Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
>
1. islam nedir?
2. islam’ın köklerinden kasıt nedir?
3. batı kültürü tabirinden ne anlıyoruz?
4. ortaya çıkış ve yayılış rotası nereleridir ki, oraları antik yunan kültürünün popüler olduğu yerler saymalıyız?
5. “aynen” denilerek bir benzerlik kurulduğuna göre, yahudilik ve hiristiyanlık;
a) kökleri batı kültüründe yer alan dinler midir?
b) bu dinler için kullanabileceğimiz “kök” tabirinden kastımız ne olabilir?
c) ortaya çıkış ve yayılış rotası neresidir, ki orayı antik ynan kültürünün popüler olduğu yerler saymalıyız?
c.1.) yahudilik ile hiristiyanlık aynı yerde ortaya çıkıp, aynı rotayı mı izlemiştir?
c.2.) eğer böyleyse buraların belirlenişinde antik yunan kültürünün katkısı ne olmuştur? sebepler nelerdir?
6. platon’un batı felsefesine merkez oluşturmasına dair ilgili bkz. verildiğine göre; islam’ı da platon’a düşülmüş bir dipnot olarak görebilir miyiz? ya da platon’un tanrıbilim anlayışının islam’ı etkilediğini söylemek mümkün mü?
görüldüğü gibi çok basit ve kısa bir yazıdaki önermeler ve verilerden hareketle bu sorular çıkmış durumda. bu soruların ayrıntılı bir şekilde cevaplandırıldığı tonla makale ve yayın bulmak mümkündür; hem de bizim gibi avam arasında gece-gündüz dinin ve ritüellerinin tartışıldığı; ilahiyata tonla öğrencinin ilgi duyduğu bir ülkede hala bu soruların tekrar tekrar sorulma gereğinin duyulduğunun farkına varmak acı olmalı. ben artık acı hissetmiyorum. çünkü buradaki dezenformasyondan sorumlu olanlar bizzat islam’ı anlatmaya görevli olup da, taş çatlasa sabileri okul sıraları üstünde namaza zorlayan, dualar ezberleten “din kültürü” hocaları ve onların başındaki eğitim bakanlığı; bilgi aktarımında pasiflik suçtur; en büyük suçlu da diyanettir!
elimden geldiğince bu soruları cevaplandırmaya çalışacağım; büyük ihtimal sonlara doğru sıkılacağım; çünkü kuyuya atılmış taşın sahibi için yapacağım açıklamaların hiçbir mahiyeti olmayacak. çünkü kare kafalıların ülkesinde insanlara yaftalar madalya gibi takılıyor; herkes birşeyci oluyor en nihayetinde. kimse anlatılanı dinlemiyor, herkes sadece ya anlatanın ya da anlamak istediği şeyin peşine düşüyor. çünkü yaftaların mahkumu olmak, anlayışlı olmaktan daha kolay. islamcı veya islam karşıtı olma arzusunu hissetmeden karalamak istiyorum, umarım güzel bir paylaşım olur.
şekilce, metot olarak yukarıda sormuş olduğum sorulara tek tek cevap vermeyeceğim, yazının içine yedirmeye çalışacağım; zira o yöntemi uygulayacak mecalim yok şu an. evvela islam’ın köklerinden anladığımız şeyin ne olduğu önemli; bunun altını çizmek istiyorum. çünkü “islam, kökleri batı kültüründe olan bir dindir” dendiği vakit her şeyin en temelde düğümlendiği noktanın “kök” tabiri olduğu görülüyor. bir dinin köklerinin başka bir kültürün (buradaki “başkalık” durumu önermenin kendisinden geliyor; zira “islam = batı kültürü” eşitliği kurulamayacağına göre; birinin kökünün diğerinde olduğu söylendiğine göre; iki farklı anlayış bütünüyle karşı karşıyayız demektir) içinde olduğuna dair görüşün kastı en fazla şu olabilir: “islam düşüncesi, batı kültüründen doğmuştur”. bir dinin adı olan “islam”ın kökleri bir başka kültürün içindeyse; bu en fazla düşün sistematiği açısından böyledir. zira coğrafi, iktisadi, siyasi vb. açılardan islam’ın doğuşunu batı diye kabul edilen yere bağlamak mümkün değildir; burada en fazla iki farklı anlayış arasında düşün benzerlikleri kurulabildiği için böyle bir önerme ortaya konmuştur. şöyle ki; islam dininin başlangıcı olarak peygamberine inen vahyi sayarsak; bu da i.s. 610 yılıdır, yani peygamberin 40 yaşında olduğu tarih (bkz: cebel-i nur) (bkz:hira dağı) (bkz: mekke). islam’ın doğuşu mekke’de gerçekleşmiştir. coğrafi sınırları belirleyelim: zemzem suyu ile kabe etrafında genişleyip büyüyen şehir, asya ile afrika’nın tam sınırda ‘sarat’ dağ silsilesindeki bir gediğin civarında, babilonya ve suriye’den yemen yaylasına, hint okyanusu ve kızıldeniz sahillerine doğru giden yolların teşkil ettiği bir düğüm noktasının yakınlarında kurulmuştur (h. lammens, “mekke” maddesi, i.a., vii.630; ali çelik, islam’ın kabul veya reddetiği halk inançları, sf.34, beyan yay. 1995).
şu ana kadar anlatılara binaen islam coğrafyasında antik yunan kültürünün etkisinden söz etmek mümkün değil; ayrıca islam öncesi toplulukları arasında ehli kitap’ın, yani yahudilerin ve hiristiyanların da bulunduğu aşikar ancak bunlar çok büyük ve etkin güç olamamışlardır. hele ki hiristiyanlarla ilgili ibn hişam’ın aktarmış olduğu faymiyun (euphemion) adındaki dindar bir hıristiyan seyyah tarafından dinin necran’a oradan da yemen’e götürmüş olduğuna dair rivayet buradaki hiristiyan etkisinin ne kadar az olduğunu göstermektedir. yani temelde sadece antik yunan değil yahudilik ve hıristiyanlıktan bilinçli bir beslenişi göremiyoruz; islam öncesi arap toplumunun bilgi düzeyine dair söylediklerimi düşünürseniz; kendilerinin bu üç inanç sisteminden birine meyledebilmelerinin bile zor olduğunu anlarsınız. kaldı ki hicaz bölgesinde halkın büyük bir bölümü müşrikti, hz. ibrahim’in ve ismail’in oğullarıyız demelerine rağmen onların getirmiş olduğu tevhidi bırakmışlardı (a. çelik, a.g.e., sf.70).
islam’ın doğuşunda antik yunan ruhunu duyumsayamıyorum. buna ek olarak yayılış rotasını incelediğimizde, bu sefer yönümüzü coğrafyaya çevirmeyiz; zira bu sefer karşımızda tüm heybetiyle islam felsefesi durmaktadır. gerçi seyyid kutub ve muhammed kutubkardeşler gibi müslümanlar “islam felsefesi” tabirini eleştirmektedirler, bu hususu hasais ut tasavvur il islami başlığında işlemeye çalışmıştım. o eleştiriyi bir yana koyarsak, islam düşüncesinin kadim felsefe sistemlerinden yeni bir felsefe türetmeye giriştiğini söylemek yanlış değildir. ancak şunu da kabul etmek gerekir, ilk kaynak neresidir? hangi düşünce sistemi ögündür? bu probleme dair n. demir’in bildirdikleri dikkat çekicidir: “yeni-kantçı cassirer’in de belirttiği gibi felsefenin kendisi zaten bir diyalogun ürünüdür. felsefe muhatabın zihnini dölleyen sözlerden, düşüncelerden ibaret olunca, ortaya konulacak felsefenin özgünlüğü iddiası zaten bir anlamda boşa çıkmaktadır. ilk yazılı felsefi metinler olan hint felsefesinden yunan, yunan felsefesinden islâm, islam felsefesinden de batılılar yararlanmışlardır. hint felsefesinin nereden yararlandığına ilişkin kesin bir bilgimiz yok. roma döneminde stoacılık dışında grek felsefe akımları pek ilgi görmemiş, bizans döneminde de kiliseye hizmete talip olmayan felsefe takibata uğratılmıştır. bu yüzden batı dünyasında felsefe, skolastik dini düşünce içerisinde faaliyet göstermiştir.” (http://www.pusulahaber.net/…i&file=yazi_oku&sid=113) bu konuyla ilgili doç. dr. bayram ali çetinkaya‘nın “islam felsefesi’nin özgünlüğü”nün özgünlüğü başlıklı makalesi de (c.ü. ilahiyat fak. dergisi x/2, 2006, sf.475-480) önemli bir derlemedir:
“genel olarak batılı fikir ve düşünce tarihçileri ‘islam felsefesini özgün olmayan bir düşünce’ olarak kabul ediyorlar. peki dünyadaki hangi düşünce özgündür? batılıların bu düşüncesi, meşşai ekolü göz önünde bulundurularak ortaya konmuştur. yunan düşüncesi ne kadar özgündür? yunan düşüncesinin temelinde hind’den fenike’ye, mısır’a kadar olan bölgelerin düşünceleri bulunmaktadır. nitekim bu hususu eflatun ‘ey çocuklar, siz mısır’daki matematik karşısında çocuksunuz’ sözleriyle ifade etmiştir.” (devamı için:http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/1399.pdf)
felsefenin menşeine dair detaylı bir analiz için, buyrun:
http://www.cumhuriyet.edu.tr/…iyat/der2/1ndemir.htm
görüldüğü gibi islam düşüncesinin ortaya çıkışında yunan etkisi yoktur. yayılışında ise yunan doğrultusu şeklen tartışmalıdır. zira a. koyre gibi bir felsefecinin dediğine göre karşılıklı etkileşim mümkündür ancak müslüman arapların batıya katkısı daha mühimdir; zira yunancadan yapılan tercümeler batı alemine sokrates’in, platon’un ve aristoteles’in tanıtılmasını sağlar (bu konuda bkz: islami felsefeye dusman eden barbar turklerdir).
derdimin bir tarafı yüceltip diğerini alçaltmak olmadığı açık; hele ki klasik yunan ve roma zemininin değerini düşürerek klasik edebiyatı ve felsefesinden kopmam mümkün değil, aksi halde bindiğim dalı keserim. beni ben eden koridor, klasik filoloji koridorudur; doğal olarak bakış açım buradan beslenir. ancak kavramları kalben veya önyargıyla, cahilce kullanmanın da karşısında olmalıyım. platon’un sistemli felsefi düşünüş açısından önemi yadsınamaz; ancak islam dinini antik yunan’la ilişkilendirmek, bizzat peygamberinin dava uğruna verdiği savaşları bile görmezden gelmek demektir. bir yargıda bulunurken dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum. hayatımızda ferrari motoru görmediysek, onunla ilgili yorum yapmamamız gerek; çünkü akıllı gibi görünmek isterken, komik duruma düşebiliriz. ciddiyim.