Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Kepler’in Copernicusçu / sarkastik epigramı

Kepler Copernicus’un ölümünden (1543) neredeyse otuz yıl kadar sonra doğmuş ve 1630 yılında ölmüştü. Kepler döneminin en önemli Copernicusçu gökbilimcilerinden biri olarak Roma Katolik Kilisesi’nin anti-Copernicusçu çıkışlarıyla yüzleşmek durumundaydı. Büyücülükle suçlanan annesinin (bazı aktarımlara göre teyzesinin de) başına gelenleri düşünürsek, yerleşik dogmayla çelişen astronomi görüşlerinden ötürü üzerinin çizilmesi hiç de uzak bir ihtimal değildi. Nedenini özetle söylersek: Kilise yer-merkezli evren modelini (yaşadığımız yeryüzü evrenin merkezindedir), Copernicus (dolayısıyla Kepler de) ise Güneş-merkezli evren modelini (Güneş merkezdedir) savunuyordu.

Kepler hem annesinin büyücülükle olan alakasını, hem de Copernicusçu teoriyi açıklayıp bir taşla iki kuş vuracağı kurgusal bir metin kaleme aldı: Somnium yani Rüya / düş. Kepler Times New Roman 12 font ile 10 sayfayı biraz geçen bu kurgusal öyküde (bir İskoç ismine benzeterek oluşturduğu) Duracotus isimli İzlandalı (Islandia) bir çocuğun bir şekilde Danimarka’ya gidişini ve orada dönemin en önemli gökbilimcisi olan Tycho Brahe ve öğrencilerinden astronomi bilgisi edinip yurda dönmesini, dahası, ki en önemlisi, orada öğrendiklerini yaşlı annesinin büyücülük / ruh çağırma yoluyla elde ettiği kimi astronomi / astroloji bilgileriyle kıyaslayıp annesiyle birlikte gerçekleştirdiği bir ruh çağırma seansıyla “ruhen” Ay’a yolculuk etmesini anlatıyor. İlginç değil mi? Yine Kepler bu ruhsal yolculuk üzerinden bize Ay ve yeryüzü astronomisi üzerine kendisinin ve Copernicus başta olmak üzere diğer bazı gökbilimcilerinin gözlemleriyle uyumlu bilgiler sunuyor.

Kepler’in ilk Sci-fi eseri olarak da yorumlanan bu küçük öyküsündeki Duracotus aslında Kepler’in kendisini, Duracotus’un yaşlı büyücü annesi olan Fiolxhilde ise Kepler’in büyücülükle suçlanan (ve kendisinin de mektuplarında “delira et garrula” [deli ve geveze”] olarak andığı) annesini simgeler.

Kepler öyküyü yazmakla kalmamış, daha sonra neredeyse her cümlesinin sonuna günümüzdekine benzer şekilde sonnot düşmüştür. Kepler öykünün detaylarını ve açıklamasını bu notlarda yapar. Dönemin Kilise baskısını, sözde inanç-akıl çatışmasını gözler önüne serer. Bu notlardan birinde öykünün amacını şöyle anlatır:

“Annesinin ilmini ifşa eden bir oğlun, bunları [annesi sağken] yazmasındansa, böyle davranması [o öldükten sonra yazması] çok daha doğrudur. Ancak şunu da belirtmek istiyorum: Annesinin ham deneyinden ya da doktorların dilini kullanırsam, deneysel uygulamasından bir Bilim meyvesi ortaya çıkmıştır, oysa insanlar arasında Cehalet uzun süredir hüküm sürdüğünden, oğlu için nesnelere ilişkin en okült nedenleri avama açıklamak güvenli değildi, sonunda yılların Cehaletin ölümüne neden olacak kadar olgunlaşmasını beklerken yaşlılık tarafından beli bükülen saygıdeğer yaşlı kadını incitmeye katlanmak zorundaydı. Benim Somnium’umun temel amacı, yeryüzünün hareketi lehinde kanıt sunmak ve Ay örneği üzerinden insanoğlunun evrensel karşı çıkışına bağlı engelleri aşmaktır.”

Kepler’in büyük harfle başlatıp vurguladığı Cehalet yani Ignorantia açıkça astronomi cahili olup Kutsal Kitap’tan hareketle gökbilimsel verilere karşı çıkan din adamlarını ve dolayısıyla Kilise’yi simgeliyor. Bunu Kepler’in Somnium’a eklediği başka bir notta açıkça görüyoruz:

“Son yolculuğum esnasında şöyle bir olay yaşadım, gerçi yaşayan sadece ben de değildim, kalabalık bir gruptu: Augsburg Confession’ını anlatan bir ilahiyatçı şiddetli bir çekememezlik içinde bize saldırıp Kutsal Kitap’tan edindiği silahlarla bizi bastırmak amacındaymış gibi görünüyordu, kendimizi savunduğumuz için sonunda epeyce kızdı ve kutsal ne varsa hepsinin üzerine yemin ederek dogmasının akılla tümden çeliştiğini haykırdı. Bunun üzerine ben de inatçı sessizliğimi bozarak (ki o vakte kadar orada sadece dinleyici olarak bulunuyordum) şöyle dedim: ‘Kuşkusuz cahil insanları sizin güruhunuza katan da tam budur! Eğer bu dogmanın yararlılığı, gerekliliği ve olabilirliği sizin dar zihniyetiniz tarafından anlaşılabilseydi, Kutsal Kitap’tan edinilen kanıtların gücüyle çok önceden bizzat kendinizi çürütmeniz gerekir ve başka durumlarda da yapma alışkanlığında olmadığınız üzere uygun bir yorumun izini sürerdiniz. Ancak aklınız şimdi o kadar zayıf ki, aklî bir tarafımızın olduğunu göremiyorsunuz. Nitekim gökbilimcilerinin ve fizikçilerin aklıyla çatışmayan dogma akılla da asla çatışmaz. Zira birisinin anlamadığı bir şey konuya daha hakim olan başka biri tarafından anlaşılabilir.'”

(Copernicus sonrasında Kutsal Kitap’tan kırpılan kimi pasajlarla Copernicusçu teoriye karşı çıkanlardan bahsetmiştim Copernicusçu İlk Bildirim başlıklı çalışmamda.)

Kepler Copernicus ve diğer Copernicusçuların çoğu gibi Kutsal Kitap’a değil, ondan kimi kısımları kırpıp argüman diye sunanlara karşı çıkar. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli unsurlardan biri de, Kepler’in eklediği başka bir nottan da anladığımız üzere, Kepler döneminde Copernicus’un temel metni olan De Revolutionibus Orbium Caelestium (Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine) Roma Katolik Kilisesi tarafından sansürlenmiştir, sansürlenmemiş olan metin Kepler gibi gökbilimcilerin elindeydi elbette ama bu asıl metnin genel olarak yayılmasına izin verilmiyordu. Dolayısıyla Kilise’ye mensup din adamlarının anti-Copernicusçuluğu sansürlenmiş metne dönük eleştirilerle doluydu. Kepler bu durumu bakın nasıl anlatıyor:

“Copernicus’un Devinimler eserine en büyük haksızlığı astronomi hakkında hiçbir şey bilmeyen (yazarının aklını göz önünde tutarak değil de, yanlış bir şekilde kitapların sansürlenmiş halini yorumlayan) insanlar yapıyor; bu insanlar yeryüzü hareketiyle ilgili kısım çıkarılmadan bu eserin okunmaması gerektiğini düşünüyor, oysa bu, kitap okunmadan önce alevler içinde yanıp tutuşsun demenizle aynıdır.”

Açık ki, Kepler’e göre bir kitabı sansürleyip içindeki metni değiştirmek ile onu ateşe atıp yakmak aynı şeydir. Buna bağlı olarak Kepler Copernicus’un kitabının adeta yakılmasını isteyen “cahil insanları kanıtlarla değil, alaycı bir gülüşle çürütme niyetinde olduğu için” (hos non argumentis ego, sed risu refutendos ratus) bir epigram yazar ve bunu not olarak Somnium‘a ekler:

Ne lasciviret, poterant castrare poetam

Testiculis demtis vita superstes erat.

Vae tibi Pythagora, cerebro qui ferris abusus,

Vitam concedunt, ante sed excerebrant.

Şu şekilde çeviriyorum Türkçeye:

Zina yapmasın diye, hadım edebildiler şairi,

Oysa o, testisleri alınsa da, yaşam sürebildi.

Ah yazık Pythagoras sana, cerrah bıçaklarıyla aşınmış beynine,

İzin veriyorlar yaşamana ama beynini parçalıyorlar önce.”

Yine Copernicusçu İlk Bildirim‘de bahsettiğim gibi, kimi din adamları Copernicusçuları Güneş’i evrenin merkezine koydukları için Pythagorasçı olarak görüyordu, zira Pythagorasçılar da evrenin merkezine ateşi yerleştiriyordu, bu din adamlarına göre Güneş ateşin sembolüydü ve Copernicusçular bu yolla “kafir” bir öğretinin savunuculuğunu yapmış oluyordu. Oysa ilgili eserde bahsettiğim gibi, Copernicus’un hiçbir metninde Pythagorasçı olduğuna dair bir iz yoktur, aksine yaşamı ve yazdıkları kendisini Kilise’ye teslim etmiş bir adam olduğunu gösterir. (Bu konuda faydalandığım detaylı bir çalışma için bkz. Edward Rosen “Was Copernicus a Pythagorean?”, Isis 53 (1962), s.504-9) Buna karşın onun izini sürenler içinde gerçekten de Pythagorasçılar vardır ve bunların içinde belki de en önemlisi Nova Astronomia‘da ve diğer metinlerinde Güneş’e adeta “Tanrı” rolü veren Kepler’dir. Yukarıdaki epigramdan da açıkça anlaşılıyor ki, otoritenin baskısına / sansürüne uğrayan Copernicusçu öğretiyi, “yaşamasına beyni cerrahî müdahaleyle çıkarılarak izin verilmiş olan Pythagoras” figürüyle betimliyor.

Renaissance ikliminde hümanist düşüncenin yanı sıra, Pythagorasçı bir etkinin olduğunu da biliyoruz. Thomas S. Kuhn’un müthiş tespitiyle “Devrimci olmayıp devrime neden olan” bir bilim insanıydı Copernicus, dolayısıyla onun peşinden gidenler de Renaissance’taki Güneş-merkezli evren teorisinin devriminin taşıyıcılarıydı. Bu taşıyıcıları egemen zihniyetin sansürcü anlayışı karşısında Kepler’in takındığı türden sarkastik bir tavrı takınması şaşırtıcı değildir, çünkü artık, Kepler’in de vurguladığı üzere, “kanıt sunmanın da bir anlamı kalmamıştır”, alaycı bir gülüş (risus) bile onları çürütmeye yeter. Umutsuz olmamak lazım, zira Ahmet Haşim’in dediği gibi (Akşam Gazetesi, 4 Mart 1926), “Cehalet, sanatın olduğu gibi,… ilmin de anasıdır. Newton, cazibe kanununu keşfetmeden bir saniye evvel cazibe kanununun bir cahili değil miydi?”

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: