Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Sanem Yazıcıoğlu ile “Arendt, Kriz ve Başlangıç Olarak Politika”

Merhaba değerli dostlar,
Prof. Dr. Sanem Yazıcıoğlu ile “Arendt, Kriz ve Başlangıç Olarak Politika” başlıklı bu canlı yayında Arendt’in felsefesinden hareketle “Kriz olumlu olabilir mi?” sorusuna yanıt arayıp bir eylem olarak politika konusunu işleyeceğiz.

Temel sorular:

-Doktora teziniz “Hannah Arendt’te Yapım-Eylem İlişkisi ve Sonuçları” başlığını taşıyor. 

Nitekim “Arendt ve Eylem Olarak Siyaset” başlıklı makalenizde de “Doktora tezinin akademik yaşamın devamındaki çalışmalarda kalıcı bir etkisi var” diyorsunuz. Bizi farklı bölümlerde ama özellikle de Felsefe bölümünde okuyan genç dostlarımız izliyor. Hem onlara da bu konuda bir rehberlik olsun, akademik gelişimde doktora tez konusunun seçiminin ne kadar önemli olduğunu göstermek, hem de tarihe not düşülmesi adına sormak isterim: Sizi Arendt üzerine çalışmaya iten neydi?

-Az önce sözünü ettiğim makalede diyorsunuz ki, “Bütün iyi düşünürlerin ortak bir özelliğidir ki, Arendt de birçok farklı konuyu genel bir kavrayış içerisinde değerlendirmeyi sağlayabilecek zengin bir bakış açısı sunuyor.” Platon, Aristoteles, Augustinus ve daha nice antik filozoftan yaşadığı dönemin, irtibatlı olduğu filozoflarına, Husserl, Heidegger ve Jaspers’a kadar her konuyu geniş bir perspektifte değerlendirme becerisi var, dolayısıyla Arendt günümüzde yaşasaydı, muhtemelen günümüzdeki teknolojik gelişmelerin neticesinde yapay zekanın anlam ve sonuçlarından Rusya-Ukrayna savaşına, covid’in siyasal ve toplumsal etkilerinden diğer krizlere her şeye dair bir okuma yapardı. Yine Makalenizde “Arendt’in bütün metinlerinde tarihsel bir okuma var” diyorsunuz, biz de bugün Arendt’in kendisine aynı tarihselci bakış açısıyla bakarsak, bugün size göre niçin hala Arendt okuyoruz ve okumalıyız?

-Arendt’e göre bütün politika tarihinde temel bir sorun var diyorsunuz ve theoria ile praksis ayrımından ve bu ayrımın totaliter rejimlere kadar uzanacak sonuçlarından söz ediyorsunuz. Bu bağlamda bir de Vita activa ve vita contemplativa, yani Aktif Yaşam ve Teorik Yaşam arasında bir ayrım var ve bu ayrım antik döneme, Platon ile Aristoteles’e kadar uzanıyor. Hem theoria ve praksis, hem de vita contemplativa ve vita activa ayrımları hakkında bize neler söylemek istersiniz?

-Dünyamızın çöküyor gibi göründüğü durumlarda olayları nasıl muhakeme der, yargıda bulunuruz? … Temellerimiz sarsılır ve mümkün olanın eşiği insanlık sınırlarının ötesine taşınırken “korkuluklar olmadan düşünme” nasıl mümkün olabilir?

-Krizden bahsettik, Cogito’nun 2001 yılında çıkan “Kriz: Daha Derin, daha Eski, Daha Yaygın” başlıklı sayısında “Kriz Olumlu Olabilir mi?” başlıklı bir makaleniz var. Bu makale 22 sene önce yazılmış ama her değerli yazı gibi, hala güncel. Ve aslında kışkırtıcı bir başlık, zira kriz deyince insanlar irkiliyor ama siz Kriz olumlu olabilir mi diye soruyorsunuz. Ve “kriz gerçekten de bir kriz yaratmalı” diyorsunuz. Başlıktaki soruyu size sorayım: Kriz olumlu olabilir mi?

-Türkiye’nin kendi krizleri var, malumunuz. Çok büyük bir doğal afet yaşadık. Bu afet ilk saatlerinden bugüne kadar beraberinde çok katmanlı bir siyasal kriz de doğurdu. Hızlı karar alma kabiliyetinden ötürü övülen ve referandumla yaşamımıza giren Başkanlık rejimi, hızlı karar almanın değil, doğru, yerinde ve sağduyulu karar almanın önemli olduğunu gösteren bir deneyim yaşattı bize. Maalesef bu çok acı bir deneyim. Bu depremlerde ölmedik, acılı insanlardan rol çalmak istemiyorum ama biz de yakınlarımızı veya ortak bir duyguyla vatanı paylaştığımız vatandaşlarımızı kaybettik, bizler gibi olan insanları kaybettik, her şeyini kaybeden insanların acısını yaşamaya devam ediyoruz. Siz bir filozof, bir düşünür olarak 6 Şubat’tan bugüne kadar geçen süreci nasıl yaşadınız, neler dikkatinizi çekti, bu toplumsal yaşantıyı nasıl yorumladınız?

-Afet döneminde bir “çoğul çıkış”tan bahsettiniz (15 Mart’ta attığınız bir twite referansla), bunu biraz açar mısınız?

-Seçim sürecindeyiz… iyimser misiniz, kötümser mi?

-İlkin geçtiğimiz birkaç seçimde beliren ama mevcut seçim sürecinde daha belirgin hale gelen yeni bir dijital gerçekliğimiz var. Twitch ve Twitter gibi sitelerde öne çıkan sosyal medya fenomenleri, bilgisayar başında oyun oynayıp oynadığı oyunu çocuklara izleterek yaşamını kazanan bilgisayar oyunu fenomenlerinin siyasal görüşleri, ciddi siyasetbilimcilerin ve konvansiyonel siyasetin temsilcilerinin, parti üyelerinin görüşleri kadar hatta bazen onlardan daha fazla konuşuluyor. Hatta somut bir örnek vermek isterim, “Mansur Yavaş aday olsun” kampanyasını yürüten bir sosyal medya gençliği vardı, Mansur Yavaş tarafından refüze edilince, bu sefer başka yerlere kaydılar. Sadece seçimdeki olası adaylarla ilgili değil, aynı zamanda sığınmacılar, göçmenler, nasıl denirse, ekonomi, deprem, iç ve dış siyasal gelişmeler, her konuda sosyal medyada neredeyse kanaat önderine dönüşen sosyal medya fenomenleri var, hatta bazılarının sadece sesi var, kim olduğu belli değil, adı belli değil, tipi belli değil, kime nasıl ve ne için çalıştığı belli olmayan dijital kişilikler her konuda fikirleriyle gençleri etkileyebiliyor. Ve gençler bu tür sanal kişilerin kendi yaşamlarına dokunmasına izin veriyor, bundan hoşlanıyorlar. Hoş, bunca senedir adı, kimliği ve her şeyi belli siyasetçilerin ne yararını gördük ki, bu dijital kimliklerin belirsizliği bizi ürkütsün? Sonuç olarak  “Z kuşağı” diye ağızlara sakız edilmiş bir kavramı da göz önünde tutarsak, hem evrensel hem yerel ölçekte, bu yeni kuşakla birlikte yeni bir siyasal iklim mi doğuyor? Belki bu seçim değil ama sonraki seçimleri asıl bu yeni jenerasyon mu belirleyecek? Bu konularda ne düşünüyorsunuz? 

-Son akademik ve entelektüel gündem konularınızdan biri de İstanbul Sözleşmesi. Yeni bir yazınız yayınlandı. The politics of the invisible: Post-truth’s instrumental use of transparency and Arendt’s ‘nobody’ başlıklı bir yazı, Türkçeye çevirirsek, Görünmez olanın politikası: Post-truth’un araçsal şeffaflık kullanımı ve Arendt’in “hiç kimse”si. Bize bu yazınızdan, İstanbul Sözleşmesi ve kadınların “hiç kimse”leşmesi olgusundan bahseder misiniz?

Prof. Dr. Sanem Yazıcıoğlu Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora Eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde tamamladı. Doktorasını 2000 yılında Hannah Arendt’te eylem, yapım ve şiddet kavramları üzerine hazırladı. Doktora sonrasında Manchester Üniversitesi (İngiltere) ve Freiburg Üniversitesi Husserl Arşivi’nde (Almanya) doktora sonrası çalışmalarda bulundu.

2012 Bahar döneminde Boston College’da (MA, ABD) misafir öğretim üyesi olarak görev yaptı. Aynı yıl AlmanyaDevleti’nin verdiği Alexander von Humboldt İleri Araştırmacı ödülünü alarak 2012-2015 yılları arasında (18 ay) Husserl Arşivi’nin konuk araştırmacısı olarak Husserl’de zamansallık, kriz ve yaşamdünyası konularında çalıştı. 2017-2021 yılları arasında Tilburg Üniversitesi (Hollanda) Felsefe Bölümü’nde görev yaptı.

Yazıcıoğlu çağdaş felsefe, özellikle zamansallık, kimlik, algı, bellek konularında ve bunların estetik ve siyaset felsefesindeki yansımaları üzerine araştırmalar ve yayınlar yapıyor. Bu doğrultuda yurtiçi ve yurtdışı dergilerde yayınlanmış makaleleri, kitap bölümleri ve Türkiye’de iki dilli olarak yayına hazırladığı kitapları bulunuyor.

Metafizik ve Politika Heidegger ve Arendt (Sözer ve Tomkinson ile) (2002), Doğumunun Yüzüncü Yılında Hannah Arendt (2009), çağdaş felsefe alanındaki kapsamlı yayınlardan birisi olan Bir-Arada (2013) bu kitaplardan bazılarıdır. Doç. Dr. Sanem Yazıcıoğlu İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.

Bazı makaleleri:

“The politics of the invisible: Post-truth’s instrumental use of transparency and Arendt’s ‘nobody’” https://journals.sagepub.com/doi/epub/10.1177/01914537221148307

Arendt’de “Hiçkimse” ve bir talep olarak Görünmezliğin Politikası
Arendtian Beginning Under the Threat of Violence
Postponed care: a historical critique of care from the existentialist perspectives of Heidegger and Arendt
“The Anonymous. The Invisibles of Society”
“The Truth of the Story and Its Variations”
“Türkiye’de Felsefenin Kendi ve Başka Kültürler Arasındaki Konumlanışında Önay Sözer’in ‘Ara’ Kavramı”
Who Thinks Abstract Today? Hegel on Contemporary Debates on Metaphysics and Aesthetics
The Mist of Seeing
Tanıma ve Tanınma: Felsefede Otorite Sorunu
İlerleme Düşüncesi’ne Eleştirel Bir Yaklaşım
Edmund Husserl Fenomenolojisinde Ufuk Kavramı
Kriz Olumlu Olabilir mi?

Detaylı bilgi için bkz:
https://avesis.istanbul.edu.tr/sanemy/yayinlar

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: