Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Tümelden tikele, tikelden tümele yol pek kısaymış gibi göründüğünden ötürü bir simülasyon ürünü olmasından şüphelendiğim bir çıkarım. Nasıl bir simülasyon? Şöyle; “bilimsel bilgi” denilen nanenin bizzatihi epistemolojik olarak değerlendirilmesi, kantarda yüklüce bir ağırlığa sahip olduğunun ortaya konması şüphesiz önemlidir. Türlü bilimlerin ilkelerini, varsayımlarını ve sonuçlarını yargılayıp kritik ederek inceleyen epistemolojik yaklaşım, onların mantıksal kökenini, nesnel değerini belirlemeye çalıştığına göre ve bunu yaparken de belli standartların dışına çıkmamaya özen gösterdiğine göre; bilim adamının amaçladığı her ne ise, o bilimsel araştırmanın sınırları dahilinde olmak durumundadır; o halde şöyle bir çıkarım ortaya konmalı: “Bilimsel bilgi”nin peşinde koşturan bilim adamının bu uğraşısı, standartlar içinde kaldığı müddetçe bir sorun yok; ancak standart ötesine taşıp yeni bir bakışla yeni bir hedef belirlediğinde bulduğu sonuçların söz konusu standartlar dahilinde bir değeri olamayacağından elde dilen (Latincesiyle perceptio, yani “kavranan”, “kavrama”) şey “bilimsel bilgi” olmamış olur. Bu durumda bu kavranan şeyin ne veya kim ile kol kola girdiği de önemli değildir; zira temelde sanki olumsuzlayıcı bir hava estirilmeye çalışılıyormuşçasına rahatsız edici olan da kendisini görür görmez tüylerimizin diken diken olacağına dair bir kanıya binaen bu çıkarıma yerleştirilmiş olan “ırkçılık” tabirinin “bilimsel bilgi” gibi değerli bir mefhumun (burada değer bakımından iki karşıt mefhumun yan yana getirilmiş olması başlı başına bir heyecan sebebiymiş gibi düşünülmüştür; oysa gün gelir “bilimsel bilgi” denilen şeyin de ne derece değer anlamına geldiğini de burada tartışırız. laf lafı açıyor belki ama hazır vakti gelmişken söylemeden edemeyeceğim; geçenlerde üniversitemize, bir hocamızın davetiyle yanılmıyorsam ya Portekiz’den ya da İspanya’dan bir etno-matematikçi gelmiş idi; değerli bilim adamımız Afrika’da yerli bir halka, ucu yüzyıllara varan bir inanışlarının [gün geçti unuttum; yanılmıyorsam tanrılara belli mevsimlerde tapınmayla alakalı, zorunluluk olarak görülen bir şeydi] yanlış olduğunu öğrettiğinden bahsetmiş idi. Faruk Akyol hocamız, üstadımız da bilimsel bilginin kudretine dayanan bu inanç değişiminin o yerli halka artı olarak ne verdiği üzerine düşündürücü bir iki kelam buyurmuştu. Benzer bir düşündürmeyi burada da yapabiliriz.) yanında sırıtması ve bizde bu uyumsuzluğun şiddetli bir tepki doğurması amaçlanıyor haliyle. Ancak “bilimsel bilgi” nanesi, kendi başına ya öyledir, ya da değildir. Kiminle kol kola girdiği, “bilimsel bilgi”liğinden ne bir şey alır, ne de ona ekleme yapar. Çünkü “bilimsel bilgi” kavrandıktan sonra (perceptio) yeni “bilimsel bilgi”lere yelken açabilmemizi sağlayacaksa bunu zaten yine kendi standartları çerçevesinde yapacaktır; aksi durumda olduğu gibi kalacaktır. Bu, interneti dilediğiniz gibi kullanma lüksünüzün olması gibi bir şey. Xhamster’a da girersiniz, Jstor’a da. Ekşi’de de dolanabilirsiniz, Haber7’de de. Önemli olan internetin standartlarının byte’lar kapsamında (daha da aşağısı varsa söylesin, bilgisayar terimleri hususunda cahilim) belirlenmiş olmasıdır.
freud’u bilimsel, sunduklarını da “bilimsel bilgi” olarak değerlendiriyor musunuz? eugene goodheart’ın müthiş bir çalışması var the reign of ideology (columbia university press, 1997) diye. benim homo insipiens’te bir çırpıda söylediklerimi o haliyle daha derli toplu sunuyor. her neyse, yazar o eserinde adolf grünbaum ile karl popper’ın freud’un bilimselliğine dair nasıl kıyasıya çatıştığından bahseder. gerçekten de öyledir; karl popper için freud’un psikanalizmi benzer koşullarda, benzer zeminlerde ve benzer zaman dilimlerinde denenme gibi bir nitelikten çoğu kere mahrum olduğundan (sigmund freud/@jimi the kewl) ciddiye alınası değildir. yani yanlışlanabilirliğin (falsifiable) sistemli bir şekilde ifade edilemediği bir ortamda (yani standartların sağlıklı bir şekilde belirlenememesi durumunda) bilimden de söz edilemez. adolf grünbaum ise tam tersini düşünüyor; freud’un psikanalizminde yanlışlanabilirlik vardır (şuna dikkatle bakınız: necessary condition thesis). fazlasıyla detaya girmiyorum sadece ortaya sunulan bir bilgi bütünlüğünün salt yanlışlanabilirliği veyahut yanlışlanamazlığından hareketle bile bilimsel bulunup bulunmayacağı belirsizken, freud’un (söylemlerinin ve bilimsel kabul ettiği ve ettirdiği bilgilerin) bilmemkimle kol kola girmiş olması bir anlam ifade eder mi? üçüncü paragrafa geçiniz lütfen.
freud dedik, söylemim teoride kalmasın pratiğe dökeyim. elisabeth roudinesco’nun jacques derrida’yla yapmış olduğu malum söyleşide (de quoi demain dialogue/@jimi the kewl) anımsattığı gibi freud, babaerkil otoritenin batı’da yıkılmaya yüz tuttuğu bir çağda, baba işlevini simgesel olarak yüceltme zorunluluğundan hareket ederek oedipus karmaşası kuramını ortaya çıkartmıştı; bunun kökeninde ise aslında bizim sigmund’un babasının ona yahudiliğin zor zamanlar öyküsünü anlatması ve yahudi babanın külahını kendisinden alanlardan intikamını alamaması ve ardından bunun için ant içişi vardır (şöyle de bir bağlantı kuruluyor: roma tarihinde hannibal da babası amilcar’a benzer bir ant içiyor roma düşmanlığına binaen: hannibal/@jimi the kewl). haliyle elisabeth roudinesco buradan hareketle “ezilmiş baba” figürünü jacques derrida’ya onun kendi babasıyla olan ilişkisi kapsamında yöneltiyor. durum acı; hem bireysel hem de genel. zira yahudi derrida, kendisi gibi yahudi babasının (ne olacaktı ki, değil mi ama) ülkede yahudi kovuşturmaların, linçlerin arttığı bir dönemde katolik iş sahipleri tarafından korunmuş olmasına binaen mahçupluk sergilemesini acı verici buluyor, bu yüzden babamerkez-penismerkezliğin yapıbozumunu öneriyordu. deyim yerindeyse derrida burada hanniballeşiyordu. her ne kadar ırkçılık ve antisemitizm kapsamında yahudi kovuşturmalarının sebebi freud’un tespitleri değilse de, yine de ondaki yüceltilmesi gereken baba figürünün yerin dibine sokulması arzusu, ihtiyacı doğurduğu sonuçlar bakımından karşıtını olumsuzlamamız gerektiğini düşündürtebilir. derrida’nın artık yahudilerin arasına, cemaate katılmama arzusu, kendi deyimiyle “yahudi okuluyla bütünleşme fikrine katlanamaması” bile şunu gösterir: baba burada bir üretici figürdür ve yahudi babadaki kendisine hıristiyanların yapmış olduğu iyilikten doğan mahçupluk, oğlunun gözünde utanç sebebidir zira yahudi baba bütün ömrü boyunca katoliklerin yanında çalışmış, çalışmış, sürekli çalışmıştır. hatta kamburu çıkmış, aksak yürümeye başlamıştır. o zaten doğumundan beri hıristiyanlar ya da başkaları tarafından salt yahudi olduğu için linç edilmemeyi haketmektedir. o halde freud’da beliren, simgesel açıdan babanın öldürülmesi (buradaki utanç durumunun ayaklar altına alınması) en büyük suç olduğuna ve bu suçu işleyen evlatlar (örn. j. derrida) hem kendi gözünde hem de başkalarının gözünde pişman olması gereken olduğuna göre (bkz. herbert marcusse, eros ve uygarlık, sf.62, idea yay. 3. baskı, 1998) bu durumda dolaylı yoldan da olsa antisemitizm kazanmış olur yani başlığa uygun konuşursak, ırkçılık sürekliliği bilimsel bilgi (freudçu yaklaşım) nezdinde yani onun sayesinde kutsallaşmış olur. örneğimizle söylersek; derrida’nın duyduğu utanç yani var olduğunu düşündüğü hakkı arama yine bir yahudinin teziyle elinden alınmış olur. bundan daha etkin bir kol kolalık aramayın. kafatası ölçümü hikayeleri bile bundan daha çaresizliğe itemez humanitas algısını. zira ırkınızdan ötürü ortadan kaldırılmayı haketmediğinizi düşündüğünüzde buna karşı oluşturacağınız gardın kendisinin düşürülmesinden daha büyük bir zihinsel darbe indirilemez kanaatindeyim.
tekrar başa dönüyorum. bunu yaparken de bu sefer örnek olarak elime amerika’daki afro-amerikalılara uygulanan zeka testini alıyorum. bu paragrafta asıl vurgulayacağım şey şu: zeka testi sonunda hangi bilimsel bilgiye ulaşılacaksa, bunun laboratuar ortamında en başta bahsetmiş olduğum standartlar çerçevesinde bir anlamının olduğudur. ancak yine yukarıda bahsettiğim gibi bilimsel bilginin, “bilimsel bilgi” haline dönüştüğünde yani kendisi olduğunda kiminle kol kola girmiş olduğunun bir anlamının olmadığı da belirtilmeli. ancak benim bu görüşümü tersleyen bir görüş var. guthrie’ye göre afro-amerikalılara uygulanan zeka testinin kendisi, bilimsel ırkçılığın (scientific racism) devamlılığını sağlayan önemli faktörlerdendir (faye z. belgrave, kevin w. allison, african american psychology: from africa to america, p.10, sage, 2005). siyahlarla beyazlar arasındaki zeka farklılığın anlaşılmasına dair sağlam veriler sunmuş olması laboratuar ortamında anlamlı değil midir? öyle ya ortada bir olgu varsa bunun belirlenmiş olan standartlar çerçevesinde tespit edilmesi ve insanlığın önüne sunulması; mars’a gönderilen insansız aracın bize orada su bulunduğunda dair olumlu veya olumsuz bilgi sunmasıyla benzerdir, hatta aynıdır. mars’ın bu özelliğinden ötürü büyük bir devletin, orada koloni kurması ve diğer devletlere bu yolla üstünlük sağlaması insansız keşif aracı yoluyla bilgi edinmiş bilim adamlarının problemi değildir. dahası siyahların beyazlardan, en kaba tabirle, daha akıllı veyahut daha akılsız olduğunun tespiti de inceleme ekibini ilgilendirmediği gibi; ortaya çıkan sonuçlar araştırma normlarına uygun olarak her koşulda aynı çıkıyorsa, bunun kitlelere aktarılması da sorun teşkil etmez. ancak! burada benim görüşümü göbekten delen kocaman bir ancak beliriyor. siyahlar ile beyazlar arasında bir zeka testi yapılma amacı, bir insanda (beyazda) neden belirmiştir? bunun cevabı nasıl verilecek? işte burada bilimsel etik (scientific ethic) devreye giriyor; daha araştırmanın başında siyahların beyazlardan ayrı olduğu kabulü, beyazları bu araştırmayı yapmaya itiyor. jerome r. ravetz’in scientific knowledge and its social problems’te dediği gibi (p.313, transaction publishers, 1996) bilimsel etiğin kaynağı, temeli felsefede veya dinde bulunmayabilir; başka bir temel oluşturulması gerekebilir. yazara göre bir insanlık sözleşmesi olabilir. sözleşme gereği araştırma gerekçesi olarak ortaya konan unsurlar madem hayati (her bilimsel araşırma hayatidir) o halde siyahlar ile beyazlar arasındaki zeka farklılıklarının ölçülmesinde 3 beyaz 3 de siyah bilim adamını projenin başına koyar ve amacınızın asla ama asla temelde siyahların beyazlardan ne kadar farklı olduğunu saptamak olmadığını dile getirirsiniz. gerçi şimdi diyeceksiniz ki, herkesin herkesi dava ettiği ya da kamu önünde kolayca güç duruma düşürdüğü şu ortamda zaten kimse “ben ırkçılık olsun diye bu araştırmayı parasal açıdan destekliyorum” demeyebilir; ancak aradaki dengenin, samimiyetin kurulması da, kimse kusura bakmasın ama -kafatası ölçümlerinde olduğu gibi- benim problemim değil. madem bir projeye el attınız, açıklamasını da yaparsınız kardeşlerim. canlarım.
şimdilik yeter hadi.
addendum@:
stefan kühl’ün the nazi connection: eugenics, american racism, and german national socialism’inden (p.3, oxford university press us, 2002) bir unesco alıntısı ekleyecektim, hemen entiriyi kapatmak isteyince alıntı da güme gitmiş oldu. unesco statement on race and racial prejudice, paris, september 1967 künyeli ifade şöyle:
“racism falsely claims that there is a scientific basis for arranging groups hierarchically in terms of psychological and cultural characteristic that are immutable and innate. in this way it seeks to make existing differences appear inviolable as a means of permanently maintaining current relations between groups.”