Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Friction-Free Capitalism

>

Günün Bill Gates namlı şahanelerinin internet alış-verişini göz önünde tutarak ortaya koyduğu [*] sürtünmesiz kapitalizm” şeklinde çevrilebilir olan bu kavram, bilhassa Ronald Coase gibi nobel ödüllü ekonomistlerin arkadan itelediği “Satıcılar ile alıcıların irtibata yöneldiği bir market ekonomisinde, karşılıklı işlem (trans-action) çoğu kere fazladan masrafa sebebiyet verir[**] anlayışının ortadan kalktığını gösterir, muştuladığı sürtünmesiz giren kazıklardır, başka deyişle; sadece kazığı aramak için masraf etmiyorsunuz burada, o kadar. 

İnternete verilen parayı hiç saymıyorum, ondan vazgeçtim. Hizmet için o kadarını hoş karşılıyorum (şu da var ki, maçları yayınlama ihalesine milyon dolarlar yatırıp bir maçı 55 kamerayla yayınlamak için donanıma masraf eden yayıncı kuruluş da şifreli hizmet götürmeye mecburdur, bu açıdan bakarsanız hizmet hizmettir). “Şimdi ne alsam, ne alsam, hımm pancar motoru var ebay’de, onu alayım, lazım olur” şeklinde kendini gösteren “kolay yapılan alış-veriş tatlıdır” mantığının ittirmesiyle klavye üzerinde şıkır şıkır hareket eden parmaklarınız alış-veriş siteleri arasında dolaşırken, sizi gündelik iş yaşamının boğucu atmosferinden kurtararak rahatlatıyor, kaslarınız gevşiyor, siparişe güdümlü bir mutluluk satın alıyorsunuz kredi kartınızla.


Bill Gates’in buradaki “sürtünmesizse iyidir” anlayışını Alistair Kelman şöyle özetliyor: “Satıcılar ve alıcılar, bu markette (internetteki satış sitelerinin tümünü bir çarşı olarak düşünün) özel bir ürüne ilişkin arz ile talebin ne olduğunu neredeyse kusursuz bir şekilde bilir.” [***] Hal böyle olunca,  (özetleyici yorum da benden gelsin) alış-verişteki sürtünmeyi azaltan unsur, internet kullanıcısı olan satıcı ve alıcının ürün bilgisi olur. Peki, ürün bilgisine nasıl erişeceksiniz? İlahî bir menba size çalışmıyorsa bu konuda, bilgilenmek için çaba sarf etmeniz ve büyük ihtimalle yine interneti kullanmanız gerekiyor. Örneğin (bizzat geçenlerde başıma geldiği için ampirik bir gözlemim olarak da yorumlayabilirsiniz bunu) normal bir cep telefonu mu, iphone mu, ipad mi, küçük laptop mu, büyük lap top mu, desktop mu alayım derken bütün alış-veriş sitelerini dolaşıp hangi ürünün hangi sitede hangi fiyata satıldığı yanında söz konusu ürünün özel nitelikleri bilgisine de sahip oluyorsunuz. 


Ne yani, almayı düşündüğümüz ürünü bilmemiz kötü bir şey mi?” diye sormayın hemen, konumuz ilk etapta bunun iyi veya kötü bir şey olup olmadığı değil, insanın alış-veriş imkanı kolaylaştığı için, sürtünmesiz kapitalizmin gönüllü neferi olmaya hazır kılınmış olmasıdır. Bu ilk etapta cepteki parayı koruma anlamına geldiği için, masum görünebilir. Oysa internette siteler arasında büyük paralar ödenerek yapılacak alış-veriş gezintileri zaman içinde insanları alış-verişe ve sürekli yenilenmesi gereken ürünlerin niteliklerini bilmeye güdümlü, başka deyişle sürtünmesiz alış-veriş haşhaşıyla beyni uyuşmuş robotlara dönüştürür. Söz konusu sitelerin çokluğu ve gördükleri ilgi de bunu kanıtlar nitelikte. Bir vakit sonra sadece satın almak için yaşayan, satın aldıkça gündelik sıkıntılarından kurtulacağını düşündüğü için çalışan, çalışma gereğini, en yeni ürünleri satın almak için anlamlı kılan hayvanlara dönüşüm söz konusu. 


Sürtünmesiz kapitalizm insanı gönüllü neferi kılarken, aslında tümden sürtünmesiz de değildir. Zira internet sadece bilmemne marka dokunmatik ekranlı cihazı daha ucuza satın alabilmek için araştırma yapma imkanınızın olduğu bir mecra değil, bunun yanında kendine has, insanlığın evvelce tatmadığı türden masrafları da beraberinde getiren, yeni bir friction yani sürtünmeye sebebiyet veren bir mecra. Örneğin rapidshare veya hotfile üyeliğini düşünelim. birisi yüzlerce cigbayt varan açgözlülüğünü “bu üyelikler olmasaydı, birçok filmi izlememiş olacaktım, dvdsi çok pahalı, sanat bilgim ve görgüm artıyor, bu kötü bir şey mi?” savunmasıyla şemsiyeleyebilir (bunu ben uydurdum), oysa Bailey’in kitabına koyduğu başlıktaki gibi (“Why the 21st Century Calls for More Openness”) bu tarz internet üzerinden daha fazla açıklığa/bilgilenmeye/görgülenmeye ihtiyacımız mı var? Çağımız bunu neden emrediyor? Örneğin büyük bir kitlenin Shutter Island’ı sinemada ya da orjinal dvd’siyle değil de, rapidshare linklerinden indirdiği avi’siyle izleyip, filme ilişkin bilgi sahibi olmasının kime ne faydası var? Sanatsal estetik duyuşundaki süreklilik sanatçının beslenmesine ve layık olduğunu almasına bağlı değil midir, rapidshare burada ne görevi görüyor? Sanatı ucuzlatma görevini mi? 


Bir yerde “Capitalism without ownership is a bit like a sea without water” (“Sahipsiz kapitalizm kısmen susuz bir denize benzer“) deniyor (şu da ekleniyor: “Bilginin en kritik kaynak olduğu ve her şeye dair dijital kılındığı bir dünyada şeyler farklıdır! bilgi özgür kalmayı ister. Favori müziğinizi mp3 dosyaları olarak indirebildiğiniz napster’i düşünün, onu kapatmanız mümkündür, tamam da, insanların dosya paylaşımını durdurabilir misiniz?”) [****], aslında bizim sanal ortamda, onun, ona has araçlarıyla edindiğimiz bilgi ve görgü, edindiğimizi sandığımız bilgiyi bize ait kılmadığı gibi, ürün satıcılarını yani rapidshare ile indirdiğimiz filmlerin, müziklerin vs. satma hakkına sahip olan kişilerin yaptıkları bu işin devreden çıkmasına yani ürünün ve markanın sahipsiz kılınmasına sebep olur. Ne ben alıcı olarak filmin ya da müziğin sahibiyim ne de satıcısı ürünün artık bedava dolaşırlığından ötürü, sahibidir. 


O halde Gates’in dediği gibi sürtünmenin kalktığı bir kapitalizmden bahsedebilirsek de, en azından rapidshare gibi araçların (veya lig tv‘ye üye olmayıp tek bir maçı kredi kartıyla satın alarak internet üzerinden izlemeyi, daha da tuhafı var, uydu yayınlarına ilişkin yasa-dışı cardsharing uygulamasıyla şifreli yayını para karşılığında başkalarıyla paylaşanların elde ettiği geliri düşünün. Burada korsan ürün de kredi kartıyla satın alınıyor, sahip kim bu durumda? İstanbul’da daha ucuza taşıyan korsan taksileri düşünün, o da bir nevi “cardsharing“.) kullanım alanı genişlediğinden yeni tip internet kapitalizmi kendi sürtünme tarzını da yaratıyor demektir. Dahası yukarıda bahsettiğim türden internet gezintisiyle (diyelim ki) bir cep telefonu markasının farklı fiyatlarını karşılaştıran biri, söz konusu internet sitelerindeki reklamların da hedef kitlesinden biri olduğundan, “cebimden daha az para çıksın” gibi masum bir amaçla internette gezinen kişi farkında olmadan içinde bulunduğu sistemi de var eder. Yani bu yeni sürtünmesiz kapitalizmin payandası da yine gönüllü neferleridir. 


Bu noktada bana “ya sen değil misin, en azından görünüşte Popper’la Soros’a sırtını verip kendi kendini işleten açık sistem’i öven?” diye sorulabilir. Yerinde bir soru olur bu. Ancak “kendi kendine işleyen her sistem iyidir” kabulü, “bazı diktatörlükler iyi olabilir” kabulüne benzer; bir idealin peşinde koşuluyorsa (buradaki idealimiz her türlü baskıdan arınmış açık toplum olsun) o ideali de idealize etmek durumunda kalırız; yani, onu olduğu gibi, koşul ne olursa olsun doğru kabul etmeden, bizim özel idealimize uygun olarak “açık” kılmamız gerekir. Açık toplum idealinin açıklığı da insanın en basit tabirle köleleştirilmemesini gerektirir. Oysa sadece boş vaktini değil, dolu vaktini de sürtünmesiz kapitalizmin daha da sürtünmesiz olması için tüketen, bunu da “ne yani, ucuza film izliyorum, müzik dinliyorum, kültürüm artıyor” gibi ulvî gerekçelere dayandıran ama özünde köleleştirilmiş olan insanların yaşadığı, deneyimlediği şey “açık toplum ideali” değil, sözde her türlü imkanın olduğu ama özünde değeri bilinesi hiçbir kişisel gelişim imkanının olmadığı, aksine imkan varsıllaşmasıyla anlam yoksullaşmasına varan tüketim kölelerinin sürtünmesiz giren kazığa açıklık durumudur.


Benim de türlü ödemelerle (rapid‘e iki, hotfile‘a bir ve bir iki internet domain’ine birkaç defa para ödedim, Cambridge’ten facsimile/pdf sipariş ettim falan ama hiç buzdolabı almadım) dahil olduğum bu sistem (ordo infrictus! Sürtünmesiz düzen!), satın aldığı iphone’unu, o sanki kendisinin bir başarısıymış gibi sayfalarca yazı yazarak savunan, ürününe yani üstü kapalı olarak alış-verişine meftun gerizekalılar yaratır (birine “gözlerin ölünesi güzel!” dediğinizde size “ah teşekkür ederim” diye yanıt veriyorsa, o da gözlerinin öyle olmasında kendisinin bir katkısı varmış havasında olduğu için bu kategoriye sokuşturulabilir). Madde hayatını özümsemenin ötesinde bir tür köle düzeninin gönüllü iştirakçileri, çektikleri sıkıntının baş sorumluları olan iphone’lu lümpenler sarar dört-bir yanı. Böyle bir ortamda pipoyu bilgece körükleyip, insanın aslında kendisinden başka hiçbir şeye sahip olmadığını söylemek de ayrı bir gerizekalılık olacağından, bir şey demeden kapatıyorum entiriyi, sadece sizlere sürtünmesi bol bir gece dilediğimi belirteyim, yeter.



Yıldızlar


* B. Gates, The Road Ahead, Penguin 1996.

*** A. Kelman – M. Chissick, Electronic Commerce: Law and Practice, Sweet & Maxwell Limited, 2002, s.3.

**** J. Ridderstråle – Kjell Nordström, Karaoke Capitalism: Daring to be Different in a Copycat World, Praeger pub., 2005, s.55.






Share |

2 comments on “>Friction-Free Capitalism

  1. meraklı necmi
    04/08/2010

    >usta güdük asi'ye doğru ne demek? bakıyorum kaç gündür çözemedim. güdükasiye doğru mu hani demokrasi gibi güdük kalmış bir ideoloji falan. yoksa güdük asi nehrine doğru mu uzanıyor. yoksa "herkes biraz güdük asi" yani asi olmaya çalışıyor ama güdük mü kalıyor boyun mu eğiyoruz uyum mu sağlıyoruz amfibikleşiyor muyuz muntazaman? ayrıca ossiabi senden daha zeki ama ikinizin de cinsellikle ilgili problemleri olduğu kanaatindeyim saygılar abi.

  2. Anonymous
    26/11/2010

    >piyasa bize hayatımız boyunca çalışarak sahip olamayacağımız değerde film, müzik, kitaba sahip olma şansı veriyorsa, bunun bir maliyetinin olmamasını bekleyemeyiz. bu, ücretsiz linux dağıtımlarına devrimci bir nosyon yükleme aptallığına benzer. halbuki rapidshare'dan indirdiğimiz bir filmi beğendiğimizi söylememizin bile maddi bir değeri vardır. bu yüzden beğendiğimiz şeyleri paylaşmamız istenir ve biz bunun bireyselliğimizi ifade etmenin bir yolu olduğunu düşünürüz.kendi adıma bu mekanizmayla bir problemim yok. kitapların yakıldığı bir dünyada kitap aramaktansa milyonlarca terabayt çöp verinin içinde işime yarayacak bir şeyler aramayı tercih ederim.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 03/08/2010 by in Felsefe - bilim, Genel and tagged , , , .
%d blogcu bunu beğendi: