Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Hilmi Yavuz
Doğu ve özellikle Müslüman toplumlarda bir edebi tür olarak romanın niçin ortaya çıkmadığına, ya da, mesela Batılı Hıristiyan toplumlarına göre (ve elbette onlar model alınarak) niçin çok geç tarihlerden itibaren görünmeye başladığına ilişkin açıklamaların en bilineni, şüphesiz, György Lukacs’ındır. Lukacs ve onu izleyerek Lucien Goldmann, Marksist bir roman sosyolojisinin temellerini atarken, roman türü ile burjuvazi arasındaki bağıntıları problematize etmişler; burjuvazinin bir toplumsal sınıf olarak ortaya çıkışı, yükselişi (devrimci konumu) ve bu sınıfın devrimci karakterini yitirişi ile romanın dönüşümü arasındaki mütekabiliyet ilişkilerini irdelemişlerdir. Buradan bakıldığında, roman, burjuva sınıfının edebiyat aracılığıyla kendi bireysel öznelliğini en yetkin biçimde dilegetirmesidir; -tıpkı daha sonra Adorno’nun, burjuvazinin kendini müzik aracılığıyla dilegetirmesinde keman’ın, dolayısıyla, keman konçertolarının; John Berger’in, burjuvazinin kendini resim aracılığıyla dilegetirmesinde yağlıboyanın, en yetkin ifade biçimleri olduğunu ileri sürüşleri gibi… Roman, keman ve yağlıboya! Bunlar, edebiyat, müzik ve resim alanlarında, Fredrick Jameson’un deyişiyle söylersek,[1] burjuva sınıfının ‘tek tek lirik, epik konuşmaları[nın] taşıyıcısı’dırlar; -burjuvazinin kendine özgü duyuşlarının temsilinde en yetkin dilegetiriş biçimidirler. Dolayısıyla, Müslüman Doğu toplumlarında romanın, çoksesli müziğin ve resmin (pentür’ün) ortaya çıkmayışı, aynı nedene bağlanır: Geleneksel Müslüman Doğu toplumlarında burjuva sınıfı yoktur da ondan!
Terry Eagleton, Walter Benjamin üzerine yazdığı monografide,[2] sözü bir punduna getirerek, Müslüman toplumlarında bir edebi tür olarak romanın niçin ortaya çıkmadığına ilişkin (ve sadece roman türüne özgü) bir açıklama getiriyor ve bu açıklamada Edward Said’den yararlandığını bildiriyor. Eagleton’a göre, Edward Said Müslüman toplumlarda gerçek anlamda romanın varolmadığını önesürerken, Kur’an-ı Kerim’in, kökendeki ‘baba’ metin olarak, sonraki metinlerin tümünü doğar doğmaz öldürdüğü ve onları, kendisinin (Kur’an’ın) ilksel otoritesinin tekrarı veya geliştirilmesinden öte bir şey olmayan metinler olarak düşük bir seviyede bulunmaya mahkûm ettiği kanısındadır… Eagleton, bunun bir tür oedipal iğdiş etme olduğunu söyler ve roman, Müslüman toplumlarda (yine Eagleton’a göre elbet!), Kur’an’ın ilksel (primordial) otoritesi altında iğdiş edilmiş (kastrasyona uğratılmış) metinler olarak durur.
Eagleton, Edward Said’e atfen yaptığı bu yorumun, onun (Said’in) Beginnings adlı kitabında yer aldığını söylemektedir. ‘Beginnings’e bakıldığında[3] Said’in, Müslüman toplumlarda İ’caz geleneğine gönderme yaparak, İ’caz’ın Kur’an’ın bütün metinleri iktidarsız kılan tekilliğini öne çıkarışına işaret ettiği görülüyor. Ona göre, İ’caz geleneği bağlamında bakıldığında, ‘bütün (öteki) metinler, asla taklid edilemez olan Kur’an’a göre, ikincil konumda’dırlar.
Acaba öyle mi? Bir bakıma öyle görünüyor. Zira İ’caz’ın, İslami Terimler Sözlüğü”ndeki[4] tanımı, Said’in ve ona dayanarak Eagleton’ın söylediklerini haklı çıkarır gibidir. Sözlük ‘İ’caz’ın, ‘Bir edebi eserin söz, söyleyiş ve anlam yönünden mucize sayılacak güzelliğine işaret için kullanılan bir terim’ olduğunu bildiriyor ve ‘kimsenin yapamayacağı ve herkesi bir benzerini meydana getirmekte aciz bırakan olağanüstü şeyler için kullanılan bir kelime’ olduğunu belirttikten sonra şöyle devam ediyor: ‘Söz, söyleyiş ve anlam bakımından da bir benzerini getirmekte insanların aciz bırakıldığı Kur’an, İ’caz kudretinin en üstün örneğidir.’
İ’caz’ın, Kur’an tarafından da desteklendiği biliniyor: ‘Allah, Kur’an’ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir’ (Zümer, 23) ve bir benzeri bir daha asla meydana getirilemeyecektir’ (İsra, 88). Böyle bakıldığında, İ’caz geleneğinin ondan daha iyisinin yazılamayacağını dilegetirmiş olması, Kur’an’ı, kendisinden sonra gelecek metinleri malul kılan bir metin konumuna getirmiş gibi görünüyor.
Ama dikkat edilirse, Said’in deyişiyle ‘iktidarsızlaştırılmış’ (‘rendering impotent’) ya da Eagle-ton’un deyişiyle ‘iğdiş edilmiş’ (‘castrated’) metinlerden, sadece roman bağlamında sözedilmektedir… Peki ama, eğer durum böyleyse, o zaman İ’caz geleneğinin romanı olduğu kadar öteki edebi türleri (mesela, şiiri) de, iktidarsızlaştırması ya da iğdiş etmesi sözkonusu olmalıdır -zira, bu durumun sadece roman için değil, bütün metinler ya da bütün edebi türler için geçerli olması gerekir… Oysa, Müslüman toplumlarda şiir, İ’caz dolayımında Kur’an’ın ‘ilksel otoritesi altında iğdiş edilmiş’ ya da ‘düşük bir statüde bulunmaya mahkûm edilmiş’ değildir; -yalnız İ’caz’a değil, üstüne üstlük, ‘Şuara Suresi’ne rağmen!
Öyleyse Edward Said, niçin sadece romandan sözediyor? Bence, özelde romanın İ’caz geleneği karşısındaki konumu belirlenmedikçe, genelde, ‘iktidarsızlaştırma’ argümanının herhangi bir geçerliği yoktur.
Kaynak: H. Yavuz, Kara Güneş Sf.118-121, Can Yay. 2. Basım İstanbul 2003.
[1] Fredrick Jameson, Marksizm ve Biçim, (Çev.: Mehmet H. Doğan); Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997. S. 32.
[2] Terry Eagleton, Walter Benjamin or Towards a, Revolutionary Criticism, Verso, London, 1931. S. 67.
[3] Edward Said, Beginnings, Columbia University Press, New York, 1985. S. 199.
[4] Hasan Akay, İslami Terimler Sözlüğü, İşaret Yayınları, İstanbul, 1995. S. 207.
yazının sonucuna katılıyorum. roman islam toplumunda geç çıktıysa bile hala, mesela türkçede, iyi romanın çok az sayıda olmasına bakarak başka yargılara ulaşmak pekala mümkün.
ingilizcedeki romanların genel özelliği, gerçek hikayeleri ve isimleri, sanallaştırarak anlatmaya çalışmak. ya da çok satanların çoğunda olan, amacı ne olursa olsun tamamen kurmaca ama olabilirliği yüksek metinler.
burada çok satmak, para kazanmak devreye girdiğinde, islam toplumlarında bu gerçekten zor. çünkü batıdaki yalnızlaşma ya da bireyleşme ile bir kitabın bir kişi tarafından okunması, kütüphanelerin satın alması gibi sebepler var. islam toplumlarında bir kitabı belki on kişi elden ele okuyabilir. kaldı ki, okuma oranı her ne şekilde olursa olsun islam toplumlarında düşük. kendi gözlemim de şu ki, geleneksel yapıda iseniz, kalın bir kitap okuduğunuzda bunun kurgusal bir metin olması, sizin azar yemenize ve onu okuyacağına.. şeklinde başlayan cümlelere maruz kalcağınız kesin gibi.
kurgulamak, senaryolaştırmak bir plan ve ileri düşünme teknikleri gerektirmesi, islam toplumlarında tanrıcılık oynamanın kesinlikle yasaklanmış olmasının yanında, geleceği daha müphem bırakma gelenekselliği de vardır. tabi islam toplumunda bunlar bilinç altına yerleşmiş kodlar şeklinde ve hala, çok sağlam bir sinema senaryosu bile görememek sanırım bu kodların etkisiyle.