“Yalnızlık” ve “yalnız” üzerine yazılan her şey dikkat çekiyor; hemen kokuya gelen sinekler gibi insanlar da yalnızlık üzerine söylenmiş sözlerin etrafında dolanmaya başlıyor; herkes kendi payına düşen yalnızlık tespitini kırpıp alıyor. Hatta bu ilgi öylesine genişleyip insan kalabalıklarını esir almış durumda ki, artık yalnız olmadığını düşünenler bir süreliğine de olsa yalnızlığına kaçmak için can atar hale gelmiş. Bu uğurda yalnızlığına engel olduğunu düşündüğü insana “b
ir süre yalnız kalmam lazım, düşünmem lazım” der ve sonunda zaten yalnız bırakılarak istediğine kavuşmuş olur. Böyle durumlarda yalnızlığın yalnızlık olmaktan çıkıp bir çok şeye dönüştüğünü gözlemleyebiliriz. Yalnızlığın sadece yalnızlık olduğu yer, yalnız olduğunun bilincinde olup da bunu anlamlandırmaya çalışan insanların uzağında kalıyor. Çünkü yalnızlığa biçilen değerler, yalnızlığı yalnız olduklarını düşünen insanlardan da söküp alıyor; onları yalnızlık görünümündeki yeni bir duruma

sokuyor. Oysa yalnızlık Tanrı’nın yalnızlığında en güzel tasarımını bulmuştur. Öyle bir yalnızlık ki, artık bunu düşünmeye bile fırsat ya da gerek yoktur. Yalnızlığı düşünmeye fırsatın olması bile yeni bir durumda olduğumuzu gösterir; çünkü tasarım yalnızlığın belini büker; etraftaki insanların azalması yalnızlığın vechesi değildir. Yalnızlığın yalnızlık olduğu yer; onu o kılan şeyin onu o kılmaktan öteye götürmemesindedir. Şimdi tartalım, düşünelim bunu biraz.
Bakın son zamanlarda çok fazla alıntı yapmaya başladığım Ortega y Gasset’nin müthiş bir tespiti vardır: “
Yunanlar fikirlerin çekiciliğine öylesine kapıldılar ki, tuttular logos dedikleri zekayı evrenin en üst katına oturttular… Yunanlar, Aristoteles ile, tanrı’nın düşünmekten başka uğraşı olmadığına karar verdiler… Tanrı düşünürken, düşünmekten öte bir şey yapmıyordu.” (İnsan ve “Herkes”, sf.44, Metis Yay.) İsterseniz sayıca çok olsun, isterseniz tek bir tane olsun; hiç fark etmez, Tanrı düşüncesini yalnızlaştıran, insanın onu o etmesidir. İnsan Tanrı’yı öyle yalnızlaştırmak durumundaydı ki, Hıristiyanlar Tanrı’nın insan olmadan kurtuluş’u getiremeyeceğini düşünmeden edemediler. Aziz Anselmus
Cur deus homo (Tanrı niçin insan oldu) diye bir kitap kaleme aldı; onu o haliyle bırakamazdı; tahayyülü izin verdiği ölçüde onu insanlaştırarak kendisine yaklaştırdı; çünkü o yalnız başına evreni yaratmış da olabilirdi, Iuppiter kılığında Venus’e sarkmış da. Hiç fark etmez; onu o kadar uzaklarda yalnız kılan insanın onu tasarlayabildiği ölçüde tasarlayabilmiş olmasıdır. Yoksa size şah damarınız kadar bile yakın olan şey, aslında size bir hayli uzaktır. “Bir hayli” göreceli bir söylem farkındayım; zaten amacım da bu, size ne kadar yakınsa şah damarınız (insan şah damarı olduğunun bile bilincinde değildir ki), o denli bir uzaklık biçebilin Tanrı’ya.
…
Yazımı Ekşi Sözlük için yazdığım için, o “ek$i” tadını tümüyle buraya yansıtmak istemedim; tamamını okumak için tıklayınız:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=yaln%C4%B1zl%C4%B1%C4%9F%C4%B1n+sadece+yaln%C4%B1zl%C4%B1k+oldu%C4%9Fu+yer%2F%40jimi+the+kewl
>Çok hoş özet geçmişsin.Ortega Y. Gasset' in de maymun ve insan arasındaki fark adına söylediğe şeye canı-gönülden katılıyorum. Kendisine iletirsin.:)
>Yalnızlık, bir anlamda modern hayatın bir getirisi, bir yan etkisidir. Sanayi devrimi ile başlayan bireyselcilik anlayışının bir ürünüdür. Daha önceleri, ziraat toplumlarında bu çeşit bir yalnızlık yaygın olan bir durum değildi.Sanayileşme insanları yalnızlığa sürükler, çünkü artık insan, tarlası olmadığı için kendi kendini besleyebilme yetneğini kaybetmiştir. Bir tarlayı işlerken sahip olması gereken kollektivist grubuda kaybetmiştir. Artık sadece kendi emeğini satmalı ve karşılığında elde edeceği kağıt parçaları ile, yine kendi karnını doyurmalıdır.Bunun desteklemek için yalnızlık popülerleştirilir. Bilhassa 18. yüzyıl şairlerinin yarattığı romantizm olgusu ile…
>Yan bir destekliyici olabilir ama temel için fazla iddialı.
>Yalnzılığın modern hayatın bir getirisi olduğunu söyleyebilmek için, hep söylediğim gibi, "modern" tanımlamasını iyi yapmamız gerekir. "Modern"den ne anlıyoruz, bunu iyi düşünelim. Kimilerine göre "modern" İsa'dan başlar; tartışma henüz bitmemiştir. Ama bir konuda eminim ki, "modern" batıya özgü bir tabirdir; doğuda "modern" diye bir şey yoktur, en azından bir yüzyıla kadar. Batıcı kalkınma modellerini çıkarırsanız; doğuda modern diye bir şey kalmaz. Ama doğuda da kendine özgü "yalnızlık" tipleri bulursunuz. Vecheler ve kurgular değişiktir. Ekşi'deki "modernite" başlığındaki yazımda bunu anlattım. Onu buraya da almak istiyorum şu Banu Güven yazısı sindirilsin hele.
>… Çıkıyorum sanırsın, daha da gömülürsün içine. Tek bir kurtuluş olasılığın bile yok. Yapıtı yıkman gerek. Orada çözüme ulaşamazsın. Yazıyorum işte, yavaş ama kesin artışını sıkıntının. Duvar ardına duvar. Sonunda kim bekliyor seni? –Kimse. Kim senin sayfalarını karıştıracak, çözecek, sevecek? –Kimse hiç kuşkusuz. Tek başınasın gecede, dünyada tek başına. Yalnızlığın ölümün yalnızlığı. Bir adım daha. Belki biri gelir, duvarı deler; senin için yolu bulur. Yazık! Kimse buna kalkışmayacak. Kitap adını taşıyor. Adın, kendi üstüne kapandı, el, beyaz silahı sıkar ya, öyle… Edmond Jabés