Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Bilim çağında Tanrı’ya inanmak bahsi…

Bilim çağından ne anladığımız önemli, işin hikaye kısmını geçersek burada kastedilen şey, Yeniçağ felsefesi ve biliminin başladığı 17. yy.’dan beri sürekli gündemde olan (bunun için bakınız Elisabeth Stroker‘in Einführung in die Wissenschaftstheorie adlı eserinin önsözü) fenomenleri incelemedeki yeni metotlar bütününün artık gelip de dayandığı yerdir, yani en sonu gösteren, yaşadığımız şu an. Yarın da en sonu gösterecek olan da başka bir adlandırmadan mustarip olabilir. Benim asıl burada dikkat çekmek istediğim husus, “bilim çağı” diye adlandırılan bu çağda felsefe-din-bilim üçgeninde ancak geçmiş çağlarla karşılaştırıldığında nispeten bilimsel metotlara sırtımızı dayamış olduğumuzdur; bu önemli mi? Evet, önemli; zira bilim kavramını salt gündemdeki ve yaşantımızdaki ağırlığıyla değerlendiremeyiz, Aristoteles’in kategorizasyonuna kadar gidiyor meselenin ucu, hatta Platon nasıl ki “felsefenin babası” ise Aristoteles de yaygın kanaate göre “bilimin babası”dır (örn. Frederick Pollock, An Introduction to the History of the Science of Politics, p.1, 1920; Herbert Woodfield Paul, Stray Leaves, p.90, 1906). Peki onların yaşadığı çağda da (adını “bilim çağı” koymanıza gerek yok) “böyle bir çağda Tanrı’ya inanılabilir mi?” diye soran çıkmış mı? Belki böyle değilse de, Epikuros’un okuluyla ilgili aktarılanlara bakarsanız açık bir şekilde görürsünüz: “Tanrıların var olup olmadığı önemli değil, Leukippos ve Demokritos’tan miras kalan belli bir atom kuramı var ve bu kurama göre, en nihayetinde tanrılar varsa bile, dünyanın gidişatına asla karışmazlar.” Aslında bu söylem de o çağ için “Böyle bir çağda tanrıya inanmak mı? Hayır!” Dedirtebilir insanlara, hatta daha fazlası bir felsefi akım bile gelişmiştir. Sadece Karl Marx için değil aynı zamanda Theodore Gomperz veyahut Georges Cogniot gibi çağdaş materyalistler için de Leukippos, Demokritos ve Epikuros isimlerinin önemi zaten buradadır. Yani kendi çağlarında, bu başlıktaki din ve tanrıya yönelik küçümseyici tavrı takınabilmiş olmalarındadır.
konumuza teğet geçen başka bir konu: francis bacon’ın dile getirdiği daha sonra da leibniz’in confessio naturae contra atheistas‘ta büyük bir saygıyla tekrar ettiği “az felsefe dinsiz yeterli felsefe ise dindar eder” söylemi (#13666742). bilim, ama hangi bilim? hangi yöntemler bütünü? bana kalırsa burada dikkat etmemiz gereken temel husus, bilimin felsefeyle aynı nitelikle dinden farklılaşmasıdır. cengiz çakmak hocamızın dediklerine kulak kabartalım: “felsefe hayatın anlamı ne diye sorular sorup da hayatın anlamı şudur diye cevaplar vermemiştir. felsefe böyle bir araştırma etkinliği değil. anlam arıyorsanız dogmatik yapısı olan dinler vardır, inanırsınız veya inanmazsınız, onlar size daha net cevaplar verebilir. net derken inanırsanız geçerlidir, inanmazsanız geçerli değildir.” (#9748221) verilen cevapların netliği! bilimin imkanları dahilinde en temelde soru sorma (bu felsefenin de başlangıç noktası), algı, gözlem, kuramsal soru sorma, tekil gözlem olguları, genelleştirme, bu uğurda hipotezler ortaya koyup, eski önermeleri yıkıp, yeni önermeler sunma, en nihayetinde sınırları belli yasalar oluşturup yeni yasaların da yıkılıp gideceği anı bekleme… bu bir döngü şeklinde devam eder. oysa dinde her soru cevaplanmıştır; artık araştırma sadece akılda tanrı’ya (diğer kutsallıklara) daha da yakınlaşabilme çabasıdır. credo quia absurdum ve credo ut intelligam bu, kutsallıkla yakınlaşma çabasına örnektir. başka dinlerde başka yöntemler bulursunuz, ama önemli olan tanrı’ya işi havale etmektir. bir önceki papa, yani papa ii. jean paul’un geride bıraktığı iki eserinden biri olanmemory and identity‘de bunu açıkça dile getirir: “insan tanrı olmadan neyin iyi neyin kötü olduğuna kendi başına karar verebilirse, bir grup insanın yok edilmesine de karar verebilir demektir.” (i. mysterium iniquitatis) bu açık söylemin ardında yatan, aynı eserde bir önceki paragrafta dile getirilmiştir: “aydınlanma dikkate alındığı sürece tanrı yok oldu. insan tek başına kaldı: kendi tarihinin ve kendi uygarlığının yaratıcısı olarak tek başına; neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veren kişi olarak, etsi deus non daretur olarak var olacak ve çalışacak biri olarak tek başına… ancak tanrı olmasa bile!” (burada müthiş bir retro dönüş yapabiliriz, yapalım hatta; yunan mythos’larında anlatılagelen prometheus-pandora hikayesindeki ibretlik vaka da aslında papa’nın burada anlattığı şeyle aynıdır. öyle ya altın çağ, prometheus’un tanrılara oyun oynayıp insanlara ateşi vermesi ve tanrıların tanrısı zeus’un de buna karşılık insanın başına “kadın” belasını ceza olarak kaktırmasıyla sonlanmıştır. insanoğlu yeryüzünde tanrılaşmaya meylettikçe, her yeni çağ bir öncekinden daha değersiz hale gelmiştir.) bu söylem açık bir şekilde gösteriyor ki, sene i.s. 2008 (gerçi kitabın basım tarihi 2005, ama fark etmez üçün beşin hesabı olmaz burada) ve dinin sesi (aslında tanrı’nın sesidir: vox dei) istifini hiç bozmadan, aynı melodiyle insana sesleniyor. hiristiyanlıktan örnek vermemin sebebi, bu dinin ilk serpildiği yüzyıldan bu yana sürekli bu tartışmaların içinde yoğrulmuş olmasıdır. din-felsefe-bilim üçgeninde diğerlerine karşı gardını en iyi alabilen (philosophia’yı, theologia’nın ancilla’sı yani hizmetçisi kılan da bizzat hiristiyan zihinlerdi: philosophia ancilla theologiae), çok büyük bir kitleye seslenmiş olan dindir.

demek istediğim şey, adını ne koyarsanız koyun her çağda, insanların dine yönelmesi çok basittir. hele ki burada sanki olumlayıcı bir unsurmuş gibi duran “bilimsellik” eleği bunun önüne geçmiş değil, yine hiristiyanlıktan örnek verirsem yukarıda zikrettiğim papa’nın iki eserinde de temel çaba aslında vatikan’ın yani kilisenin ayakta tutulmasıdır. bunu yukarıda bahsettiğim kitabında açıkça söyler, isa’yı kilise olmadan yorumlamaya karşı çıkar. yani burada aslında dine yatkınlığın, muhafazakarlığın yara aldığını düşünmüyorum. aksine insanların günümüzde yaşadıkları sosyal, kültürel sorunlar, onları dinin, mutlak cevaplarına ihtiyaç duymalarına sebep oluyor. ama çağla birlikte veche değiştiren inanç sisteminden, din kodamanları rahatsız olabiliyor; o da ayrı bir mevzu. böyle bir çağda tanrı’ya inanmanın pek de küçümsenesi bir tutum olduğunu bu yüzden sanmıyorum, insanın önündeki seçeneklerin kıtlığından kaynaklanan bir sıkıntı bu. teoman duralı hocamızın da belirttiği gibi einstein, heisenberg, heidegger, adorno, jaspers, ortega y gasset gibi devlerin ölümleriyle birlikte yeryüzünde filozof-bilimadamlığın yerinde yeller esmesi de önemli bir unsur olsa gerek (felsefebilim‘i düşünün:http://www.teomandurali.com/node/46). felsefe ölmedi, ama papa’nın fides et ratio‘da şikayet ettiği gibi (kilise gözlüğüyle bakıyordu) eklektik yapı modern düşünce sistemlerinin belini bükmüş olabilir, zaten şu postmodernizm denilen garabetin insanlarda geleceklerine dair ortaya çıkardığı belirsizlik (zizek’ten örnek vermezse ölecek hastalığına yakalanmış gibi davranayım:) zizek gibilerinde “post” olan her şeyi hiddetle itme gibi bir yiğitliği tetikliyorsa da, çoğunluk için bu yeni belirsiz durum, çoğu kere (buraya dikkat!) tanrı’nın eli olmadan (şöyle de diyebilirim, inancın doğrultusunda giderek geleceğin teminatını mutlaka iç huzuru sağlayacak “güç önünde eğilme seansı”nda bulmak (örn. kuran, bakara suresi 136: “…biz yalnız o’na/allah’a teslim olanlarız.”). entirimin sonlarına doğru zizekçi “anti” tavırdan bahsedeceğim kısaca.) içinden çıkmanın mümkün olmadığı bir dehlizdir. iyi yetişmiş, uzmanlaşmış beyinler için belki sorun çok daha minimaldir, ancak orta düzeyde eğitilmiş kafaları geçin avamı düşünün, tanrı her türlü tabusuyla gücünü korumaktadır. bana kalırsa zizekçi anti-modacılık burada işe yarar, yukarıda da dediğim gibi dehlizden deliyle dahi arasında yeni bir tip olarak çıkabilirsiniz,alternatifin alternatifini secme cekiciligi kapsamında tanrı da alaşağı edilebilir, hatta etkinin tepkisine tepki göstererek tekrar tanrı’ya da varabilirsiniz bu yolla. ancak zizek’te etkin bir şekilde görüldüğü gibi “uyumsuzluk” , “antagonizm” vb. silahlara meyletmiyorsanız, uzmanlaştığınızı düşündüğünüz bir alanda daha da ileriye gitmeyi tasarlamıyorsanız, ne tanrı ne de yeryüzünde tanrı kesilen diğer putlar, tabular, korku imparatorları (benim homo insipiens tipi olarak gördüğüm, ideolojinin köpekleri için (ian adams‘ın political ideology today adlı eserinden “ideoloji”nin konseptine bakın: http://books.google.com/…drrjhhfjursllvwshg#ppa1,m1), büyük siyasetçiler, düşünürler tek başlarına -marlowe’un dr. faustus’taki deyimiyle- “yeryüzünde zeus” modeli oluşturmazlar mı? ideolojiye köpeklik etmekle, “bilim çağında tanrıya inanmak” aynı şeydir. belki bu yüzden, papa’nın felsefeyi öldüren husus olarak şikayet ettiği “eklektik yapı” modern insanın kurtuluşunu sağlar, bilmiyorum. sahi modern insanın battığını söyleyen kim? kesin mi bu?) yakanızı bırakmaz (din kaynaklı korkular için şu yazıya da bakabilirsiniz: dinin kibri – http://www.radikal.com.tr/…r.php?ek=r2&haberno=8159 . ya da ikinci, üçüncü, dördüncü kaynaklara gerek yok; kuran’da bakara suresi 40. ‘ta allah “ve yalnız benden korkun.” der israiloğullarına, bunu müslümanlara ibret olsun diye anlatır. hangi inançlı korkmaz ki?). çünkü nasıl ki şekerli ortam kanserin en iyi serpildiği yerse, deneyle uzmanlaşmamış zihinlerin de en kolay şekilde varacağı yer tanrı veyahut insanlardan köpekleşmelerini isteyen, tanrı’ya öykünmekte beis görmeyen başka idollerin (sir francis bacon, 17. yy.’da ilmin gelişimi / aydınlanma önündeki en büyük engelleri yani idolleri göstermişti oysa:#11239026) limanıdır, yaşanılan zeminin adını istediğiniz kadar “bilim çağı” koyun, bu böyledir. isa bile “tanrım beni neden yalnız bıraktın” diye ağlamıştır.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: