Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Bugün Gezi Parkı’ndaydık, tamam da…

Bugün ilk defa Gezi Parkı’ndaydık, açıkçası daha önce gitmeyi istesek de, bir türlü olmamıştı. Öncelikle şunu söyleyeyim: Eve gelip de, şu an özellikle de Rize ve Ankara’da aldığım saldırı haberlerinden sonra gün boyu Gezi Parkı’ndaki atmosferin bana düşündürdüklerinde irili ufaklı değişiklikler oldu. Dolayısıyla hasbelkader bir bifrontal okuma yapmak istiyorum:

Gezi Parkı'nda bugünGezi Parkı’nda her kesimden insanı gördük sanki, elbette bireysel özlük haklarına ve demokratik taleplere saygılı olan kesimleri ya da o kesimlerin aynı nitelikteki insanlarını kast ediyorum. Geçmişte dinî, ırksal ya da ideolojik (hatta cinsel) temelde çatışmış olan farklı kesimlerden insanların hiçbir manevî, maddî ya da ideolojik kaygı gütmeksizin, bir arada aynı amaçla bulunabiliyor olmanın ötesine geçilmiş, bunu gördüm. Belki de tüm jakoben ve müdahaleci (dolayısıyla yayılmacı) ideolojilerinden ve inançlarından sıyrılarak, kimsenin kimseye karışmaması gerektiğine ilişkin ilk defa bilinçlendiler. (Mehmet Altan da bunu vurguluyor.) Örneğin evvelce Bdplilerle Atatürk bandanalı gençlerin kendi sembollerini vurguladıkları bir görünümle aynı halayda bulunabilmeleri düşünülemezdi ama bugün Gezi Parkı’nda bunu gördük. LGBT üyeleri alanda bir yere konumlanmışlar ve gün boyu yürüdüler, slogan attılar, dans ettiler, homofobikliğin en genel anlamda ataerkil toplumun kaçınılmaz bir yan-getirisi olduğunu düşünürsek, alandaki herkes tarafından alkışlanması, belki de daha önce hiçbir zaman bu toprakların hiçbir yerinde olmadığı ölçüde tüm tabuların yıkıldığı bir alan yaratıldığını gösterdi bize.

Özel üniversitelerden, devlet üniversitelerine ve liselere öğrenci takımı da orada hazır bulunuyor. Tek ortak noktaları var: Akp karşıtlığı ya da daha doğru bir ifadeyle Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı. Herkesin birbirine anlayışla yaklaştığı ve sürekli ikramda bulunmaya çalıştığı, bu kadar kalabalık bir ortamda suratlar başbakan aleyhine atılan sloganlarda bile asılmıyor, aksine herkes artık bu karşıtlığı kanıksamış, yıllar sonra otoritenin sesini kesebilmiş olmanın zevkini yaşayıp sefasını sürüyorlar. (Nilüfer Göle şöyle söylüyor bunu: “Kendi seslerini duymanın, eylemlerinin birleştirici gücünü görmenin coşkusunu, sevincini yaşıyorlar.”) Buna Türk baharı denmez ama elbette gençlik baharı denebilir. Baştan aşağı gençlik kokuyor Gezi Parkı, hatta yaşını başını almış, eski tüfekler de kendi gençlik demlerinde başaramadıkları zaferin, şimdi başka bir gençlik tarafından yani kendi çocukları yaşındaki insanlarca başarılmış olmasına ortak oluyorlar, mutlular ve huzurlular.

Ama yer yer Woodstock’ı andıran bu gençlik ateşi Taksim sınırları geçildiğinde bitiyor, hatta Beyoğlu’ndan Galatasaray’a doğru inerken, “daha bir kaç gün önce, bir dava uğruna onca çatışmaya sahne olmuş olan bu yaya caddesi neden etraftaki yazılar, kırık dökük duvar ve camlar dışında hayata dönmüş ki hemen” diye düşündürüyor insana, oysa bu rezil bir düşünce, insan böyle düşünür düşünmez kendisinden utanıyor, sonra yeniden düşünüyor elbette, haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytan mıydı, diye, utangaçlığını yeniyor. Demem o ki, Gezi Parkı coşkusu ve zafer mutluluğu, maalesef o alana sıkışıp kalıyor, insan ister istemez buradan bir zihniyet devrimi çıkmaz diye düşünüyor.

Dahası, Beyoğlu bitip de Tünel’le birlikte Karaköy’ün başladığı yere adımını atınca, eski kalıplar halinde düşünüp kabuller oluşturan, eğilme bükülme bilmez, kör ve cahil zihniyetin yeniden kendisini gösterdiğini her an düşünmeye meylediyor, bu meyille birlikte etraftaki her olumsuz sahneyi bu halkın asla değişmeyeceğine yoruyor. Yanlış ya da eksik bir yorma bu elbette, zira dış dünyaya tümden kapalı olmayan her halkta sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasî başta olmakta farklı hususlarda mutlaka değişim görülür, önemli olan bu değişimin hızı, ölçüsü ve yönünün toplumun farklı kesimleri arasında başta eğitim olmak üzere derin uçurumlar yaratmaması, yaratmışsa da bunun bilincinde olunmasıdır. Gezi Parkı ile onun, hepimizde sorumluluk payı bulunan dışarısı arasında işte böyle bir uçurum var: farklılıkların ortadan kalktığı minik komünal bir yaşam denemesi/kalkışması (çapulcu hareketi) ile bunu hayal etmekten bile imtina eden kalıplarla yaşamaya alışmış, önyargılarıyla kendisini ve kendisi dışında kalan tüm dünyayı tanımlayıp, irili ufaklı tansiyonlar eşliğinde, özel ve kamu yaşamını baskıyla, öfkeyle ve nefretle yönetilen bir yere dönüştürmüş olan bir kitlenin uzlaşması beklenebilir mi?

Bir yanda eşcinsellerle kol kola giren anti-kapitalist müslümanlar, diğer yanda eşcinsele yaşam hakkıGezi Parkı 2 tanımayan yobaz müslüman. Bir yanda kandil diye, inanmasa da hem davası zarar görmesin, hem de davasının ortaklarının inancına saygısızlık olmasın diye gün boyu herkesi içki içilmemesi için uyaran insanlar, diğer yanda yaşam kurgusunu başkalarının inancına ya da inançsızlığına hakaret etme, onları tıpkı başbakanın kendisi gibi düşünmeyen herkese yaptığı gibi, tahkir etme üzerine kuran insanlar. Bir yanda Gezi alanını temizlemeyi, kendisi gibi olmayan insanların yaşam alanına saygı duyarak bir nevi kendi zihnini de temizlemeyi öğrenen küçük çocuklar, diğer yanda tüm yaşamını yukarıda söylediğim tarzda, halihazırda öfke, nefret ve önyargı üzerine kurmuş büyüklerinin örnekliğinde geçirip öğrenecek olan çocuklar. Bir yanda rüya ve ütopya, diğer yanda gerçekliğin en has hali. Gezi Parkı’nın ters yolu kat ederek insanı karamsar kılan bir güzelliği var, diyebilirim.

Karamsarlığın bir diğer nedeni ise, bana kalırsa, Gezi Parkı’ndaki bu minik komünal yaşam tarzını doğuran baştaki isyankar niteliğinin slogan ve sembollere sıkışıp, yurdun diğer yanlarındaki aynı dava uğruna başlayan eylemlerle karın-bağını -ister istemez- koparması ve oralardaki çatışmalara bir barış örnekliği oluşturamamasıdır. Bunda elbette Taksim’in İstanbul’da bulunuyor olmasından kaynaklanan popülerliğinin, diğer eylem yerlerinde olmamasının da etkisi büyük. Hatta denebilir ki, Taksim’deki şenlikli hava kimileyin, hemen dibindeki-yürüme mesafesindeki Beşiktaş ve Gümüşsuyu’ndaki bol şiddet içeren eylemlerden bile kopmuş durumdaydı.

Başlangıçta olaya suskun kaldığı için şimdi sözde günah çıkarıp özde kamuoyu önünde imaj tazelemeye çalışan medya “Taksim’de şenlikli hava” haberleri yaparken de, bu popülerlik farkını sonuna kadar sömürüyordu ve şimdi bakıyorum haber kanallarına, hala sömürüyorlar. Gümüşsuyu’nda, Gazi Mahallesi’nde ya da Ankara’da ne olduğunun önemi yok medya için, hatta mezhep çatışması gibi en çok korkmamız gereken bir tehlikeyi barındıran Dersim ve Hatay çatışmaları sürerken, medya arkasına Taksim meydanını almış manzara yayınıyla olayların yatışmakta olduğunu belleklere kazımaya çalışıyordu, ki hala çalışıyor. Ölümleri kıyaslayıp vermek istediğim mesajla tezat oluşturmak istemiyorum elbette ama bir futbol taraftarının ölümünü günlerce haber yapan medya, bu olaylar esnasına ölen Abdullah Cömert’i, gaz bombaları ya da plastik mermiler yüzünden gözlerini yitiren gencecik insanları görmezden geliyor. Az önce söylediğim gibi, mezhep çatışmasına dönme gibi bir riski taşıyan eylem ve müdahaleler tartışılmıyor, vatandaşların özlük haklarına ilişkin taleplerin eyleme dönmüş olmasının ekonomiye verdiği zarar, iç savaşa doğru sürüklenme tehlikesinden daha önemli görülüyor. Mehmet Altan’ın da dediği gibi, “Uludere’de ölmüş medya, Gezi Parkı’nda cenazesi kalkıyor.”

Son kertede açık görüşlü olmaya çabalayan ve içindeki kalıplarını, önyargılarını kırmaya çalışan herkesin Gezi Parkı’na gidip oradaki insanların birlik ve beraberliğine bakması gerekir. Yaşadığımız ülke ne haldeyse, bunu biz yaptık. Gezi Parkı’nı da, şu an orada bulunanlar öyle yaptı ve onların hepsi bizden biri, hiçbiri dışarıdan gelmedi. Hatta “onlar” diye statik bir yerleşimci grup da yok, dinamikler, bizden birileri onlara katılıyor ya da aralarından ayrılıp nöbeti başkalarına bırakıyor. Demek ki, hepimiz bir şeyler yapabiliriz, hepimiz her an bu tolerans iklimine katkıda bulunabiliriz. Kişisel görüşüm, ilk katkının yukarıda bahsettiğim Taksim’e sinip “kalıcı” olmaya çalışan ve öyle olmasına gayret edilen “şenlik” havasından onu tümüyle değilse de, büyük ölçüde kurtarmaktır, zira yapılacak daha çok iş var ve her an birileri, bir yerlerde ölme ya da sakat kalma riskiyle karşı karşıya.

Şiddetin belini büküp, tolerans iklimini tüm ülkeye yayabiliriz umarım.

One comment on “Bugün Gezi Parkı’ndaydık, tamam da…

  1. david harvey
    11/06/2013

    işte bunlar hep posmodern

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 06/06/2013 by in Başka birtakım hassasiyetler, Genel and tagged , , , , , .
%d blogcu bunu beğendi: