Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
“<Galileo’nun keşfinin doğrulanmasından sonra>… Giordano Bruno’nun evrenin sonsuzluğuna dalarken duyduğu coşku; Kepler’in Güneş’i ‘bütün varlığı saf ışıktan başka bir şey olmayan evrendeki tüm cisimlerin en kusursuz’unu, dolayısıyla ‘Tanrı ile kutsal melekler’in bulunması gereken en uygun yeri izlerken kapıldığı o dinî vecd hali ya da Nicolaus Cusanus’un yeryüzünü yıldızlarla kaplı göğün ortasında nihai bir yuva olarak görürken kapıldığı ölçülü rehavet duygusu, hepsi azalarak yok oldu. Galileo seleflerini onaylayarak kendinden önceki ilham veren varsayımların yerine kanıtlanabilir bir olgu ortaya koymuş oldu.”
H. Arendt, İnsanlık Durumu 36’dan
Şimdi Arendt’in tespitlerine Cicero’nun De Natura Deorum‘undaki bir Epikurosçu gibi kısa bir yanıt vereceğim.
Arendt’in yukarıdaki gibi çevirdiğim pasajını okurken bağlamda evrene dönük mevcut bilimsel bakış açısından hayıflanmadığını da göz önünde tutarak yine de benzer bir hayıflanma içindeki insanların niçin kısmen dinsel ve kısmen şiirsel bir betime ihtiyaç duyduğunu düşündüm. Leukippos ile Demokritos ve Ksenophanes’ten (atlar evreni betimlese, ahır gibi betimlerdi?) beri evrenin kendisine ilişkin bu tür betimlerin insanların kendileri tarafından, kendi doğal benzetim karakterlerinden ötürü oluşturulduğu konusunda tartışmalar yapıldığından haberdarız. Şüphe tohumunun ekilmesi bakımından önemli. Bununla birlikte insanın doğal karakter özelliğinin bu tür betimler oluşturması için yeter neden olduğunu düşünenler de olabilir, daha çok Stoacı olarak değerlendirebileceğimiz bu düşünce tarzı doğayı kutsayarak ona izafe edilen her yasayı doğal bir modelin belirleyici ilkelerine dönüştürür. Burada doğa tanrı ile eşitlenen bir üst belirleyici akıldır, yeryüzünde ve gökyüzündeki her şeye nüfuz ederek onları kontrol eden ve bir uyum içinde yöneten, dolayısıyla karşısında eğilmeyi ve kendisini hayranlıkla düşünüp dua etmeyi öğrenmemiz gereken (kimilerine göre öğrenilmeden, doğuştan sahip olunan bir şeydir) bir kutsallığın ta kendisi oluverir, görünmeyenler gibi görünen her şeyde onun izini aramalıyız bu anlayışa göre. Oysa bana göre kutsal olan sadece sonradan öğrendiğimiz konusunda asla şüphemin olmadığı betim kabiliyetimizdir. Önünde heyecana kapılmamız gereken kutsallık varsa bile bizimle ilgilenmiyor neticede, ilgilendiğini görmedik, görseydik bile cevaben niye karşısında hayranlık duymamız gerektiğini bize hamaseti aşan bir dille anlatmasını isterdik.