“yabancı olmadığın bir yer var mı ki, ömer haybo?”
“belki de bu otel ‘milleti’ aslında geleceklerini ellerinden kaçırmış bir çeşit insan ‘haşeratı’. şimdi tırtıllar gibi oda oda kıvranıyor: biri öbürünün, hepsi birbirinin geleceğine sulanarak, yaşadığı anı berbat ediyor. çünkü yok aslında yaşadıkları an: pratik olarak. günlük ve ‘sufli’ gerçek olarak mevcut değil. yalnız yoğunlaştırılmış gelecek hayalleri halinde. bir de olsa olsa konserve edilmiş geçmiş hayalleri halinde var. evet. evet: geçmiş hayalleri: otel halkının büyük bir yüzdesi; belki piç edilmiş olduğundan, belki kirlendiğinden: geçmişini de gerçekte olduğu gibi değil, istediği gibi düşünmeyi sever. çevresiz ve tanıdıksız olmak her otelde başka bir adam, her otelde başka bir geçmişin kahramanı olabilmenin garantisidir. büyük şehirlerde oteller, yabancılara yalancı ev olayım derken, farkında olmayarak içlerinde bir yirminci yüzyıl kirini biriktiriyorlar: lavabolarına her gece ve her sabah diş macununuzun aydınlık tüten köpüğünü tükürüyor; bir yerde (asansörden indiğiniz, salona girdiğiniz anda mı, ne bileyim) kendinizden öncekilerin çamuruna ekleniyorsunuz. sonra gelsin anahtar gözlerindeki neuilly (seine) damgalı mektuplar. gelsin garsonların bahşişten aşınmış tertemiz elleri. şehirlerarası ve milletlerarası telefon. gelsin kendine benzetip benzetip emin olamadığın aklının içindeki çürük adam. (affedersiniz. ben burada bir yabancıyım). yabancı olmadığın bir yer var mı ki, ömer haybo?”
Attila İlhan, Bela Çiçeği, “Cinnet Çarşısı 1”, Bilgi Yayınevi, 7. Basım 1999, s.50-51.