin kendisinden anlaşılabilir, zira rekabet sürmekte ve sadece Fenerbahçeliler değil, sayıları milyonları bulan başka taraftarlar da Fenerbahçelilikteki üstünlük sanısını andıran ya da belki de onu daha da aşan başka cezbedici bir sanıyla kendi takımlarına bağlıdır. Peki, reelde ve teoride rakipleri ortadan kaldırmayacan bir doğal üstünlük sanısına vurgu yapmaktaki amaç nedir? İşte bunun için başa dönüp, ilk unsuru incelemeniz gerekiyor.
Aslında az önce küçük bir alıntı yaptığım eserin başlığı benim bu yazıyı yazma nedenimi özetliyor: Playing with fire. Ben doğal üstünlük sanısını “ateşle oynamak” olarak görüyorum, zira bu yukarıda da belirttiğim gibi, en nihayetinde başkalarının “doğal aşağılık” durumunda olduğunu kabul etmek demektir, ki bu da ırkçılık ve her türden ayrımcılık gibi insanlık sorunlarının temelinde yer alan bir kabuldür. İnsanların bu hastalıklı “doğal üstünlük” sanısı (Karş. “Fenerbahçe Cumhuriyeti ortalıkta yoksa, Türkiye yoktur… Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz.” http://www.h) üzerinden kin ve nefreti, farkına vardırmadan enjekte etmesinden hoşlanmıyorum, dolayısıyla nerede değerler kimlik nezdinde doğallaştırılıyorsa hemen bir şeyler söyleme, tepki gösterme eğiliminde oluyorum.
Dün gece twitter’da da yazmıştım, bir Hıristiyan papazın kitabında geçen “kötülük ve iyilik doğaldır, sonraki nedenler önemsizdir, psikologlar kötü insanların kötü olmalarının nedenlerini açıklayarak farkında olmadan kötülükleri temize çıkarıyor” minvalindeki çıkarımdan hareketle Zizek’in materyalist bilinç yaklaşımına değinmiştim (Şu twitten sonraki tartışmamızı okuyun: “İnanca değil inanç sahiplerine saygı duyarsak birçok problem çözülür.” https://twit). Sık tekrarladığım bir Amerikan deyişiyle söyleyeyim, Kaza yoktur, nedenler vardır.
Geri bildirim: Fenerbahçelilerdeki Stockholm (Aziz Yıldırım) Sendromu | jimi the kewl resmi blog! (C. Cengiz Çevik)