Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Animal symbolicum, yeni anahtarda felsefe mi?

Felsefe-bilim tarihi insana bir artı değer katıp onu hayvanlıktan ayırt etme çabasından mustariptir. Bu mustariplik kendi başına kötü bir şey değil. Çünkü animal hem canlıdır, hem hayvan (Kendisine animal denilen kişi horlanmış hissetmesin, hayvanlık da güzel bir şeydir). İnsan da bir animal‘dir ama kendine has birtakım özellikleri olduğu için belirleniminde/kimliklendirilmesinde bu özelliklerden yararlanılmıştır. “İnsan düşünen hayvandır“, “İnsan konuşan hayvandır“, “İnsan bilgisini evladına/sonraki kuşaklara aktaran hayvandır” (antropolojide maymun örneği sık verilir ama bu konuda da farklı açıklamalar var, örnek şöyle: Maymun yavrusuna bilgi aktaramadan ölür), “İnsan eyleyen hayvandır“, “İnsan alet yapan hayvandır” vb. Animal symbolicum da bunlardan biri olup Ernst Cassirer’in gökten zembille indirmediği, özü mevcut felsefe-bilim geleneğinde bulunan bir tohumu besleyerek elde ettiği bir betimlemedir.
Bu betimleme, (sanki diğer “tarihlerde” aksi durum geçerliymiş gibi) “Felsefe tarihinde neden kadınların adı geçmiyor?” diye soranları tokatlayanlardan Amerikalı kadın felsefeci, sembolikçi Susanne Langer tarafından beslenmiştir. (Hadi kadınsı bir analoji kuralım konsepti -on-) Langer, animal symbolicum‘u ana şefkâtiyle ya da karılara (evli çiftteki erkeğe koca diyoruz da, kadına niye karı diyemiyoruz?) özgü işveyle beslemiş ve Cassirer’le birlikte bu kavramın ebeveyninden biri olmayı hak kazanmıştır.
Şimdi Cassirer’den Langer’e doğru giderek başlıktaki tanımı tanımlamaya ve anlamaya çalışalım. Bilindiği gibi Aristoteles insan varlığını animal rationale şeklinde tanımlamıştı (bir parantez içi bilgisi: Aristoteles’in Yunancasıyla “anthropos esti zoon logon echon” tanımının bu Latince çevirisi ilkin Seneca’ya aittir), yani “insan akıllı hayvandır” (= insan düşünen hayvandır) bu tanım aslında içinde “insan muhakeme kurabilen hayvandır” anlamını taşıyordu, çünkü “akıllılığı” yansıtan rationalis‘in göbeğindeki terim olan “ratio” tam anlamıyla aklın işletilmesi yani muhakemenin kendisidir. Buradan hareketlenen Cassirer de “sembolleştiren hayvan/canlı” şeklinde çevirebileceğimiz “animal symbolicum” kavramını öne sürerek insanın temel karakterinin metafiziksel ya da fiziksel doğasında değil, eyleminde yattığını savlamıştır (savlamak, havlamak gibi düşünün, filozof havlayan insandır!). Ancak bu eylem, yemek, içmek, uyumak, yatmak, sıçmak, üremek vs. hayvanlarla kısmî ölçüde müşterek olan eylemler gibi düşünülmemeli (ki bunlar fizikseldir). Cassirer’e göre ratio‘ya yani muhakemeye dayanan sembolik bir evren tasarlayabilme yetisi, insanı diğer canlılardan ayırır. Çünkü insan doğrudan bilinebilecek bir karakterde değildir. Cassirer insanın dinde, mitolojide, sosyal ve bireysel yaşamındaki türlü hâl ve davranışlarında sembolleştirmiş olduğu şeylerin bütütüne bakıldığında, insanın doğasına ilişkin önemli verilere ulaşılabileceğini düşünüyordu. Bunu “insana mı gidiyorsun, sembol-ölçerini unutma!” şeklinde bir vecizeyle özetleyebiliriz.
Cassirer’e göre insanın ratio‘ya yani muhakemeye dayanan yaşamı sembolleştirme yetisi, onu tarihsel kılar. Philosophie der Symbolischen Formen (1923) ve An Essay on Man’de açıkça muhakeme yetisinin, kendi başına insanı tanımlayamayacağını ve diğer canlılardan ayıramayacağını öne sürer. Ona göre muhakeme yetisi, bir tür sembolleştirme yetisine bağlanmak zorundadır, çünkü, işte çünküsünü yukarıda yazdım, insanın sembolik evreni, insanın kendisini verir -ona göre-.
Cassirer kritikçilerine göre, evet sembolleştirme yetisi insanı verir, çünkü insan aynı zamanda animal sublimans (animal sütliman!) yani “süblimleştiren/yücelten hayvan“dır. Yücelttiği şey içsel ya da dışsal fark etmez, herhangi bir şey olabilir. İnsan kendisini de, kendisini ortadan kaldıracak olan dışsal bir şeyi de yüceltebilir bu “muhakemeye” göre (neticede bu da bir muhakeme ürünüdür, değil mi?). Yiannis Gabriel’in aktardığı gibi, Brown gibi analizciler animal symbolicum‘un (Cassirer’in görüşünün aksine) insanın varlığını değil insan zihninin kusurunu ifşa edebileceğini düşünmüştür. Öyle ki bir şey(ler)i sembolleştiren insan, hakikî şeylere ilişkin duyumsama yetisi ve güdüsü yerine bu yanıltıcı yetisini yerleştirir (böylece kendi yalanına inanır). Bu yüzden bu “sembolleştiren insan” tanımı “desexualized animal” yani “iktidarsızlaştırılan hayvan” şeklinde okunmuştur.
Böylece bu Cassirer eleştirisiyle birlikte (belki update, belki upgrade) “kültür denilen şey, insanın sevgi ve ölüm ikizinden kaçışı esnasında yarattığı sembolik üst-yapı kütlesidir” neticesine varılmıştır. Bu konudaki örnekleri ve Cassirer’e getirilen eleştirileri burada sıralayıp vakit kaybetmek istemiyorum, ben asıl yukarıda bahsettiğim Susanne Langer’in animal symbolicum‘dan anladığı şeye geçeceğim, o kadın çekiyor beni kendine. Daha sonra değiniriz Cassirer’in symbolicum‘una getirilmiş eleştirilere.
Susanne Langer bir karı sevgisiyle kucaklıyor kocasını, pardon, animal symbolicum kavramını. Diyor ki “sembolleri anlama gücü,… insanın en temel zihin karakteridir. Şuursuz, kendiliğinden bir soyutlama süreci olarak kendini gösterir. Her daim insan düşüncesinde işler haldedir. Öyle bir süreçtir ki bu, deneyime ilişkin herhangi bir biçimlendirmede bağlamı tanır ve buna bağlı olarak onu biçimlendirir. Bana kalırsa, işte tam bu, Aristoteles’in ‘akıllı hayvan’ tanımının tam anlamıdır.” (Philosophy in a New Key, s.58)
Langer’in bu yaklaşımından “sembolleştirme insanın kaçınılmazıdır” sonucu çıkar, yukarıda bahsettiğim “zihin kusuru” yorumunun aksine. Ancak başka türlü bir bakış açısıyla insanın sürekli sembolleştirdiği ve sembolleştirdiklerini de sürekli taze tutmak zorunda olduğu (çünkü herbiri kutsî birer inanca, dogmaya kolayca dönüşebilme potansiyeline sahiptir) müddetçe her tür sembolleştirme çabası, onu görüngülerin sürekli yorumlandığı kaypak bir zemine yerleştirir, böylece hakikati sürekli tahayyül gücüyle inconstans yani sabit olmayan kılınmış olur. Bu da bana Cornelius Castoriadis’in animal rationale ile ilgili olarak söylediği “Hayvanlar insanlardan çok daha mantıklı ya da akılcıdır, boş yere hiçbir şey yapmazlar” sözünü anımsatıyor. Buna göre, sürekli ve kaçınılmaz olarak sembolleştiren insan hiç de mantıklı ya da akılcı olmamakla birlikte, boş yere bir çok şey yapan (hatırlayın: Cassirer eylemci görüyordu insanı) ama yaptıklarından ötürü de sürekli yanılan bir hayvan olmaya mahkumdur. Yani sembolleştirme yetisinin de dahil olduğu akıl gücünü, kötüye kullanmak insanda doğuştan siviç on gelir. Oysa hayvanda bu yeti ve bütün olarak gücün kendisi olmadığından (varsa da şimdilik, insanla karşılaştırıldığında “sınırlı” olduğunu söyleyebiliriz) asla hata yapmaz.
Langer ise insandaki bu (bana göre yanıltıcı olan) insanın her şeye tepkisini pasif değil de yapıcı buluyor (“Tamam da zaten sorun orada” dediğinizi duyar gibiyim) sembolleştirme de, bu yapıcı sürecin bir anahtarı oluyor onun gözünde. tamam da zaten sorun orada! (Ben de dedim bakın) İnsan aynı zamanda hayal ettikleriyle de yanılgılar inşa edebilen bir hayvan, onun bu yeteneği var diye, söz konusu yapıcılığını süblimleştirmemek gerekebilir (süblime lime etmek!), çünkü zihnî arazların varlığı da yaratıcılığı itekleyebiliyor. Ha bu itekleme olmasaydı da ben bunu söylerdim, konumuz tam bu değil.
Mitler de yaratıcıdır keza. Nasıl ki tüm insan deneyimini bütünlüğün imajları (images of wholeness) arşetipine bağlayan Jung kaçınılmaz olarak insanlığın mitsel deneyimlerini bir tür monoteist insan gelişimi modeliyle açıklamışsa, ben de burada (örneğin) ekşi sözlük’ün sembolik tiplerinin arşetip olarak alınması durumunda, şimdiki bütün sözlük arazlarını onlarla ilişkilendirebilir ve bir tür sözlük yazarı gelişimi modeli (haydar baş’ın milli ekonomi modeli gibi) öne sürebilirim. Neticede burada da yapıcı karakter, bir tür sembolik dilden alıyor desteğini. Başlı başına ayar mekanizması, “yeri geldiğinde hak edenlere ne de güzel küfür ediyor cancişim” övgüsü, özünde buradaki içeriği belirleme konusunda tahakkümcü bir eğilime sahip “adam haklı beyler” ve “özet geç piç” küçümsemesi, gereğinden fazla uzamış ve bu yüzden belli bir noktadan sonra münazara havasının buram buram hissedildiği tartışmada son sözü söyleme karizması, alternatifin alternatifini seçme cekiciligi vs.
Bütün bunlar da çok değil 5 sene önceki sözlük-içi deneyiminin okuyucu olarak parçası olan bugünün yazarlarına, yüzeyde kimsenin dikkatini çekmeyen bir sembolik dil katarak, onları sembolleştiren hayvanlara dönüştürüyor. Böyle bir hayvanlaşma süreci de hiç küçümsenmemeli. 99’da yoktan var edilmiş bir sitede bile mitsel söylem oluşabiliyorken, yüzyıllar ve hatta bin yıllar içinde sağlamlaşmış mitsel kalıpların insanların sonraki deneyimleri üzerinde ne denli etkin olduğunu bir kez daha düşünmemiz gerekebilir. Ama ekşi sözlük’teki cancişler bunu aşmıştır, düşünmeden hallettikleri çok şey var. Bunu ben Nilüfer Göle tartışmasında çok hoş bir şekilde gözlerimle gördüm. Hepiniz animalsiniz. Hepinizi itidâle davet ediyorum.
>>><<>>< hırsızlığa karşı yıldızları sökülmüş kaynakça ><<>>><>><
– Nicholas Bunnin – Jiyuan Yu, The Blackwell Dictionary of Western Philosophy, Blackwell Publishing, 2004, s.33.

– Yiannis Gabriel, Freud and Society, Routledge, 1983, s.240.

– Cornelius Castoriadis, “Radikal Tahayyül Gücü ve Toplumsal-Kurumlandırıcı Tahayyül”, Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek. Kültür ve Yaratıcılık, (ed. G. Robinson & J. Rundell) çev. E. Başer, Ayrıntı Yay., 1999, s.196.
– David Ray Griffin, Sacred Interconnections: Postmodern Spirituality, Political Economy, and Art, Suny Press, 1990, s.194.
Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: