Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

J. Derrida ile E. Roudinesco Arasında Söyleşi… Yahudilik Meselesi

Jacques Derrida

Jacques Derrida


Jacques Derrida
: Bağımsızlık ve çelişki: bundan daha iyi anlayabildiğim bir şey yoktur. Kökünden sökülmüş olmama rağmen, haklı ya da haksız, kökleşmem için yeterli hiçbir çaba göstermedim, her Yahudi topluluğunun karşısında da tetikteyim. Ama en küçük bir Yahudi düşmanı işareti karşısında Yahudiliğimi ne küçümserim, ne de hiçbir zaman inkâr edeceğim; kendimde aradığım, birçok işareti var bunun, ya da bana mal edilebileceği düşünülen şey bu Yahudilik. Epey zaman önce, Sartre Yahudi’nin Yahudi düşmanlığı tarafından üretildiğini söyledi. Bu açık bir şekilde doğruysa, gerçekten başkalarının bir yaratması söz konusuysa, “Yahudi” gerçekten Yahudi düşmanlığı tarafından tasarlanmışsa, başkası tarafından -Yahudi düşmanı ya da değil- böyle yaratılmış olmak için önceden Yahudi olmaya ihtiyaç olmayacaktır (Sartre, hayatının sonunda, gelenekten hoşnutsuzluğunu dile getirmemek için, savaşın hemen ertesinde kitabının tanıklığını yaptığı Yahudi geleneklerinden haberi olmadığını kabul etmişe benziyor). Ama Yahudi doğmuş olmak ve sünnetli olmak, bir insan için bu durum asla başkasının, Yahudi düşmanı olsun olmasın, bir projeksiyonuna indirgenemez. Bu miras ne reddedilebilir ne yadsınabilir. Benzeşmez, türedışı olan bu miras sözden, yeminden ve antlaşmadan önce gelir.

Siz de, vaftiz edilmiş olsanız bile, herhangi bir Katolik yurttaşa benzemiyorsunuz. Yahudi düşmanlığının sizde bu etkiyi oluşturmadan önce de, siz edilgince kendinizi damgalanmış hissedersiniz. Yahudi düşmanlığı sizde bu şekilde bir kimlik oluşturmadan ya da bu kimliği değiştirmeden önce de Yahudilicikten üzüntü duyarsınız. Ve bu kimlik sizin için, örneğin Brötanya’lı doğacak olan biriyle aynı değildir.

Seçim öğretisinden çok rahatsız oluyorum. En kötü kuşkuları buna karşı gösterebilirdim, ama istesem de istemesem de, doğumundan önce, yapacak hiçbir seçimim olmadan önce, belirlenmiş, saptanmış, damgalanmıştim. Benzeşmez (heteronomique) bir evrensel seçim ‘yapı”sı vardır: şunu ya da bunu yapmaya zorunlu olan tek benim, yeri doldurulamaz benim bu karar alanında, “işte ben”, “buradayım”Jacques Derrida, vb. diyebilecek olan… Bu herkes seçimi, bu ada yaraşır her sorumluluğa, varsa eğer, onun şansını ve koşulunu sağlar gibi geliyor bana. “Doğuştan” Yahudiliğe gelince, burada bir başka seçim biçimi (buna sevinebilelim ya da sevinemiyelim, bu ikincil bir konu), birçok Yahudi düşünürün bu evrensel seçime bağlamak isteyecekleri bir biçim söz konusu, az önce hatırlattım bunu. Benim için bu sorunun, bu ilişkinin yeri budur, ama, her ne olursa olsun, bir şey, herhangi biri, üstelik söyleyecek tek sözüm olmadan yazgımı belirledi. Sözcük olarak ya da simgesel anlamda, sünnet dediğim şey budur. Konuşmayı bilmeden önce damgalandım. Kadınlar için de geçerlidir bu. Siz sünnet edilmediniz, ama bir damganın sizin Katolikliğinizden önce geldiğini ve ona nüfuz ettiğini bilirsiniz.

Elisabeth Roudinesco: Sünnet edildiniz, demek ki damga bedeninizde?

J.D.: Bunun bir eğretileme olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama bu konudan söz ettiğim her yerde (çok çok, Glas’tan Kartpostal’a, Schibboleth’dan Circonfession’a kadar, daha yakınlarda Safaa Fathy’nin filminde), sünnetin bölgeler arası değerini ya da gerçekliğini oldum olası bedende işleyen retorik üzerinde çalışıyorum: cinsiyet sünneti, içerden sünnet, dudakların ve dilin, vb. sünneti.

E.R.: Ama siz sünnet olmasaydınız, aynı şekilde Yahudi olduğunuzu hissedecektiniz!

J.D.: Bir Yahudi ailede doğmuş olduğum şu ya da bu şekilde bana öğretilmiş olsaydı, bu gerçekten aynı şey olurdu. Kızlar için de. Gerçekten var olan bir damgayı, bir izi silmek için söylemiyorum bunu. Bütün sünnet biçimlerinde, benim ilgimi çeken, üzerinde durduğum şey, sözü geçen bu damganın var olması için, ne sözcük anlamıyla (gerçekten) sünnet edilmeye ne de bir erkek olmaya ihtiyaç olmadığı olgusudur.

Gerçek, “fiziksel”, “yaralı” sünnetin birtakım özgün etkileri olduğunu da biliyoruz. Bu konuda konuşmak bile gereksiz. Ve bu durum, kadınların sünnetinde olduğu gibi (dünyada yoğun olarak uygulanan ve benim öldürücü sonuçlarıyla çok daha şiddetli bir saldırı olarak gördüğüm, hiçbir şekilde geri döndürülemez ve sünnetten çok daha önemli, onunla ölçüştürülemez bir olaydır bu), ölüm cezasına benzer şekilde “dünyasal” tartışmalara gittikçe daha çok boyun eğmeyi sürdürecek olan bir sorun olarak kalır. Demek ki, kendimde ve başka yerde, hem genel ve evrensel erkek-kadın sünneti biçimiyle, hem de bütün bu ırksal-dinsel beden damgalamalarıyla ilgilenmeye çalışıyorum.

Bu karalamalar herhangi bir yerde yer almadı.

E.R.: Sünnet Yahudiler’e özgü bir şey değil, ama her ne kadar Freudcu olsak da yadsımak zorunda kalacağımız bu damga olmuştur. Freud bedensel damgalara karşı olduğu için çocuklarını sünnet ettirmek istemedi. O Yahudiciliğin zihinsel mirasını kabul ediyordu, Yahudiliğini göstermekte hiç duraksamıyordu, ama bir “vefasız Yahudi” olduğunu da ileri sürüyordu.

J.D.: Çok sayıda Yahudi, vefalı ya da vefasız, sünnetten söz ettiler -özellikle Spinoza, O, sünnetin Yahudi halkının sürekliliğini ve ölümsüzlüğünü güvenceye aldığını vurgular. Circonfession’da buna değiniyorum.

E.R.: Ama bugün böyle bir durum desteklenebilir mi?

J.D.: Ortodoks Yahudiler, aralarında da en az incelikli oldukları husus bu, size, sünnetten vazgeçilirse, Yahudicilik için temelden bir şeyin yitip gitme tehlikesiyle yüz yüze geleceğini söyleyeceklerdir. Daha genel olarak, sünnetten vazgeçilirse (gerçek ya da simgesel, her şey lafz’ın çevresinde temsil edilir, Yahudilikte olduğu kadar İslamda da) bir penismerkezcilikten (phallocentrisme) vazgeçme yolunda olunur. Bu durum kadın sünneti için haydi haydi geçerli olacaktır. Bu vazgeçiş Hıristiyanlık için de geçerli, çünkü üç din de büyük ölçüde, farklı bir şekilde de olsa, penismerkezcidirler. Her ne olursa olsun, penismerkezcilik ve sünnet İslam’ı ve Yahudiliği birbirine yakınlaştırır. Yahudi-İslam çiftinin derin indirgenemezliğini, hatta belli belirsiz güvenilen bir Yahudi-Hıristiyan çifti karşısında, onun genellikle yadsınmış ayrıcalığını vurgulamışımdır sık sık.

E.R.: Penismerkezcilikten değil de, sünnetten vazgeçilebileceğini düşünmeye eğilimliyim; Freud’un buradan Baba yasasını, eksik bir egemenlikten, artık bir tiran egemenliği değil de, onun simgeye ve cinsiyet ayrımının evrenselliğine geçişinin egemenliği olan bir egemenlikten kaynaklanan bir yasayı oluşturduğu anlamda. Başka deyişle, bir tür sınırsız yapıbozumuyla her simgesel işlev formunu ortadan kaldırmak isteyen “postmodernizm”den daha çok modern olmak için, militan bir penismerkezcilik karşıtlığının, onun iyi niyetlerine karşın, ortadan kaldırmayı istediği penismerkezcilik kadar korkunç bir anamerkezci -ya da nihilist- gücü değerlendirmeye mahkûm olduğunu düşünüyorum. O halde bu simetriden kurtulmak ve penismerkezcilik düşmanlığını penismerkezcilik karşısına koymamak gerekiyor.

Annelere atfedilen mutlak -ve ister istemez egemen- bir güç olmaktansa: bir intikam olarak ve hele, bizzat kadınların, zamanında, asıl kurbanlar olmak tehlikesiyle karşılaştıkları sınırsız bir dişilik ve zevk fethinin görüntüsü olarak uygulandıkça “phallique” olacak bir güç olmaktansa; zorba egemenliğinden kurtulmuş bir baba, yapıbozumuna uğramış, küçük düşürülmüş ve imkânsız olmuş eski egemenliğinin azalması zorunluluğunun bilincinde olan bir baba yeğdir.

Bu açıdan, sizin Yahudi-İslam çifti (yadsınmış) ile Yahudi-Hıristiyan çifti (onaylanmış) arasındaki karşılaştırmanızı yeniden ele almak için, psikanalizin şimdilik Arap-İslam dünyasında, yani İslam’da yasak olduğunu söylüyorum, birkaç pratisyen psikanalizi uygulasa ve onu kurumsallaştırmaya çalışsa bile (Fas’ta ve özelike Lübnan’da). Bu dünyada ve Yahudi-Hıristiyan dünyanın aksine, baba yasası “Oedipusçu”, bozulmuş, yapıbozumuna uğramış değil de, hâlâ baskıcıdır. Sizin de söylediğiniz gibi, İslam’la İslamcılığı birbirine karıştırmamak gerekiyor, bugün İslam dünyasında kadınların bedeni böyle bir baskıya uğramamaktadır, özellikle de, bana göre, kendi adlarına konuşmayı simgesel olarak onlara yasaklayan “peçe” ile. Çok sayıdaki kadının artık peçe örtmemelerinin ya da bunun için mücadele etmelerinin nedeni de budur zaten. Bu yabancılaşma bilinçdışı olsa da onu daha da çok dayanılmaz kılmaktadır. Oysa, bu biliniyor, kendi adına konuşma ve kendi yabancılaşmasının özünü soruşturma özgürlüğü, bir kadın tarafından “icat” edilen Freudcu sağaltımı karakterize eden özgür çağrışım uygulamasından ayrılamaz.

J.D.: Siz benden daha Lacancısınız. Ama gerçekten, annelere babaların eski gücünü atfetmek için hiyerarşi tersine çevrilirse, bu hiçbir şeyi değiştirmez.

E.R.: Biz eşitlik ve özgürleşme için mücadele ediyoruz. Ama psikanalitik deneyim annenin çocuk üzerine ve bebek üzerine uyguladığı gücün, ruhsal görüş açısından yıkıcı olduğu da, hatta zorba babaların gücünden çok daha korkunç olduğu da görülebilir. Kadınların, demokratik toplumlarda çok güçlenmekte olan kadınların, eski ayrıcalıklarının özsever paylaşım yarasına tahammül eden bu babalara yeni bir yer vermelerini çok isterdim. Kadınlara ve erkeklere bundan başka ne olabilir?

Jacques Derrida, Gün Doğmadan: Elisabeth Roudinesco ile Konuşma (De quoi demain…), Çev. K. Sarıalioğlu, Dharma Yay., 1. Basım 2006, (Sf.258-263).

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: