Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Doğa için evden çıkmama sayılı on dakikalar kalmışken, kaave içesim nasıl geldi, önce ona bakalım.
Değil ev, henüz yataktan çıkmaya hazır olmadığımı anlayınca netbooku ve yaz-kış aslî vazifesinin aksine serin bir yatak imkanı sunan yorganımı bir kenara iteleyip mutfağa yöneldim. Kaave içesimin gelmesinin temel nedeni kafein besleme gayreti içine düşmüş olmam ve kendimi dinç hissetmek istemem değil, salt kaave içmeyi istemem, bağımlılık nevinden mi? O da değil. Büyük ölçüde keyfî bir ittirme, küçük ölçüde ise netbook ve pdf’lere yakışan en sağlam eşlikçilerden birinin kaave olduğunu düşünmem. Neticede kaavede sıcak bir hava vardır ontolojik birtakım zorunluluklardan ötürü, karşısında bir tavır takınmam gerekiyor, aklıma düştüğü andan itibaren elbette.
Bu son gerekçelendirmemde en büyük pay Wittgenstein’ın.
Wittgenstein zorunluluğa boyun eğmekle eğmemek arasında fark görmüyor görünür. Bağlam etik zorunluluklara boyun eğmek olsa da, ben bunu bütün boyun eğmeler için düşünebilirim. Kaave içmek istedim, boyun eğmeyebilirdim bu isteğime ama eğmemle, eğmemem arasında bir fark olmadığını seziyor(d)um, bu yüzden mutfağa yönelip kaaveyi hazırlamada fazla tereddüt etmedim. Wittgenstein “zorunluluk karşısında şunu şunu yapacaksın” diyor, buradaki “şunu şunu”nun ne olduğunun bir önemi yok, zorunluluk karşısında bir tavır takınman mevzu-bahisse. Olan biten bundan ibaret. Bu yüzden “ben seni / o şeyi takmıyorum” ile “takıyorum” arasında da bir fark yok, tavır takınmamak bile doğasındaki maruz kalmışlıktan ötürü bir tavır takınma olarak yorumlanabilir, bu açıdan bakılırsa “bağımlılık” denilen durum da yapısı gereği zorunluluktan kaynaklandığı ölçüde bir “şu” tavırdır. Ama benimkisi kaave bağımlılığı değil elbette, başka bir “şu” tavrı, olan biten sahiden bundan ibaret.