Heisenberg, Planck ve iktidar yüzünden ülkeyi terk etmek! [1]
I.
Adolf Hitler’in serpildiği 1933 yılında benzetmek gibi olmasın Türkiye’nin bugünkü durumuna benzer bir durum yaşanıyordu Almanya’da. müşterek sabitler ise “Sokaktaki adam popülizmi” ve “Statükonun her türlü görüntüsüne başkaldırış”.
Durumlardaki benzerlik Adolf Hitler ile Recep Tayyip Erdoğan’ın statükoya aynı karşı çıkış görüntüsünden ve iki ülkenin de yılların ezilmişliğinden belli bir “kabuğunu kırma” refleksi yaratmış gibi bir izlenim vermesinden kaynaklanıyor, doğrudan yönetim tarzındaki benzerlikten değil. Bunlardaki sahiciliği yani bunların ne kadar “görüntü”, ne kadar “izlenim” olduğunu anlayabilmek / kıyaslayabilmek için Hitler için geçerli olduğu gibi, Recep Tayyip Erdoğan için de yetmiş seneye ihtiyaç var. Bu dezenformasyona güdümlü politik arenada herkesin eli kolu ve daha önemlisi vicdanı bağlı. Aylarca tv’de objektif gibi görünüp iktidarı kötüleyecek ölçüde konuşan birisi sonra muhalefet partisinde görev alabiliyor (Süheyl Batum), keza iktidar yanlılarının vicdanlı olup olmadığını ölçebilmek de mümkün değil. Mehmet Metiner neye hizmet eder, bunu kimse çözemez. İki tarafın en azından samimiyet konusundaki eşgüçlülüğü (isostheneia) bizi beklemeye itiyor. Bu yüzden Türkiye’nin nereye gittiğini ancak bir yere vardıktan sonra anlayabileceğiz, gerçi tarih yapıldığı anda da, yazıldığı anda da objektiflik garantisi sunmuyor, mevcut durumu da buğulaştıran türlü çapaklar olacak, buna şaşırmamak lazım.

Her neyse, bir şekilde 1933’ler Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Akp’nin piyasaya çıkışını andıran bir çıkışa ve kamuoyundan destek görüşüne şahitlik ediyordu. Bunu Werner Heisenberg’in “Devrim ve Üniversite Yaşamı” başlıklı yazısında (W. Heisenberg, Parça ve Bütün, Çev. Ayşe Atalay, Düzlem Yay., 1990, s.179) net bir şekilde görürüz. Heisenberg söz konusu yazısında iki diyaloğunu aktarır, birincisi dönemin genç Nasyonal-Sosyalistlerinden bir öğrenciyle, diğeri ise Max Planck’la gerçekleşmiştir. İki diyalog da açıkça gösteriyor ki, Almanya’yı yeniden kurmayı isteyen Hitler’in yandaşları bu ideale yürekten bağlı olmakla birlikte geçmişte yine öğrenci hareketlerine katılmış eski tüfeklerden aradığı desteği bulamamıştır.
Bu eski tüfekler Hitler’in dünya savaşından yenilgiyle çıkmış ve uzunca bir süre yanlış politikaların elinde oradan oraya savrulmuş Almanya’yı daha da kötü bir duruma götüreceğini düşünürken, genç Hitlerciler durumun en azından daha kötüye gitmeyeceğini düşünmüştür. Bu çapraşıklık içinde genç öğrenci isyanları konusunda eski tüfek olan profesör Heisenberg’e neden Hitler hareketine destek vermediğini sorar, bunun üzerine Heisenberg de şöyle cevap verir:
“Sadece genç öğrenciler söz konusu olsaydı, o zaman belki konferanslar vererek ya da işbirliğine giderek iyi olarak gördüğüm bir düşüncenin yaygınlaşmasına katkıda bulunmak isterdim. Ama bugün büyük halk kitleleri hareketin içinde ve birkaç öğrenciyle profesörün düşüncesi hiç önemli değil. Ayrıca devrimin önderleri, aydınları aşağılayarak günün birinde farklı düşüncelerdeki insanların, halkı akla davet etme olasılığının gerçekleşmesine karşı kendilerini güven altına aldılar. Ben size sorayım, yeni bir almanya kurduğunuzu nereden biliyorsunuz? Bunu yürekten istediğinizi yadsıyamam. Ama bu arada eski Almanya’nın yerle-bir olacağı, pek çok haksızlık yapılacağı kesinlikle biliniyor. Ve geri kalan her şey de sadece bir düşten ibaret.”
Diyaloğun devamını özetleyerek aktarıyorum:
Öğrenci: Önceki hükümetin yeterince parası vardı. Zenginler daha da zenginleşirken, yoksullar daha da yoksullaştı. Ayrıca son zamanların en kötü rüşvet skandallarına hep Yahudilerin karışmış olduğunu kabul etmek zorundasınız.
Heisenberg: Yahudileri garip bir insan türü olarak görmekle, onlara kötü davranmakla ve yetenekli pek çok insanı almanya dışına sürmekle hukuku amacından saptırmıyor musunuz? Bunu neden ırk ve din ayrımı yapmadan haksızlık yapmış olanları cezalandıran mahkemelere bırakmıyorsunuz?
Öğrenci: Bugüne değin adalet mekanizması geçmişin köhneleşmiş yapısını sonsuzlaştırmak isteyen, bütün halkın refahıyla ilgileneceğine salt egemen sınıfları koruyan siyasal bir adalet haline geldi. Çürümüş zihniyet kendini pek çok yerde gösteriyor. Modern sanat sergilerinde absürt yapıtlar bilinçli olarak sanat değeri yüksek olarak övülüyor ve sokaktaki adam bundan hoşlanmadığında da ona “Bunlardan bir şey anlamıyorsun. Bunun için çok aptalsın” deniyor. Ya devlet yoksullarla ilgilendi mi? Bizim bu durumu düzelteceğimizi kabul etmelisiniz. İşçilerle bir araya geliyoruz, onlarla aynı sa-birliklerinde talim yapıyoruz, yoksullar için yiyecek maddeleri ve yün giysiler topluyoruz, gösterilerde işçilerle birlikte yürüyoruz ve yaşamlarını paylaştığımız ölçüde mutlu olduklarını hissediyoruz. Bu bile bir iyileştirmedir. Geçtiğimiz on dört yıl boyunca meclisteki partiler hep kendilerini düşünen yasalar çıkarmakla meşgul oldu. Kimsenin halkın refahını düşündüğü yoktu… Almanya içinde birbirimizle savaştığımızdan ve birbirimizi aldattığımızdan Almanya’nın dışardaki görüntüsünün giderek bozulmasına ve sömürülüşümüze şaşmamak gerekir.
Heisenberg: Ve siz lideriniz Adolf Hitler’in dürüst olduğuna inanıyorsunuz, öyle mi?
Öğrenci: Hitler’in size çok ilkel göründüğü için sempatik gelmediğini anlayabiliyorum. Ama basit halka hitap ettiği için, onların anlayabileceği bir dil kullanmak zorunda. Onun dürüst olduğunu size kanıtlayamam; ama çok yakında bizim şimdiye kadarki politikacılarımızdan çok daha başarılı olduğunu göreceksiniz.
…
Öğrenci: … Almanya siyasal olarak içeride köhneleşmekten dışarıda da vesayetten kurtarılmalı ve bu da sadece iyi araçlar kullanılarak gerçekleşmeli. Bundan şimdi her şeyin eskisi gibi kalması gerektiği sonucunu çıkaramıyorum. Siz bizi, ilkel bulduğunuz ve kullandığı araçları onaylamadığınız bir adamın peşinden gittiğimiz için eleştiriyorsunuz. Ben de onun Yahudi düşmanlığını hareketimizin en üzücü yanı olarak görüyorum. Ve bunun yakında ortadan kalkacağını umuyorum. Şimdi devrimden yakınan yaşlı profesörlerden bir tanesi bile biz gençlere daha iyi olan, daha iyi araçlarla bizi amacımıza ulaştıracak bir yol göstermeyi denedi mi? Bize sefaletten nasıl kurtulabileceğimizi söyleyen kimse yoktu. O halde ne yapabilirdik?… Siz hâlâ sadece eskiyi, geçmişi, dünü istiyorsunuz. Bunu değiştirmeye yönelik her girişim size göre kötüdür. Ama gençlik bununla ikna edilemez. İkna edilebilseydi, dünyada yenilik diye bir şey olmazdı. O halde hangi hakla biliminizde devrimci düşüncelerin yanında yer alıyorsunuz? Gerek görecelik kuramında, gerekse kuantum teorisinde eskiye olan tüm bağlar kökünden koparıldı.

Heisenberg: Bilimdeki devrimlerden söz edeceksek, onları iyi bilmemiz gerekir. Örneğin Planck’ın Kuantum Teorisi’ni düşünelim. Belki Planck’ın eski fiziği kökten değiştirmeyi çok sınırlı, belirli bir problemi çözme amacındaydı. Termik radyasyon tayfını anlamak istiyordu. Bunu tabi ki bütün eski fizik yasalarına bağlı kalarak denedi, unun mümkün olamayacağını anlaması için yıllar geçti. Sonra eski fiziğe ters gelen bir yasa ortaya attı ve arkasında eski fiziğin duvarlarında açmış olduğu gediği ek varsayımla yeniden doldurmak istedi. Ama bunun olanaksız olduğu anlaşıldı. Ondan sonra klasik fiziğin kavramlarıyla kavranabilen hiçbir şey değişmedi. Sözün özü, olanaklı olduğu ölçüde az bir değişiklik yapılırsa, sınırlı bir problemin çözümüyle yetinilirse, bilimde iyi ve başarılı bir devrim yapılabilir. Şimdiye kadar olan her şeyi terk etmek ve [buraya dikkat, referandum şeyi olabilir] keyfî bir biçimde değiştirme girişimi saçmalığa yol açar. Var olan her şeyde devrim yapmak doğa biliminde sadece yarı-deli fanatiklerce denenir, örneğin bir süreklidevir makinesi bulunabileceğini iddia edenlerce [erke dönergeci de nasibini almış görünüyor]. Önemli olan bir hedefle kendini sınırlamak ve olanaklı olduğu ölçüde bir şeyleri değiştirmektir. Değiştirilmesi gereken az şey, hemen hemen tüm yaşam formlarını kendiliğinden başkalaştıran değiştirici bir güce sahip olabilir. [Soru şu: referandumdaki dar kapsamdaki değişiklik için de bu söylenebilir mi?]
Öğrenci: Tamam da, neden eski formlara bağlı kalıyorsunuz? Artık eski formlar yeni-çağa uymuyor ve bir çeşit atalet sayesinde varlıklarını sürdürüyorlar. O halde neden hemen ortadan kaldırılmasın? Ben örneğin profesörlerin üniversite toplantılarında hâlâ Ortaçağ’dan kalma cübbeleriyle görünmelerini saçma buluyorum. Bu da, kesip koparılması gereken bir geri-kafalılık örneği.
Heisenberg: Eski formlara önem vereceğim elbette. Bunu fizikle kıyaslayarak göstereyim. Klasik fiziğin formülleri sadece daima doğru olmakla başlamayıp gelecekte ve bütün zamanlarda da gerçekliğini koruyacak olan eski bir deney bilgisi ortaya koyar. Kuantum Teorisi bu deney hazinesine sadece formel olarak bir değişik biçim kazandırır. Ama içlemsel olarak sarkaç hareketinde kaldıraç yasalarında gezegenlerin hareketlerinde fiziksel açıdan bu olayların gerçekleşmesinden ötürü dünyada da bir şey değişmediğinden bir değişiklik olmaz. Cübbe konusuna gelirsek, bu eski form herhalde halkın korparatif olarak sınıflandığı çağlara dayanıyor ve içlem olarak da toplum için özellikle önemli olan ve diğerlerine göre daha iyi öğütler verebilen insan toplumlarının çok eski deneylerine uygun düşer. Cübbe de özel bir durumu gösterir. Cübbe giymiş kişiyi de, birey olarak ait olduğu sınıfın isteklerini yerine getirmediği durumlarda kitlenin çirkin saldırılarından korur. Şurası kesindir ki, bu deney şimdi içinde yaşadığımız dünyadan da birkaç yüz yıl önce olduğu gibi kusursuz değildir. (özet: s.166-173)
Görüldüğü gibi Hitler’in peşine takılan ortalama bir nasyonal-sosyalist öğrenci, mevcut statükonun sebep olduğu yoksulluğun bedelini sistemin tümüne ödetmek, bunun için de sistemi tümüyle alaşağı etmeyi planlayan Adolf Hitler’in peşine takılarak ülkesini hem içte hem de dışta bulunan egemen güçlere karşı ayağa kaldırmak ister. Eski siyasetçilerin haram yiyicilikleri, adalet mekanizmasının siyasallaştığı, elitleri koruduğu ve söz konusu elitlerin toplumun önemli bir kesimine cahil gözüyle baktığı iddiası, “cübbe” ve “sanat eseri” konusuyla da ima edildiğince, üniversitelerin halktan kopuk olmasının kötü bir şey olduğu yolundaki popülist manevra tümüyle bugünün Türkiye’sinde Akp ve Recep Tayyip Erdoğan çevresinde gelişen tartışmaları anımsatıyor. Heisenberg daha o yıllarda bugünün türkiye’sinin fotoğrafını çekiyor. Bununla da yetinmiyor, Max Planck’ın yine 1933’te kendisine akademisyenlerin ülkeyi böyle bir durumda terk edip etmemesi veya tahakkümcü hükümet karşısında ödün verip vermemesi gerektiğiyle ilgili sunduğu nasihati ortaya koyup müthiş bir “acı ama gerçek bu” realizmini sergiliyor ve soruyor “insanın kendi evinde aile bireylerinden biri öldürücü bir bulaşıcı hastalığa yakalanırsa, hastalığın bulaşmaması için evi terk etmek mi daya doğrudur, yoksa hiç umut kalmamışsa bile hastaya bakmak mı?” Planck’ın nasihatini ve Heisenberg’in tavrını başka bir entirinin konusu yapalım.
Share |
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...