Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
“Büyük arzu ve gayretle, olası en küçük günah fırsatını bile kovmak ve tamamıyla yok etmek için büyük çaba sarf etti ve bunu yaparken de bütün muhteşem heykelleri.. (ve) eski dünyanın dehasıyla anılan mümtaz insanların onuruna bırakılmış olan sayısız anıt ve yazıtları tahrip etti ya da imha etti. sonradan tamamen karmaşıklaşan sanat uygulamalarına verilen ciddi zararlara (hıristiyanların) büyük çabası neden oldu.”
Köküne baktığımız zaman iki kelimeyi görüyoruz: lux ve fero; ilki “ışık”, “aydınlık”; ikincisi “taşıyorum”, “getiriyorum” manalarındadır. Kökten hareketi bir istikra olarak da görebiliriz. Parçaların bir bütün oluşturduğunu düşünürsek, özellikle de lux‘un fazladan içerdiği manalar (fero, ferre çok daha genel bir fiil olarak karşımıza çıkıyor) bir fikir vermeli. C. T. Lewis sözlüğüne (A Latin Dictionary; Founded on Andrews’ Edition of Freund’s Latin Dictionary) bakarsak temelde bu isimle anlamamız gereken şey, kastedilen ışığın göksel cisimlere ve Güneş’e ait olduğudur (Cicero, Div. 1, 3, 6; Cicero, Tusc. 1, 37, 90; Cicero, Cat. 1, 3; Cicero, Cael. 9). Bu da anlamca “gün ışığı”nı ortaya çıkarır (Lucretius, 6, 848).
Dahası göksel cisimlerden bahsedildiğinde de lux dendiği olurmuş (Cicero, Arat. 96). Veyahut büyük bir adamın, kendisine bakanlara yaydığı ışık (Ovidius, Metamorphoses 13, 100). daha sonra Hıristiyanlar arasında, “lux” soyut manada aydınlanmanın kaynağı olarak görülmüştür: “Ego sum lux mundi” / “evrenin ışığıyım” (Novum Testamentum. John, 8, 12; id. ib. 12, 26).
Lux’un pagan Roma’sından Hıristiyanlığa geçişinde bir problem olmadığı ortada. Peki, lux+ferre birleşiminden oluşan “ışık / aydınlık getiren” yapısındaki değişikliği nasıl açıklayacağız? Bunun için Lucifer’in paganlar için içerdiği başka anlamlar var mıydı, ona bakalım. Sıfat olarak düşünürsek (lucifer, fera, ferum) ilk mana hep söylediğim üzere, “ışık getiren”dir: “itaque ut apud graecos dianam, eamque luciferam, sic apud nostros junonem lucinam in pariendo invocant” (Cicero, de Natura Deorum 2, 27, 68). Bu ışık getiriciliğinin merkez noktalarından birini Ay olarak düşünüyorlar. Yani “geceyi aydınlatan ay” imgesi beliriyor: Lucretius, 5, 726. Ay’ın atları şeklinde de kullanılıyor: Ovidius, Heroides 11, 46. Şiirde güvenliği / emniyeti sağlayan olarak bile karşımıza çıkıyor: Prud. Psych. 625.
Eril isim (Lucifer) olarak düşündüğümüzde yapı, sabah yıldızı ya da Venüs gezegenini anlatmış oluyor. Cicero bunu açıkça ortaya koyuyor: “stella veneris, quae phosphoros graece, latine dicitur lucifer, cum antegreditur solem, cum subsequitur autem hesperos” (de Natura Deorum 2, 20, 53). Yunanların Phosphoros‘una Latinler Lucifer demiş. Hal böyle olunca, gün ışığını getiren günü de getirmiş oluyor. “Gün” manasında da kullanılmıştır: “memento venturum paucis me tibi luciferis” (Propertius 2, 15; 3, 12).
O halde buraya kadar anlattıklarımdan anlaşılıyor ki, lux’tan ve fero, ferre fiilinden hareketle ışığın yeryüzünde oturan insanlara gelmesi: Gece Ay yoluyla, sabaha karşı Venüs yoluyla insanların aydınlanması düşünülmüştür.
Luther Şink’in de bildirdiği gibi (a.g.e., s.33) P. B. Shelley’in bir makalesinde (“Essay on the Devil and Devils, 1819 c.”, Shelley’s Prose, Ed. D. L. Clark, New Mexico, 1954, s.274) şöyle denir:
“Vetus Testamentum’daki liber Isaiae’da yanlış yorumlanmış bir bölüm dışında, ona neden Lucifer dendiğini anlamıyorum.”
Shelley’in kaynak gösterdiği ilgili bölüm şöyle: Vetus Testamentum, liber Isaiae, 14.12: “quomodo cecidisti de caelo, lucifer, fili aurorae?” Türkçesiyle “nasıl düştün gökten, Aurora’nın oğlu Lucifer?”
Buradaki çeviri bana ait, başka Türkçe çevirilerde doğrudan Lucifer ve Aurora adlarının kullanılmadığı da olmuş: “Ey parlak yıldız, seherin oğlu, göklerden nasıl da düştün!” gibi. Benim çeviride Lucifer ve Aurora isimlerini bilhassa kullanmamın nedeni, pagan mitolojisinde Lucifer’in (kişileştirilmiş bir varlık olarak) aynı zamanda Aurora ve Cephalus’un efsanevi oğlu, Ceyx’in ise babası olmasıdır. Aurora Latincede “şafak”, “tan vakti” anlamına gelir. O halde “Aurora’nın oğlu Lucifer” burada tümüyle “şafağın oğlu sabah yıldızı” olur. Yine öz, Eski Ahit’teki bu kullanımda korunmuş oluyor.
Peki, neden cennetten düşen meleğe burada bu şekilde sesleniliyor? Luther Link’in yorumuna göre (a.g.e., s.34) liber Isaiae’da bahsedilen Lucifer bildiğimiz “Şeytan” değildir. Burada muhtemelen Kenanlıların eski bir mitinden benzetmeler kullanarak, ölüler diyarına düşen hırslı bir Babil kralının yenilgisi betimlenmiştir (Ayrıca bkz. Otto Kaiser, Isaiah 13-39: A Commentary, London 1974; The Interpreter’s Bible, V., New York 1952). Yine Luther Link’in yorumuna göre (a.g.e, s.34) Lucifer dört (aslında üç) aşamadan geçerek Seytan’ı göstermeye başladı:
(1) Zalim bir kral, bir metaforla tanımlanır (kral = parlayan bir yıldız);
(2) İbranice helel (helel ben shahar = “parlak olan”) ya da Yunanca phosphoros Latinceye sabah yıldızı (yukarıda anlattığım gibi), Lucifer olarak çevrilir;
(3) sonra zalim kral Şeytan’la özdeşleştirilir; (4) böylece Lucifer Şeytan’ın öbür adı olur.
Burada yüzyıllardır insanlık gündeminde olan kötülük problemi (thodicy) devreye giriyor. Lucifer’in Şeytan’la özdeşleştirilmesi bir problemi çözmüş oluyor: Şeytan’ı Tanrı yarattıysa ve Şeytan doğuştan kötüyse, o zaman kötülüğü de Tanrı yarattı. Bunun sonuçları karışık olabilir. Şeytan kötü olarak doğduysa, günah işlediği söylenebilir mi? Bu durumda kötülük yapmak zorunda kalmış olur. Buna karşılık Şeytan’ı Tanrı yaratmadıysa, o halde Tanrı Omnipotens / Kadir i Mutlak değildir ve biz bir anda Manicilik dünyasına yani iyiyle kötü arasında, sonucu doğal olarak belirsiz olan bir çatışma içine gireriz. Beşinci yüzyılda yaşamış olan kimi kilise babaları bu problemi şöyle çözdü (çatışmayı giderdi): Tanrı Şeytan’ı yarattı, fakat Şeytan yaratıldığında doğuştan kötü değildi, tersine özgür olmanın nimetinden yararlanarak kötü olmayı kendisi seçti. Bu durumda Tanrı Omnipotens’liğini korur, beri yandan kötülüğün sorumlusu olmaktan da kurtulur (L. Link, a.g.e., s.34-35). Örneğin Augustinus’un de Civitate Dei 11.15‘teki ifadelerine bakalım: “Maniciler şunu anlamıyor: Şeytan doğası gereği kötüyse, günah diye bir şey olamaz. Maniciler peygamberlerin tanıklığına, örneğin Babil prensi kılığında simgesel olarak Seytan’ı temsil eden Isaiae’ın ‘sabahları gökyüzünde yükselen Lucifer, cennet’ten nasıl düştün?’ sorusuna verecek bir cevapları yok. Bu da gösterir ki, Şeytan bir süreliğine de olsa günahsızdı.” (L. Link, a.g.e., s.36)
Burada Şeytan’ın istenciyle kirlendiği ve başından itibaren kötülük içinde yüzmediği anlatılır. Aynı temayı Kuran’da da okuruz. Örneğin İbrahim suresi 22’de Şeytan şöyle der:
“Allah size hak bir vaatle vaatte bulundu, ben ise vaat ettim ama vaadimden caydım. Benim sizin üzerinizde bir sultam yoktu. Sizi davet ettim, siz de bana uydunuz. Hepsi bu. Şimdi beni kınamayı bırakın da öz benliklerinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Aslında ben sizin, daha önceden beni şirk aracı yapmanıza karşı çıkmıştım. Zalimler için acıklı bir azap öngörülmüştür.”
İsra suresi 27’de ise Şeytan’ın nankörlüğü açıkça zikredilir:
“Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olurlar. Şeytan kendi Rab’bine nankörlük etmiştir.”
İbrahim’in dininin üç farklı yorumunda üç aşağı beş yukarı ortak bir hikaye görüyoruz. Evvelce Marlowe’un Dr. Faustus’undaki Lucifer kullanımından bahsetmişim. Marlowe’un çizdiği Lucifer portresinin de burada anlattıklarımızla uyumlu olduğu ortada. Sadece şunu görmemiz gerekiyor, Marlowe Lucifer’i olabildiğince Seytan’ın karşılığı olarak kullanıyorsa da, temelde “Lucifer” sadece Şeytan’ın nominal karşılığı gibidir. Şöyle analtmıştım Ekşi Sözlük’te:
“Marlowe’un Mephistophilis’i ise Faustus’la daha ilk karşılaşmasında ona Lucifer’in emrinde olduğunu söyler ve onun izninden asla çıkamayacağını. Ona göre Lucifer bütün cinlerin amiri, başıdır. Mephistophilis’in anlattığına göre Lucifer bir zamanlar Tanrı’nın en sevdiği melek iken, gittikçe artan kibri, küstahlığı yüzünden, Tanrı tarafından göklerden kovulmuştur. Şimdi kötülüğün başıdır. John D.Cox’a göre Mephistophilis’in burada altını çizdiği husus, libido dominandi‘nin Hıristiyanlık düşüncesinin ilk ve en temel noktalarından olan Patristik dönem yorumuyla alakalıdır. Zira Augustinus de Civitate Dei 11-12’de Lucifer’in yani “baş” Seytan’ın Tanrı’nın gözünden düşüşünü aynı minvalde anlatmaktadır… Faustus’un sorusu üzerine Mephistophilis kendisini ve diğer cinleri şöyle tanımlar: ‘Lucifer’le beraber düşen, Lucifer’le birlikte Tanrı’mıza ayak direyen, Lucifer’le beraber sonsuz lanete gömülen bahtsız ruhlarız.'” (#10833696)
En nihayetinde Lucifer’in pagan dünyasında kendini beğenen, kibirli tanrıça Venus’un adını alan gezegenin kendisi olduğu da unutulmamalı. Galiba Lucifer’le ilgili en nadide yorumlardan birini, hem pagan hem de Hıristiyan âlemin ruhunu okşarcasına şair Milton yapmış. Lucifer’e “darkness visible” yani “görülebilir olan karanlık” demiş (ilham için bkz. Rachel Pollack, the Forest of Souls: a Walk Through the Tarot, 2002, s.169). Görülebilirliği onu aydınlığa taşır (aydınlıkta olduğunu gösterir) ama niteliği bakımından alabildiğine karanlıktır, aslında onu karanlık olarak kodlayanlar bunu onu karanlıkta görebilmiş olmalarına borçludur. Canavarlı bir mağaraya girmişler de, çıkmayı başarıp dışarıdakilere içeri girmemelerini söylüyorlar sanki, ruhban sınıfının sıradan kullardan farkını gösteren bir analoji bu. Yazının sadece din adamlarına mahsus bir artı değer olduğu Mısır’da da durum budur, “benim gördüklerimi görseydiniz çok ağlar az gülerdiniz” dediği rivayet edilen peygamberin durumunda da.
>Hocam, beğendiğim yazılarını, blogum'da kaynak belirterek yayınlayabilir miyim?