Aphrodite ve köpük!
İlk etapta Hippocrates’ten hareketle orgazmı küçük bir sara nöbeti olarak gören Aulus Gellius’u anımsıyoruz. Bu mantalitede aslolan cinsel birleşmeyi bir tür fizikî zorlamaya indirgemedir. Bu öyle bir indirgemedir ki, sonunda cinsel birleşme her türlü duygudan arınmış basit bir sürtünme olayı olarak yorumlanır. Cinsel birleşmedeki fizikî sürtünme ve kızışma, en nihayetinde bedendeki spermatik salgıyı köpürtür. Anımsanacağı gibi ya da anımsanamıyorsa, mutfakta denenebilir (deneylenebilir) her türlü akışkan madde kendi fizikî yoğunluğa göre çalkalandığında köpürür. Cinsel birleşme esnasında bedende meydana gelen bu çalkalama da, spermatik sıvıyı köpürtür. Yunancada aphrein denilen bu köpürme işte tam bu yüzden Aphrodite’nin de ismen ve cismen kaynaklandığı aphrodisia ile kökteştir.
Aşkın, seksin tanrıçası aslında kucak kucağa ya da diz dize oturmuş sevgililerin sevişme anından evvelki sevi durumlarına değil, daha sonraki yani bedensel kıpraşmanın (partnerin eteğini sıyırma ya da pijamasından boxerına ulaşma gibi) neticesinde başlayan çalkalamaya ve sonrasına ilişkindir. Zaten mitolojide Aphrodite’nin yaratımı da tümüyle aphrein kavramı ile tutarlıdır. Hesiodos’un Theogonia’sından hareketle yazan Derman Bayladı’nın kaleminden okuyalım:
“Kronos, babası Uranos’un hayalarını annesi Gaia’nın verdiği bir tırpanla keserek onları denize atmıştı. Bu organlar ak köpükler çıkara çıkara uzun süre denizde yol alırlar; derken bir kız çıkar bu köpüklerden...” (Tanrıların Öyküsü, Say Yay., 2002, s.76)
Yaratımından itibaren Aphrodite’yi bir sevişme tanrıçısı olarak düşünmeye daha yatkın olmamız gerektiğini mit delisi Robert Graves’in bir aktarımından da anlıyoruz:

“Fatalar Aphrodite’ye sadece bir ilahi görev, yani sevişme görevini vermişlerdi. Ancak Athena onu bir gün dokuma tezgahının başında gizlice çalışırken görünce tanrıça, kendisine atfedilen ayrıcalıklara tecavüz edildiğini söyleyip, Aphrodite’yi bu ayrıcalıklardan vazgeçmekle tehdit edince, aşk tanrıçası ondan özür dileyerek bir daha böyle bir işe kalkışmadı. [Hesiodos: Theogonia 203-4; Nonnos: Dionysiaka xxiv. 274-81]” (
Yunan Mitleri, Say Yay., çev. U. Akpur, 2004, s.77)
Aphrodite isminin kaynaklandığı Yunancadaki
aphros köpük anlamında olup, yukarıdaki aktarıma uygun bir şekilde söz konusu tanrıçayı fizikî anlamda partneri sevme eylemiyle sınırlamış oluyor. Benim burada çizmiş olduğum Aphrodite portresinin bir benzerini J. G. Merquior’un Focault incelemesinde görüyoruz (
Foucault, Afa yay. çev. N. Elhuseyni, 1986, s.170). Aphrodite’in kimliğinden hareketle aktarılana göre, antik dünyada cinsel ahlâk sorunu özünde bir denetim alıştırması olmalıdır. Cinsel anlamda değerlilik, bizim kültürdeki “
eline, beline, diline hâkim ol” düsturundaki “
bele hakimiyeti” andırırcasına insanın kendini tutması yani cinsî tutkularına yenilmemesidir. Bunu evvelce Ekşi’de
#10075764 no’lu entiride ve şu anda hatırlamadığım başka entirilerde, daha sonradan Hıristiyanlıktaki cinsel yasakları da etkileyen Stoa disiplinine göre cinsî de dahil olmak üzere tüm tutkuların (pathetik hislerin) birer
perturbatio animi yani “
zihin rahatsızlığı” olması bakımından incelemiştim. Yanılmıyorsam yine
bilge ya da özgür olan başlığında aynı Stoa disiplininin idealize ettiği bilgenin cinsî olan da dahil olmak üzere tüm pathetik hislerden sıyrılması gerektiğini söylemiştim. J. G. Merquior da aynı sonuca varıyor: “
Bilgelik insanın arzularını olabildiğince fiziksel gereksinimlerine yakın bir düzeyde tutmasıdır.” (a.g.e., s.170) Yazar bununla yetinmeyip Diogenes’in kamuya açık bir ortamda insanların gözünün içine baka baka mastürbasyon yapışını anımsatıyor ve ekliyor:
“Prusalı Dion bu davranışın (apaçık ortamda -au plein air- mastürbasyon yapılması) ardındaki mantığı bize şöyle aktarır: Bu alaycı Kinik yaptığı hareketin doğal bir gereksinim olduğunu, insanın gem vurulmamış arzuların tutsağı haline gelmemesini sağlayan yalın ve dürüst bir rahatlatma olduğunu söylemek istiyordu. Eğer zamanında böyle yapılmış olsaydı Truva savaşından kaçınılması olasıydı… Ne yazık ki Paris bir Kinik değildi.” (a.g.e., s.170-171)

O hâlde anlaşılıyor ki, günümüzde fizikî sevinin ve cinsel birleşmenin ötesinde, söz konusu oku fırlatan Eros’un anası olması hasebiyle kalpteki kıpırtının ve çırpıntının (şırfıntı kelimesi de ne güzel uydurulmuş, kökenini merak ediyorum) sorumlusu kabul edilen Aphrodite’yi Troia’da bir yıkıma sebep olan paris örneğinden hareketle, salt fizikî sürtünmenin kendisi kılarsak, beri yandan Stoacı ideal bilgenin beline hâkimiyetini önemli bir erdem olarak kabul edersek savaşlar ve yıkımlar son bulur (sevgililer günü fikri de kendiliğinden zihinlerden silinir). Ancak yine farklı entirilerde bahsettiğim gibi Stoacı bilgenin bizim anladığımız anlamda insan sayılıp sayılmayacağı da sıkıntılı bir problemdir. Öyle ya, tutkularından sıyrılmış bilge tipleri, yanlışıyla, doğrusuyla insandan ziyade doğaya eksiksiz bir şekilde uyup öleceği varsa ölen bir hayvana benzer. Modernite insanı hayvanlıktan daha yumuşak bir hayvanlığa çekmeye çalışır. Ve bugün piskolociyle kafayı bozmuş kişilerin ısrarla dile getirdiği gibi kişinin kendisiyle barışması ve doğal olarak tutkularının varlığını da doğal karşılaması şeyi de gösteriyor ki, bilgeleşen hayvanlaşır. Öfke yok, korku yok, keder yok, aşırı mutluluk yok, haz yok peki ne var, insan var mı? Bunlar olmadan insan olur mu? Dead man walking.
Şimdi ben bu noktada Kinik Diogenes’in halkın ortasındaki mastürbasyonundan, günümüz gençliğinin video oyunlarındaki ve özellikle de filmlerdeki simğlatif şiddetle içte kabarması olası olan agresyonu dindirebileceğine ve hatta İslâm’daki kurban ritüelini (itinayla bakınız.
kurban/@jimi the kewl) savunanlarca dile getirildiği gibi, her sene düzenli bir şekilde akıtılan hayvan kanının insanın içinde bulunan insan kanı akıtma potansiyelini her daim minimum gerçekleşebilirlik ölçeğinde tuttuğu savına taşabilirim. Ama yapmayacağım.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...