Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Lux Latincede “ışık” anlamında, “ışığı görmek” şeklinde Türkçeye çevirebileceğimiz “lucem videre” deyimini gerek klasik, gerekse sonraki dönemde “yaşamak” anlamında kullanmışlar. Arka-planda, ışığı gördüğü müddetçe insanın yaşadığı minvalinde bir anlam gizli olmalı. Aydınlanma’nın popülize edilebilirliği her daim bulunan aldatıcı niteliği düşünülünce benim böyle düşünmem de şaşırtıcı değildir. Aklın yolu filtre kaaveyle kapatılmamışsa, varılacak yer, doğal olarak bu.
Karanlık karşısında (ona rağmen, ondan ötürü ya da onunla birlikte) ışığı görmek ölüm karşısında doğumu görmek gibidir. Hıristiyanlık düşüncesindeki “lux aeterna” yani “sonsuz ışık” bu yüzden kötülük probleminin anahtarı olarak düşünülmüştür, insanın doğması gibi, ışığı görmesi de, evvelce bir dönem ya da bir an (kısıtlı zaman algısının söylettirdiği birimler hep) karanlık içinde olduğunun itirafıdır. Bu yüzdendir ki, ira Dei yani Tanrı’nın öfkesinin, amor Dei‘in yani Tanrı’nın sevgisinin eksikliği olduğu söylenmiştir. Yani nefreti de sevgi nazarında tanımlama gereğini hissetmişler, bu filtre kaave içmekten hoşlanmayan, küf kokulu odalarında kuru kuruya okuyan ilham yargıçları. Sonra efendim, aynı kayığa Wittgenstein da binmiştir.
Harry Redner analizinde şöyle özetler bu kayığa binmeyi: Wittgenstein için nedir ışık, nedir karanlık? felsefenin öncelikli sembolü olan ışık, açık ki, Hıristiyan geleneğindeki lux aeterna‘dan gelir, her ne kadar aydınlanmanın seküler parlaklığı olarak emilmişse de. Wittgenstein’ın karanlık duyuşunu belirlemek ise çok daha zordur, ancak şurası açık ki, karanlık onun için ışığın yokluğunu gösterme amacıyla vardır (H. Redner, The Ends of Philosophy: An Essay in the Sociology of Philosophy and Rationality, Routledge, 1986, s.188).