Düygülerimde çetlemeler mi var?
Olduğunu sanmıyorum ama varmış gibi davranayım.
Geçen onca sene, bana düygülerimdeki çetlemelerden sızan rüzgârın gündelik yamalarla engellenemeyeceğini öğretmedi. Hâlâ anlamaya çalıştığım ama bunda başarısız olduğum şeyler var, mesela düygülerimdeki geçmişte meydana gelen çetleklerin sebeplerini görünce başka çetleklerim kapanıyor, ama taze çetleklerim! Bunu öldür allah anlayamıyorum, neden böyle? Yani eskimiş, şarap gibileşmiş çetleklerim daha da çetlekleşiyor, çetledikçe çetleyen bir yüzeyde özlem duyduğum bazı özel anlar var, tabi ki buraya yazmayacağım, var ama yazmayacağım, çetleğime takılan rüzgârları kayda-değer bulmamayı küçükken öğrenmiştim, her yıkım aslında bir yıkım değildir, “acı hafifse, katlanabilirim; yok, hafif değilse zaten acıdan ölürüm” diye kendini avutan Stoik bilgenin yıkımından bahsetmiyorum yani acının çetleğin kendisi olmak olduğunu anladığı andaki şeyini değil, aksine “meliores erimus singuli” yani “kendi başımıza daha iyi olacağız” diyen denyo Seneca’nın şeyi de değil, tam çözemediğim bir çetleklik halinin kendisine dönüşmüş olmak beni yoruyor.

Her yerde özlem, hasret, ayrılık, aşk, sevda tegleriyle yazılmış yazılar okumak nasıl omzumu ağrıtıyorsa, düygülerimdeki çetlekliği dile getirme eğiliminden de o kadar rehetsiz ölüyörüm, ciddiyim. Genelde bloggır ve feysbuk kızları bunu çok yapıyor, sanırsın ki, hayatı aşka, sevgiye, düygüselliğe ve eyriliğe ayırmış. Anasının karnından aşk tegiyle doğmuşçasına bu minvalde yazmaktan klavye eskiten kızlar tanıdım, düygüleri çetlemiş, çetlekleri düygülenmiş, buğulanmış bir gözle seyrediyorlar dünyayı. Çomski deyince, küfür sanıyorlar. Sanırsın ki, hayatı kayahanlamaya ve kayahanlaşmaya adamış, ülke nüfusunun kayahansal yönelimini ölçmek için demografiye sığınmak istiyorum ama olmuyor arkadaşlar, cidden olmuyor, ben insanları bu kadar çok sevmiyorum, nüfus kaydı tutamam, sevmeyi bu kadar çok seven insanları da hiç sevmiyorum, feysbukta, tivitterde, blogda, her yerde, mahrem kalbini açıp aşkı kucaklayanları şey yapamıyorum, kaldıramıyorum, sanki sorumluluk bendeymiş de, Naim Süleymanoğlu gibi kaldırmam gerekiyormuş gibi hissediyorum ama ağırlığı fazla oluyor, Atlas gibi dünyayı taşıyor sanıyorum ama olmuyor, olduramıyorum, boşa koysam şey olmuyor, doluya koysam oluyor, boşluk dengemde sorun var, biri bana boşlarımı göstersin, hani zorlanıp da atladığım boşlarımı, hepsine sonra dönecektim vakit kalmadı, kağıtları topladı denyoaktifler.
Önümüzdeki günlerde yeni şeyler olabilir, olmayabilir de, dağınık masaüstünden bir kağıt tomarını alıp gözlerinden ışık saçanlara doğru gidebilirim, gitmeyebilirim de. Ben bu belirsizliği seviyorum, Noam Çomskiym ki, seviyorum. Vapurda kenarda, ayaklarımı demire dayamış otururken rahatımı bozan portakalsulu kaaveli çaylı vapur garsonundan nefret etmiyorum ama yine de böyle zihniyeti Noam Çomskiym. Çetleklerimi kapatmadan, dahası kapatmaya çalışmadan gitmek istiyorum, başkalarındaki bensel çetlekleri görmek dahi istemiyorum, anlıyorsunuz beni değil mi? Bana çiçek atanların koynuna TNT yerleştirip kaçmak istiyorum. Birlikte sarsılmak, belki patlamak ama güzel güzel patlamak, patlatmak istiyorum. İnsan düygüleri çetleyen hayvandır, ben bunu göstermek istemiyorum, rica ederim.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...