Nilüfer Göle Söyleşisine Yapılan Yorumlar Üzerine
Bu yazıyı Vatan gazetesinde yayınlanan Nilüfer Göle söyleşisi üzerine yapılmış yorumları dikkate alarak yazdım.
Gerçekten bazen bazı insanların okuma ve okuduğunu anlama kabiliyetini ölçebilen ultra maharetli bir alet yapmak istiyorum. Nilüfer Göle’nin verilmiş bulunan linkteki söyleşisinden burka mıdır, berke midir ne haltsa o kıyafeti benimsediği ve mümkünse genç kızlara önerdiği sonucu mu çıkar? Bu nasıl çıkarılabilir? Göle buradaki söyleşisinde iki farklı dünya algısını ve bunların sunduğu iki zıt temayülü iki farklı sembolle, yani ziyadesiyle baskın kılınmaya çalışıldığını düşündüğü şeffaflıkla örtülülüğü ortaya koyup ‘ben tümden şeffaflığa karşıyım‘ diyor. Ancak bunu kuvvetli bir vurguyla yaptığı için göze batıyor. Söyleşiden okuyup üzerine düşünelim:
*
Soru: Fransa’da da burka tartışması var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Cevap: Ben çok kışkırtıcı buluyorum. Herkes burkanın karşısında: müslümanlar, laikler, kadınlar, siyasetçiler… burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş. Gölgeyi, karanlığı hatırlatıyor bana. Ne güzel! Her şey aydınlık mı olacak kardeşim. Tam mahrem. Biz “modern mahrem” diyorduk. Bu, modernliğe karşı tam karanlık. Ben de zaten tam aydınlıktan yana değilim!
*

Burada ilkin Göle’nin ‘kışkırtıcı’ bulduğu şey, burkanın kendisi değil, “
siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” sorusundaki ‘konu’dur, o ‘konu’ da “Fransa’da da burka tartışması”dır. Çünkü tam şeffaflığı bir sorun olarak gören Göle’nin muhakemesine göre “
burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş” olması açısından burada “kışkırtıcı” bir tezat ve buna bağlı olarak yine “kışkırtıcı” bir tartışma meydana getiriyor. Bu tartışmanın kendisiyle ilgili yeterli dökümana ulaşayım, tez vakitte ben de kışkırtıcı bulacağım söz. Zaten devamında “
ben de zaten tam aydınlıktan yana değilim!” retoriğini işleterek bu batı modernitesinin itelediği şeffaflığa karşı böyle bir direnişin (eskiçağ tıp diliyle söylersek, bedendeki yamulan kısmı aksi yönde eğercesine) ortaya çıkmış olmasını kayda-değer buluyor. Bu, bu kadar basit. Kendisine sorarsanız, (hani pati’nin (ekşi yazarı) verdiği “şımarıkça” Perihan Mağden örneğindeki gibi,
teyit) “burkalıyı, çıplağa tercih ederim” diyeceğini sanmıyorum. Olsa olsa haslama cay’ın da (ekşi yazarı) tespit ettiği (
teyit edin)gibi “boku çıkmış bir metafora bezeme” olabilir burada. Zira sosyolog da olsa bir kadın, kadında “kışkırtıcı” bulduğu bir şeyi mutlaka kendinde de dener ve kışkırtıcı olma fırsatını asla ama asla kaçırmazdı, demek ki kışkırtıcılığın yönü farklı.
“Olsa olsa boku çıkmış bir metafora bezeme” dediğim şeyi zaten “neden?” sorusuna cevap olarak açıklıyor Göle: “Çünkü batı aydınlanmacı felsefenin bugün geldiği nokta şeffaflaşma: özel alanda olduğun gibi kamusal alanda ol, her şeyi bilelim.” Burada sunmuş olduğu görüşe karşı gelirsin, dersin ki “ulan batının aydınlanma felsefesi gele gele buraya mı geldi yani? Senin yapacağın sosyolocik tespite kafam girsin!“, ama buradan kalkıp Göle’yi “burka karanlığına tutkun” ya da “burka karanlığının yılmaz savunucusu” kılamazsın, daha doğrusu kılarsın da, kendi başına kılarsın. Çünkü Göle, yukarıda da dediğim gibi ancak ‘boku çıkmış bir metafora bezeme’den öte bir günah taşıyor görünmüyor. Kaldı ki söyleşinin devamında hedefini gayet açık bir şekilde de ortaya koyuyor. “Burkanın karanlığını seviyorsunuz yani?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Bu kadar tantana koparmasını eğlenceli buluyorum… burkanın hatırlattıklarını, burkanın karanlığının rahatsız ediciliğin seviyorum, düşündürücülüğü seviyorum.” (Yalnız çok yazım yanlışı var, şimdi kopyalayınca şey oldu, olmaz!) Göle’nin bu tespitinde de hatalı ya da problemli görmüş olduğu batı şeffaflığına böyle bir tepki doğmuş olmasını ve bizzat batının göbeğinde böyle bir tartışmanın belirmiş olmasını “eğlenceli” bulmasıyla, burkayı bir insana yakıştırabilmesi arasında sizce bir fark yok mu? İkisi aynı şey mi sizin muhakemenize göre? Bunun ayırdına varmanız gerekiyor, yoksa size söyleşi haram.
Dahası kırk yıllık kani olur mu yani, bildiğimiz Göle bu. Göle’de her daim “sosyologluğundan ileri gelen bir kamplaşmaya gitmeme, aksine -kendi deyimiyle- aşırı bireyci bir tutum izleme” [*] temayülü başından beri siviç on geliyor. Beni asıl şaşırtan Göle’nin zihninde beliren “batı modernitesinin bir şekilde insanları -ama özellikle de kadınları- kendi mahremiyetine çekilemeyeceği ölçüde birbirine açık hale getirdiği” düşüncesinin açıkça beyanı olan, söyleşideki şu ifadelerin gözden kaçmasıdır: “Unutmak istediğim ama burkanın hatırlattığı bir şey var: Mahremiyet ve her şeyin görünür olamayacağı. Modernleşmenin önemli özelliklerinden birisi her yeri aydınlatmaktır. Çok güzel, her yer aydınlatılsın. Daha güvenceyle dolaşıyoruz, sokak da bize, kadınlara ait oluyor, iş modemitenin bir parçası, ama kadar çok ki, bazen çok göz alıyor, gölge, loş alan bırakmıyor. Loşluğa katlanabil kimse yok, florasan lambaları. İşte bu noktada burka kavgası bize kaybettiğimiz şeyleri hatırlatabilir…” Burada Göle’nin yadsımadığı ve “kışkırtıcı” bulduğu şey burkanın kendisi değil, burkanın -Göle’ye göre- kaybedilen mahremiyet algısının yeniden hatırlanmasını sağlayacak bir tartışmaya yol açmış olmasıdır. Kadın bunu dile getirebilmek için daha ne demeliymiş bilmiyorum. Bu gayet açık.
Cemaatçilik oynamak isteseydi bu kadının eline bu fırsat çok geçti, ancak Göle’nin genel retoriğinde akademisyenliği aydınlığına ağır bastığından -ki bu da kendi ifadesidir, kaynak için ikinci yıldıza bkz.- kendi içinde gayet tutarlı bir şekilde otoriter sekülerliğin -özellikle de Türkiye’de- sempati/antipati düzlemini yarattığını, oysa bunun yerine hakikî bir modern toplumda empati ve mobilite olması gerektiğini savunuyor. Bu empati ve mobilite yani kişinin kendisini karşıdakinin yerine koyması ve yer değiştirmesi, toplumda sekülerlik dahil olmak üzere herhangi bir yapısal iradenin tahakkümcü bir mekanizmaya dönüşmesini engelliyor onun zihninde [**]. Buna bağlı olarak Göle bu söyleşide de, evvelki bu görüşüne sadık kalıp anti-burkacılık da dahil olmak üzere, kişi üzerinde uygulanabilecek herhangi bir tahakkümü dışlıyor görünür. Bana göre Göle kendi içinde gayet tutarlı bir görüşü savunmakla birlikte herhangi bir cemaatçilik oyununu da oynuyor değil.
Dahası Göle’nin burka denilen giysiden kat be kat daha açık olan türbanı bile “mütedeyyin ailelerdeki kızların böyle bir çevrede topluma sağlıklı bir şekilde karışabilme” aracı olarak gördüğünü [***] düşünürsek, Hıristiyan batının göbeğinde gümbürtü koparmış burka gibi bir giysiyi ideal olarak sunduğu sonucuna varamayız, ki söyleşideki ifadeleri de zaten bunu göstermiyor -yukarıda açımladım-.
Ben de Nilüfer Göle’nin kimi tespitlerine katılmama hakını kendimde saklı tutuyorum, örneğin mobilite-empati şeyinin batı modernitesi için -önceden veya gelinen noktada- bir modus teşkil ettiğini düşünmüyorum. Her şeyin fazlası zarar, empatinin fazlasından kaynaklanıyor da olabilir tüm bu batılı sıkıntılar! Geçelim ironiyi. Başından beri kendinden olmayana barbarismus diyen batılı idare kafası, belirli tarihin hiçbir noktasında kendinden olmayana empatiyle yaklaşmamıştır. Burayı her yüzyıldan öyle az buz değil, tam anlamıyla köşe noktası örnekleriyle bezemeye gerek yok. Dahası Göle’nin Türkiye’nin Özal’la komplekslerinden kurtulmaya başladığına ilişkin tespitine de tam katılamıyorum, çünkü bu da önceki tespitine bağlı. Göle’ye göre, az evvel bahsetmiş olduğum mobilite-empati eksikliği k.ö. (kemalizm öncesi) değil k.s. (Kemalizm sonrası) meydana gelmiştir. Ümmetçi Osmanlı geleneği de -yine aynı mantıkla diyeceğim gibi- fazla empatiden yıkılmış olabilir. “(Özal’la birlikte) artık soru sormaya başladık” diyen bir kafa Göle [****]. Bununla ancak Elif Şafak’ı kandırabilir, ki kandırabilmiştir de, bu değerli aşk yazarımız Middle East Report’taki “Transgender Bolero” başlıklı yazısında -hem de Nilüfer Göle’den alıntı yaparak- kemalizmin kadınları açılmaya zorlayan bir nitelikte yeniden biçimlendirdiğini söylemiştir [*****].
Yukarıdaki şeylere karşı çıkıyorum, siz de istediğinize karşı çıkın tamam da, önce kadın ne demiş, neyi kast etmiş soluklanıp okuyun, sonra derdinizi anlatın. sonuçta hiçbirimizin göbek bağı Nilüfer Göle’yle birlikte kesilmedi, o da bir insan ve o da yanılabilir. Aklınızı başınıza devşirin, bundan sonra sizinle arama mesafe koyuyorum.
* Nilüfer Göle, Toplumun Merkezine Yolculuk, Ufuk Kitapları, 2. baskı, 2003, s.19.
** Nilüfer Göle, “Authoritarian Secularism and Islamist Politics: The Case of Turkey”, in Augustus R. Norton (ed.), Civil Society in the Middle East, (Leiden and New York: 1996), pp.17-43.
*** Nilüfer Göle, a.g.e.
**** N. Göle, Toplumun Merkezine Yolculuk,…, s.79.
***** Elif Shafak, “Transgender Bolero”, Middle East Report, no. 230 (spring, 2004), p. 29, published by: Middle East Research and Information Project.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...