Bunun, kamuya açık olması gerektiğini düşündüğüm için buraya da alıyorum. Bununla ilgili aldığım mesaj üzerine yaptığım açımlamayı entiriye dökeyim.
Evvelce bahsettiğim
habere fiilini doğrudan “sahip olmak” şeklinde düşünüp, sonraki “
huy, alışkanlık” anlamlarındaki
habitudo/
habitude vb. kelimeleleri de kişinin “
sahip olduğu tutumlar” olması bakımından kişiye ait görmek durumundayız kanaatindeyim. Aslına bakılırsa bu da bir muktedirlik meselesini açığa çıkarıyor. ‘Nasıl’ dersen, şöyle:
Charlton T. Lewis’in Sözlüğünden de teyit edebileceğimiz gibi Cicero’da “
habere” fiili infinitivus’la yani mastarla birlikte “
yapabilmek” anlamında kullanılmıştır: Örneğin Cicero, Rosc. Am. 35, 100’de “
habeo etiam dicere quem contra morem majorum dejecerit” burada kullanılan
habere fiili,
dicere (söylemek) fiiliyle gitmekte olup “
söyleyebilirlik“i göstermektedir. “
Onun ataların adetine karşı geldiğini/adetini yıktığını söyleyebilirim” diyor Cicero. Yine klâsik dönem öncesinde (ante-class.) ve augustus sonrası dönemde (post-Aug) yine infinitivus’la ya da part. fut. pass. ile bir şeyin yasaklanması veyahut yapılma zorunluluğu anlamında da kullanılabildiğinden Varro, R. R. 1,1,2’de geçtiği üzere “
rogas, ut id mihi habeam curare” gibi bir metinde yer alabiliyor.
Yani bu kafalar “kişinin elinde olup da tümüyle yapabileceği şeyleri ya da ulaşabileceği sınırları” ilgili fiili bu “habere” fiiliyle destekleyip ortaya koyabilmişler. Latin zihninde bu tarz kullanımlara örneğin posse (-ebilirlik) ve debere (zorunluluk) yan-fiillerinde de rastlıyoruz. Habere‘nin de böyle bir kullanımı olduğuna göre, onun supinum gövdesinden türetilen habitudo‘daki “alışkanlık, huy” gibi manalar da söz konusu alışkanlığa veya huya dönüşmüş fiilin, fiil öznesine yani eylem sahibine ait olması bakımından, huy asla seni seçiyor sayılmaz, bana kalırsa -ben burada sadece habere fiilinden hareketleniyorum- sen farkında ol ya da olma, huy ve alışkanlık (habitudo) tümüyle sana ait olduğu için, yine senin farkında olup olmadığın bir “sen” eylemiyle ya da durumuyla senden kaynaklanır. Bunun her koşulda böyle olduğunu düşünüyorum.
Habitudo‘dan hareketle düşünürsek, doğru, onun “görünüm” anlamı var. Ancak bunun “iç-görünüm” olarak düşünülmesi de mümkündür, çünkü diğer anlamı “nitelik” olup bizdeki “karakter“e (character vs.) denk gelir. Doğru onun “giysi” anlamı da var ama bu giysilik durumu benden bağımsız bir gömleğin durumundansa, üzerimdeki kendisi sayesinde benim ben olduğum yani beni ben yapan derinin durumuna benzer. Giysi ama deri gibi giysi, beni kaplıyor ama benden bağımsız değil, çünkü beni tanımlayan unsurlardan biri de o, çünkü o benim “mizacım”, “karakterim”. Burada senin bahsettiğin türden bir işteşlikten ziyade, bir bütünlük var. Ben karakterimle bir ortaklık içinde değilim, “habitudo” beni ben yapan niteliği gösterdiği için ben onunla ortaklık içinde olamam, o benim ben olmamdaki temel niteliği gösteren bir işaretçidir. İşteşlik bir ortaklık durumudur, oysa ben habitudo‘m değiştiğinde başka bir ben olduğuma göre, ben onunla ortak değil, onunla “ben” olmuş oluyorum. Çünkü benden bağımsız bir “huy” yoktur, onun farkında olsam da olmasam da ben seçerim, belirlerim. O hâlde farkındalığımın burada bir önemi yok. Aksi hâlde bu mantığı yürüttükçe farkındalığımızın dahi ne kadar bize ait olup olmadığı tartışılmaya başlar, çünkü farkındalık denilen şeyin de kendi içinde birtakım farklı tipleri olabilir. Ben nasıl fark edebiliyorum? Dahası ben fark ettiğimi nasıl fark edebiliyorum? Hangi yollarla fark edebiliyorum, aynı şeyi aynı koşullarda her daim fark edebiliyor muyum? Bu gibi birtakım sorular gelir, ki bunların hiçbiri doğrudan habitudo‘yla ya da habitus‘la alâkalı değil. Çünkü habitus ya da habitudo için bir şey dememiz gerekiyorsa, yukarıda da geçtiği gibi, onu tümüyle insanı o insan yapan mizacın kendisi olarak düşünmek durumundayız. Evet o bir giysi ama insana içkin bir giysi, aşkın veya taşkın değil.
“Habeo dicere” diyor mesela yazar, yani “söyleyebilirim” bu “söyleme yetisine sahibim” anlamında olup, habitus ya da habitudo aşamasında “söyleyebilme niteliği“ne dönüşür. “O söyleyebilen bir kimlikte” demek istediğimizde, habitudo‘yu kullanırız, çünkü bu onun hem niteliğidir, hem görüntüsüdür, hem mizacıdır yani karakteridir. Bu, yukarıda dediğim gibi kişiden bağımsız olamaz bir, ikincisi kişinin farkındalığıyla alâkalı değildir. Bedensel hareketliliğin alışkanlığa dönüşmesi anlamı vardır habitus‘ta. Zaten medical sözlükte “habitus“, “habit of body” diye geçer (örn. Medical Lexicon: A Dictionary of Medical Science, pub. Henry C. Lea., Philadelphia, 1868, p.456). Habitus’u bu yüzden doğal olsun olmasın, farkında olunsun ya da olunmasın kişiyi o kişi, eylemlerini de onun eylemleri yapan nitelik olarak düşünmek durumundayız.
Gogol’un Bir Delinin Notları‘ndan bir bukle, farkındalık mı? Öyle demeyelim şimdilik. Az evvel şey oldu, bıyıkları bıraktım:
“Ayın çok zayıf ve dayanıksız olduğunu düşündükçe içimde çok büyük bir huzursuzluk duydum doğrusu. Ayı basbayağı Hamburg’ta yapıyorlar, fakat kötüsünü yapıyorlar- İngiltere buna nasıl dikkat etmiyor, anlamıyorum. Ayı topal bir fıçıcı yapmış, aptalın ay hakkında hiçbir bilgisi olmadığı meydanda. Kullandığı katranlı halatların, bezir yağının bir kısmını koymuş, bu yüzden yer yüzünde müthiş bir koku var, herkes burnunu tıkıyor. Bundan dolayı ay o kadar zayıf ki, orada insan yaşıyamıyor, ancak burunlar yasıyor. Burunlarımız ayda bulunduğu için bizler kendi burnumuzu göremiyoruz. Dünyanın ağır bir cisim olduğunu, bu sebeple ayın üzerine bindiği zaman oradaki burunlarınızı tuzla buz edeceğini düşünmeğe başladım, beni bir tasa aldı; çorabımı, ayakkabımı giydiğim gibi danıştay salonuna koştum- Polise haber verip dünyanın aya binmesini önlemek istedim Danıştay salonunda bulduğum saçları kesik bir sürü asil gerçekten akıllı insanlarmış, onlara: «Beyler, ayı kurtaralım, çünkü üzerine dünya binecek!» dediğim zaman o anda hepsi birden benim kıral buyruğumu yapmaya koştular, ayı almak için pek çoğu duvara tırmanmaya başladılar, fakat tam bu sırada başbakanım içeri girdi. Onu görenler kaçıştılar. Kıral olduğum için yalnız ben kaldım. Fakat ne kadar tuhaf, başbakanım bana sopasiyle vurarak odama soktu. İspanya halk gelenekleri böyle kuvvete sahip işte!”
Gogol, Bir Delinin Notları, Çev. M. Özgül, Ataç Kitabevi, s.29-30.
>Diyalog oldugu zannedilen seyi, etimolojinin otesindeki baglamini kazandiran referanslarindan ve diyalogun diger tarafi olan kisinin derdinden koparip 'entri'leyince ortaya epik bir yanlis anlama cikmis. Farkindalik ile kastettigimi bilinclilik haline denk dusurerek almissin. Oysa bilinclilik degil, etken kuvvetle alakali performatif bir ozenden bahsettigimi, neden ve nasillariyla aciklamistim. Keza 'ben' ile kastedilenin, senin anladiginin aksine bir oznelik haline degil, fenomenolojik bir beden tahayyulunu cagirmasi itibariyla performatif bir olagelis haline tekabul ettigini de. Huy edinilen ile huy edinen arasindaki istes yerlesme, yerlestirme munasebeti ancak bu ayrimlarin nerede ve nasil kuruldugunun anlasilmasiyla farkedilebilir. Faydalari asikar olmakla beraber, etimolojik malumat bu dediklerimin izini surmek yahut karsisinda bir arguman gelistirmek noktasinda yeterli olmuyor. Zira C.T. Lewis sozlugu acimlamasi ya da sozluk entirilemesinden ziyade, yukarda bahsi gecen kavramsallastirmalara kaynaklik eden felsefe referanslariyla da kani ya da asinalik otesinde istigal ediyor olmak lazim. Filozof ismi vererek mevzilenmekten imtina ettigim icin,'kamuya acilmadan' evvel izah ettigim bu referanslari kim-likleriyle bir kere de burda acik etme ihtiyaci duymuyorum, onlar kendini anlatir. Kavram ve mefhumlarla soylesmeyi tercih ederim fakat teblig kaygisinin oldugu yerde soylesmenin de alemi yok.
>Genelde benim anladığımın aksine olur. Haklısın.