Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
[şuradan gelin: http://books.google.com/…s?id=qwoyt424xzmc&pg=pa141 ]
Siyaset hanenizde şu üç büyük kelime terimleşmişse, dünyanın en faşist olmayan romantiğini getirseniz yine de “ideolojinin kırbaçladığı, kırbaçlandıkça da bundan haz duymaya başlayan adam” olmaktan öteye gidemeyecektir:
Barış, sonsuz ve hayal.
Ben de hem faşist hem de romantik olmayan biri olarak diyorum ki “barış sonsuz bir hayaldir”; dahası barış dediğimiz şeyi sadece “savaşın olmadığı zeminde olan şey” olarak da görmüyorum. Niye mi? Şu yüzden: Beni yaratan koşullarla benim zıddımı yaratan koşullar aynı; dahası birbirine karşıt düşüncelerle/terimlerle düşmanlık besleyen zıt ideolojinin (ideoloji: herhangi bir kuramın dayandığı düşüncelerin tümü. Yani bütünden bir parça eksiltilemez, fazladan bir parça eklenemez. en ufak değişimde ideolojinin varlığı tartışmalı hale gelir. İnsandaki düşünce kabiliyeti ise sınırlara dayanamaz. Her ideoloji en nihayetinde “totalitarian ideology” haline bürünür yani türkçesiyle “baskıcı ideoloji”) kölelerini yaratan koşullar da aynı. mesela faşist olmayan aynı zamanda romantik de olmayan biri faşist olduğunu düşündüğü aynı zamanda romantik olduğunu da düşündüğü birine yafta yapıştırdığı vakit, söz konusu eylemin başlangıç noktasındaki kişiyle, bitiş noktasındaki kişi yani özneyle nesne aynı zemin üzerinde aslında aynaya karşı dövüşmüş olmaktadır. Hikayemize özdeş hale getirelim mevzuyu: sen eğer aynaya baktığında osman pamukoğlu kadar sert bir adam görüyorsan, onda nefret ettiğin her niteliğin aslında kendinde de olduğunu bilmiyorsun, dahası bilmek de istemiyorsun demektir. Çünkü bu mevzuda karşımızda dikilen üç büyük kelimeden oluşan bir önermeyi sadece ideolojik saplantıların çerçevesinde değerlendirmek istiyorsun demektir.
bir üst paragrafta varmış olduğum noktayı açımlamaya çalışacağım, ama önce kendimi ekşi bir münazaranın ortasında düşünerek, kötü bir münazaracı olarak karşı tarafın eline kozu bile bile vereyim: “aynı zemin”den dem vurup duruyorum değil mi? başarılı bir münazaracı olmak isterseniz bana şöyle seslenebilirsiniz: “peki o halde madem ideolojiye saplanmışlığı eleştiriyorsun, o zaman ideolojinin köleleriyle seni üreten zemin de, tarihle süreç de aynı. peki buna ne diyeceksin?” bir kere şikayetim zeminden veya tarihsel süreçten değil, bu zemin ve birikimin farklı farklı siyasi, tarihi, dinsel, sosyolojik, psikolojik vb. açılardan gerekli / farklı sonuçları olduğumuzu bilmeliyiz; ben bunun bilincinde hareket etmek istiyorum. ve insana yakışan (insandan başka bir canlıya yakışıp yakışmadığını da bilme şansımızın olmadığı) “düşünme” ve “sorgulayabilme” yetilerimizi de göz önünde tutarak, bu hoş ve iç gıcıklayıcı, her türlü totaliter tutuma (dinden veya devletten kaynaklanabilir) “şüphe” yaratma mekanizmamızı ortadan kaldırmaya yönelik ideolojik bütünlüğü eleştiriyor olmam da doğal olarak benim gbi düşünmeyenlerle ortak geçmişe sahip olduğumu yadsımaz. zira temelde farklılık üst değer “sorgu/muhakeme” yeteneğinin kabulü veya reddidir.
bunun anlaşıldığını varsayarak tekrar başlıktaki ifadeye geliyorum. “barış”, “sonsuz” ve “hayal” kelimeleri benim lugatımda belli bir ideolojinin kalın duvarları arkasına itilmemiştir. ben “barış” kelimesini duyduğumda evvela “asker miğferine toprak/çiçek konduğunu” anımsamam. kafam böyle çalışmaz; bu açıdan romantik değilim. yine bu açıdan “savaş”tan anladığım şey denize, nehre, göle karışmış petrol ve bataklık kıvamındaki o acayip sıvıya batmış leylek vs. de değildir. ben “barış”a baktığım zaman ister dinden hareketleneyim, ister dinsizlikten hiç fark etmez, hem “olan” hem “olmayan” bir şey görüyorum. “olan” bir şey görüyorum, çünkü çok anormal durumlar dışında doğadaki her üretim bir “barış” ürünüdür. doğadan taşın, samanyolu galaksisindeki her harmonia, bir “barış” ürünüdür. insanoğlu ta başından beri hangi birikim toprağında mayalanmış olursa olsun “barış” iklimine doğar. çünkü doğma ve ölüyor olma sürecini “yaşayarak” geçirdiğinden, dahası çevresindeki ve içinde bulunduğu mikrokosmos ve makrokosmos’un akışındaki barışa uymaktan başka da bir tercih hakkı bulunmadığından, evet “barış” onun için de vardır. burada kritik kelime “harmonia” yani “uyum”dur. yani elde ettiğimiz temel önerme şudur: “barış sonsuz bir uyum halidir.”
Önce bkz. Savaş sonsuz bir gerçektir
“Barış” aynı zamanda “olmayan”dır. Çünkü yaşıyor olma süreci aynı zamanda parçalanma süreci olduğundan, temelde uyum hali üzerinden tabir ettiğim barış aynı zamanda “yok oluş”u gösterir. Yunan’da tragedya “çözülemeyen”i konu edinir. Orada mutlak sorular varsa da, mutlak cevaplar yoktur. Troya Savaşı’nda zaferi hedefleyen agamemnon tragedya şairleri elinde hem haklıdır (karısı ve onun sevgilisi tarafından öldürüldü), hem haksız (kızını savaşta zafer kazanmak uğruna kurban etmeye yeltendi).
Annesinden ve aşığından babasının intikamını almak isteyen Orestes hem anne katilidir hem de babasının öcünü alan oğul! Oidipius’la ya da Elektra’yla ilgili “çözülememişlik” halini de varın siz düşünün. Benzer durum yeryüzünde insan için de söz konusudur. “Barış” olmayandır; çünkü insanın ölene kadarki temel gündem maddesi olan “sağlık, beslenme, korunma ve yaşamı anlamlandırma çabası”ndan biri eksik olduğu zaman ölür. Bu kadar basit: Ölüm.
Sürekli eskime, parçalanma, dağılma, kimi zaman suni parçalarla yeniden ve yeniden “yenilenme” gibi her akış insanın bu trajik durumunu kanıtlar. şu çağda bir yerlerde alnındaki anıların, birikimin kalemiyle çizilmiş çizgiyi operasyonla yok etmeye çalışan bir insan evladı varsa, bu insan evladının neye karşı koyduğunu, neye ayak dirediğini bir düşünün. Sonra deyin ki “ideal olan barış”tır? Bu yüzden (insanın harmonia’ya direnişi açısından) insan için barış sonsuz bir hayal olagelmiştir. Zaten velev ki bir grup barış sevdalısı “sonsuz barış”ın hayal olmadığını kanıtlamak uğruna bütün dünyaya “sonsuz barış”ı getirmek istedi, ya “sonsuz barış”ı istemeyenler ne olacak? Onları öldürmek zorunda kalmayacaklar mı?
Hitler’in de (böyle yazılarda verilebilecek en iyi örnek olarak) kendi algılayabildiği kadarıyla “sonsuz barış”ı istediğini varsayın yeter burada demek istediğimi kavrayabilmek adına. Sonsuz barış için bile birilerini öldürmek zorunda kalmak! İşte tragedya budur!
meselenin tarih ve edebi yönüne #13298905 , utopya/@jimi the kewl ve civitas solis/@jimi the kewl entirilerimde değinmiştim; bunları hatırlatıyorum çünkü “barışın sonsuz bir hayal”likten çıktığı noktada mutluluk ve huzur da tartışmalı hale gelir. futurama the beast with a billion backs‘te dünyayı ele geçiren o garip sevgi arsızının tüm yaşayanlara ebedi mutluluk vermiş olmasına rağmen kimsenin mutlu olmadığını anımsayın; sonsuz barış ve sonsuz cennet… bu ikisinin geçmişte herhangi bir yerde uzun süre boyunca “sorunsuz” yaşandığını ya da gelecekte yaşanabileceğini kanıtlayana 7 trilyon vereceğim.
“eğer aksi olsaydı insanlık (günümüze göre) artık en son / gelişmiş noktasının başlangıcında “cennet” vaadini uydurmuş ve ona inanmış olmazdı.”
cennetten düşenlerden biri, jimi oktar
pistopya, 1983