Klişe küçümseme olur mu? Aslında bal gibi olur, küçümsemeyi klişeleştirmiş olmak, onu farkında ya da farkında olmadan habitudo niyetine gelenekselleştirmiş olmayı gerektiriyor. Küçümsemenin farkında olmayı bir kenara koyarsak, farkında olmadan küçümsemeyi doğal bir tavra dönüştürmek tavır alışımızdaki ısrarcılığın bir sonucu, bu bazen kendiliğinden, bazen yoğun bir ittirme sonucunda meydana gelen bir ısrarcılıktır. Bu durumu yani, iki şekilde de meydana gelmiş olsun, küçümsemeyi habitudo‘ya dönüştürme eylemini bir örnekle apaçık kılan Kolakowski’ye bakıyorum, diyor ki, “‘Kültürlerin eşitliği’ni savunan hiçbir Avrupalı vergi reformunda hırsızlık yaptığında elini kaybetmekten hoşlanmaz, yahut zina yüzünden aleni kırbaçlanma cezasına çarptırılmaktan hazzetmez. Anlayacağınız, ‘Kültürler eşittir!’ şu demektr: ‘Aman Tanrım! Ne korkunç! Neyse ki bizde yok öyle şeyler. Tam vahşilere göre!’… Aslında bu klişe, başka kültürlere saygı değil, küçümseme içermektedir. Yanlış klişe!” [*]

Peki, bunu doğal yaşamımıza aksettirirsek ne olur? Yani küçümsemeyi işlevsel bir doğallık içinde (ya da doğal bir işlevsellik içinde?) eritirsek, neticede ne meydana gelir? Büyük ihtimalle, dışarıdan uzlaşmacı, eşitlikçi ve anlayışlı görünen, ziyadesiyle uyumlu bir toplum hayvanı meydana gelir. Herkesin ve her şeyin herkes gözünde/önünde eşit olduğu gibi tuhaf bir düşünceyi ısrarla savunabilmek için, her şeyden önce, sanal bir eşitlik havuzu yaratılır ve herkes yine sanal bir sıraya göre içine atılır, ancak herkes yine de bildiğini okumaya devam eder, çünkü kültürel olsun olmasın eşitlik düşüncesi, Kolakowski’nin örneğinde geçtiği gibi, en nihayetinde eşitliğin düşüncede kabulünü ama belli bir kefesinde ısrarın yadsınmaması gerektiği yolundaki ek düşünceyi doğurur. “Kültürler eşit ama biz birini içselleştirdik / yaşıyoruz” ya da “seninle ben eşitiz, ikimiz de kaave içmekten hoşlanmıyoruz” demek, kaave / içselleştirme nezdinde eşitliğin bozulması anlamını taşır. Kaavesel düzeyde eşitliği bozan bir unsur mümkünmüş / işlevselmiş / doğalmış gibi düşünüyoruz, düşünmeye mecburuz, çünkü
ratio yani “insanı insan kılan akıl”dan ötürü kefelerden birini ağırlaştırma eğilimi ya da tercih yapabiliyor olma yetisi, insanın belirleyici niteliğidir. Seneca’nın Aristotelesçi yaklaşımı yansıtırken dediği gibi “rationale animal est homo”, “insan düşünen hayvandır” bu yüzden eşitliği en azından belli bir krıter nezdinde bozmak, insanlığın ikrarı niyetine kabul edilebilir.
Bana kalırsa bu durumu kavramsal düzeyde en iyi aktarmış olanlar Romalılardır, Roma adalet algısında şekillenen “bonum et aequum” yani “iyi ve adil”i, “adil” sıfatının temelinde yer alan aequitas yani eşitlik olgusunun belli krıter nezdinde bozulduğunu gösteriyor. “Adil” ama ne için? (Aynı “İyi ama ne için?” diye de sorabilirsiniz) “Neye göre?” diye sormuyorum, “Ne için?” Burada amaçlanan ne? Amaçlanan ne olursa olsun, “bonum et aequum”daki “iyilik ve adillik tercihi, eşitliğin sembolü olan kefelerden birinin ağır bastığının ikrarıdır. Bu açıdan bakıldığında çoğu kere birbirine karıştırılan “adalet” ile “eşitlik” kavramlarının, aslında ne kadar da birbirine “bir kaşık suda boğma nefretiyle” baktığını gösteriyor. Bu yüzden diyorum ki, eşitlik fikri kimi kere adaleti bozmak için rahatlıkla kullanılabilir olan bir araçtır. Zira aequitas yani eşitlik, Roma’da sadece magistratus’un yani devlette görevli bakanın değil, aynı zamanda praetor’un da belirleyici hükmünü yansıtır [**], başka deyişle eşitlik teoride ve pratikte olduğu kadar, yargıda ve idarede kefelerden birinin, belli bir krıter nezdinde eşitler arasındaki adaleti kaldırmaya yetkindir. Peki, evrensel değerlerden bu kadar çok bahsedilen bir ortamda, neticede her krıter ve krıterin kabulü tartışmaya açılmış olmuyor mu?
Tamam işte, zaten mesele bu. “Eşitlik” de dahil olmak üzere, evrensel bir değerin içini, kavramın iddia ettiği üzere “evrensel bir şekilde” doldurmak ya da doldurduğunu iddia etmek ne kadar realist olabilir? Ne kadar iman edebiliriz buna? Mesele iman olsaydı, bu soruya da bir cevap verilebilirdi elbette.
Doğru açıdan bakarsanız (ki bunun da evrenselliği tartışılacaktır) belki etrafınızdaki eşitlikçi ya da öyle olduğunu söyleyen insanların göz-bebeklerindeki kayıtsızlığı görebilirsiniz. Cicero’nun dediği gibi, “omnia semper suspecta atque sollicita, nullus locus amicitiae”, “her şey her daim şüpheli ve sorunlu, dostluğa yer yok.” [***] “Dostluk” yerine güzel bildiğiniz başka herhangi bir şeyi de koyabilirsiniz, ben eşitliği koyuyorum. Sanırım Quintilianus çok iyi özetliyor düşüncemi “In summa parte, quia lex secundum nos est, aequitas secundum nos est” “En nihayetinde yasa bize göre olduğu için, eşitlik de bize göredir.” [****]
Yıldızlar! Hani, hani neredeler! Şuradalar!
* Leszek Kolakowski, Modernliğin Sonsuz Duruşması, Çev. S. Ayaz, Pınar Yayınları, 1999, s.37.
** A. Arthur Schiller, Roman Law: Mechanisms of Development, Walter de Gruyter, 1978, s.557.
*** Cicero, De Amicitia 15.53.
**** Quintilianus, Declamationes Minores 341.11.
Share |