Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Planned Obsolescence ya da Tasarlanmış Eskitim

 

><>>><>>  İkinci Yayıma Önsöz  ><>>><>> 
Bundan sonra kimi yazılarımı çok satan/baskı yapan kitaplarda olduğu gibi, her baskıda bir önsözle birlikte yayınlamaya karar verdim. Bunun kralını Paul Feyerabend yapmıştır Against Method’da, Çin baskısına koyduğu önsöz, Türkçesine önsöz, kendi baskısına önsöz, önsöz oğlu önsöz. Adam kitap yazıyor tepki geliyor, eleştiriyorlar ya da günün koşulları değişiyor ya da kendi görüyor hatasını, “en azından bundan sonrakiler“i uyarabileyim diye düşünüyor. Her baskıda bir önsöz, yazar sorumluluğundan sayılmalı bana kalırsa, doğru bir tutum. Zira yukarıda da bildirdiğim gibi, zaman eskitir, kişi eskir, kendi de hatalanabilir, zaman da hatalı kılabilir. Ya da genişletmek isteyebilir metni, açımlamak. Metin nefes alıp verir, sanat damarları tıkanmış bir millet gibi sağa sola koşuşturur gibi göründüğü anda bir uyarıya ihtiyaç duyabilir. Metnin sahibi ölmüşse, iş kritikçilere düşer. Gerçi, ölmesine gerek yok, ölmeden de kritikçiler metni alaşağı edebilir, illa adam tutup yazarı öldürmeye gerek yok. Bunun gibi şeyler yazarı metnine dönüp okumaya zorlar.

Metin bir şiirden mütevellitse, sorun yok. “Şiir yazdım” der geçersin, şaire sonsuz sarhoşluk hakkı tanınmıştır. Ama ciddi olduğunuzu sanıp bir  o kadar komik yazılar yazıyorsanız, kendiniz bile kendinizi ciddiye alamıyorsanız, “şairim, şiir yazdım” deseniz bile, sizi kurtaramaz. Yapayalnız kalırsınız, metin nefes alıp verirken sanki sizin içinizde ayılar tepişiyormuş gibi gözünüze uyku girmez. Özellikle bana sorarsanız, ben hiçbir metne geri dönemiyorum arkadaşlar. İnanın dönemiyorum. Bazen bir şey okurken, izlerken, yolda, orada burada not tutuyorum, not kağıdına bile geri dönemiyorum. İçimden gelmiyor. Bir cümle, inanın arkadaşlar, bir cümle bile bana fazla geliyor, okuyamıyorum. Diyelim ki aşağıdaki yazı, inanın buraya aktarırken bile yazım hatalarını düzeltesim gelmedi, çünkü okumak istemiyorum. Bırakayım orada ölü kalsın istiyorum. Üslubu nasılsa, öyle ölsün istiyorum. Yeni bebekler doğsun, yeni metinlere ilişmiş güzel gözler olsun istiyorum.

Çok şey mi istiyorum? Bence Hayır. Ama başta belirttiğim “zaman eskitir”liğin esiri olsun, kendinden taşamasın istiyorum. Damarı tıkansın, kafası kopsun, oradan oraya koşuştursun ama benden uzak olsun istiyorum. “Ne yapalım tarzım bu, ölçüm bu” deyip kenara çekilmek için söylemiyorum bunu, aksine bunun bir tarz meselesi olmadığını belki bir üst zekânın eseri, belki düşük ve güdük çalışan bir zihnin çaresizliği olduğunu göstermek için söylüyorum. Üslubumu ya da “dağınık” gibi görünen içerik tercihimi de savunacak değilim, o öyle, benim de sebebini bilmediğim şekilde, öyle. Sadece çok fazla yere savurmak istiyorum okuyucuyu, çünkü ben de öyle savruk bir karakterim. Savrulalım, taşalım istiyorum.  Ciddiyim. Sizler gibi ben de mustarip olanım, belki de müstehak bana tam bilmiyorum, mus ya da müs arasında gidip geldiğimi biliyorum sadece. Sıkıldım, önsöz finiş.


><>>><>>  İkinci Yayıma Önsöz  ><>>><>>

Planned obsolescence‘i “tasarlanmış eskitim” şeklinde de çevirmek mümkün görünüyor, hatta bana sorarsanız makul olan da budur. Bu yüzden kavramın orjinal İngilizcesinin başlığına yazıyorum (Bu kısmı Ekşi okurları anlayacak, diğerleri es geçsin). “Tasarım ömrü” yakıştırmasını, çevirisini ve doğal olarak bkz.’ını beğenmedim (Ekşi’de “planned obsolescence” başlığı “Tasarım ömrü” başlığına yönlendirilmiş, onu eleştiriyorum). Çünkü “tasarım ömrü” ifadesinin içinde “bilinçli eski(til)meye dayalı tasarı” anlamı yok. Oysa obsolescence tam anlamıyla bir “modası geçme” durumu olmakla birlikte, başındaki “planned” ile bu “modası geçme” durumunun tasarı halinde sunulduğu anlamını verir. “Tasarım ömrü” dendiğinde söz konusu tasarımın olağan veya olağan-dışı etkilere mazhar olan ömründen bahsedilmiş oluyorken, tasarlanmış eskitim dediğimizde, söz konusu tasarının bizzat eskimeye dayalı olduğu vurgulanmış oluyor, ikisi ‘haliyle’ farklı şeyler. Şey kere şey yani!

Andreas Huyssen’ın Twillight Memories‘ında (Alacakaranlık Anıları) bir yerde [*] 80’lerde pıtrak pıtrak çoğalan ve böylece bir tür “Her şey bitti, biz de bugüne kadar ne olup bitmişse hepsini teşhir edip kenara çekileceğiz” minvalinde bir müzecilik anlayışı geliştiren koleksiyoner zihnin bu yöneliminin de planned obsolescence‘ten sayılması gerektiği geçer. Yazara göre eskiden belli bir seçkin yapıya seslenen müzeler, zaman içinde seçkin olsun ya da olmasın batılıların birbirleriyle iletişimini sağlayan abartılı kitle iletişim araçlarından biri olup-çıkmıştır. Peki, gerçekten öyle mi? Gerçekten de batı müzeciliği tasarlanmış eskitim örneğine mi dönüşmüştür? Bunu diyebilmek için müzelerin ilk kurulduğu andan itibaren, her ne şekilde inşa edilmiş olursa olsun, bir tasarımın neticesi olduğunu belli etmesi gerekir, ki bu söz konusu olamaz. Birileri müze kurdu, sonra başka birileri bunu değişen koşullara göre yeniden tasarladı. Demem o ki, planned obsolescence‘te beliren temel nitelik başından itibaren planlanmış/tasarlanmış olan şeylerin eskiyeceğini kabul ederek, sürümün ömrünü arttırmaktır. Kimi sabit ölçütler önünde tutarlı olsun olmasın her değişimi planned obsolescence‘ten sayamayız, kanaatindeyim.

Gâvurlar bu yüzden planned obsolescence‘e kardeş bir terim uydurmuşlar: “Inevitable obsolescence” yani Türkçesiyle “kaçınılmaz eskitim/eskime” Geoffrey Hamilton’ın yazısında buna örnek olarak “Bir insan kullanılamaz hale gelmeden evvel ne kadar süre kondom taşıyabilir?” diye soruyor **. Verilen örnekten hareketle söylersek kondom bir süre taşınır cüzdanda, ancak söz konusu kişi bunu kullanacak uygun bir ortam edinemeden, skt’si geçtiğinden onu açıp onunla oynamak durumunda kalır. Siz bilmiyor muydunuz? Skt’si geçen kondomlar atılmaz öyle bozulmuş süt gibi, biraz oynanır. Her defasında daha fazla hem de, çocuk gibi. Sanki içinden kinder sürpriz yumurta çıkacakmış gibi janjanlı paketçiği yırtılır şakır şukur oynanır. İşte inevitable bir eskitim örneği olmasının nedeni budur, kişi bu cıvık aygıtta neyin son kullanma tarihinin geçtiğini bile anlayamadan, oyun sonrasında sanki yılların dostundan ayrılıyormuşçasına onu ait olduğu yere yani çöpe bırakı bırakıverir. Şimdi bu tasarlanmış eskitim midir allahınızıseversenizsöyleyin.

Marcuse’ün ileri endüstri toplumlarındaki sınıf farklılıklarının blörleşmesiyle (silinmesi yani) ilgili gerekçelendirmesinden söz etmek istiyorum. Yazar, endüstriyel ürünlerin aynı zamanda işçilerin de, en az fabrika sahipleri kadar ürettikleri ürünleri tüketmeye başlamasına bağlar. Şimdi “bunun konumuzla alâkası nedir?” diye acele etmeyin, daha sonra bunun kapitalizmdeki sınıf farklılıklarını ve sosyal antagonizmleri (sosyal düşmanlıklar) iyileştiren ziyadesiyle doğal bir eğilim olduğunu düşünmez. Aksine değişen şartlara göre, söz konusu endüstriyel mekanizmanın daha seri işleyebilmesi için, üretilen ürünün daha hızlı bir şekilde tüketilmesi için tüketiciler arasında gelir düzeyi farkı açılmakla birlikte ürünlerin çeşitliliği ve mikro ölçekte satın alınabilirlik ortalaması düşer [***]. Sözün özü endüstriyel sömürü düzeninde ürünü üreten işçinin de işleyen çarkın bir gereği olarak janjanlı paketlerde sunulan, maç izlerken, film izlerken ve sohbet esnasında olmak üzere üç farklı cipsi yemesi bütçe bakımından ona koymamalıdır. İşçilere (ki artık işçi olmaları da gerekmiyor, “herkese” diyelim) tüketimde duyulan bu ihtiyacın planned obsolescence‘ten kaynaklandığını düşünüyorlar.

Yukarıda verdiğim cips örneği çok ucuz farkındayım, hatta bayağı ama aklıma o geldi ilkin. Yani neticede planlanmış eskitimde temel itekleyici gereksinim, üretim ve tüketim sirkülasyonunun ayağa düşürülmesidir. İftarını coca cola’yla açmazsın da cola turkayla açarsın mesela. Her Ramazan’da ya da bayramda sanki bir üst model kola ya da şeker, çikolata falan çıkıyormuş gibi, içeriği üç aşağı beş yukarı seslendiği toplumun genel düzeyini yansıtan hikâyeciklerle bezenmiş reklamlar her defasında bir önceki kolanın ya da şekerlemenin şimdikinden daha kötü olduğunu düşündürme zorunluluğunu üstlenmiş gibi hareket eder. Bir ara her şeyi ölüme endeksleyenlere ya da indirgeyenlere takmıştım kafayı, bu aralar ise her şeyi insana indirgeyenlerle ilgileniyorum, uzaktan irdeliyorum. Bunu söylememin sebebi, burada yazılanları okuduktan sonra gelip “aman cağğnımm o da bir şey mi, insan planlanmış eskitim esiridir… insan…” diyen olur diye, uyarı mahiyetinde yani. Her şeyi insana indirgersek zaten yaşamanın bir anlamı yok. Ne demişler, beşer şaşar.

Ekşi Sözlük’teki önemli modifikasyonların bir bölümü de planned obsolescence‘tan sayılmalı mı, tam emin değilim. Çünkü ekonomideki legal modifikasyonun genel gerekçeleri olarak sayılan kalite arttırımına, fonksiyonelliğe ve estetik gelişime [****] uymayan bazı hamleler olabiliyor. Gerçi sözlükteki bir butonun nesi, ne kadar estetik olabilir, bu sonsuz kere sonsuz tartışılabilir ama en azından kullanıcı beklentisi göz önünde tutulursa ben butonunun eskisinden daha boktan olduğuna ilişkin yapılan yorumlar bize bir fikir verirse, ki çoğunluğun fikri estetik değeri belirler diye bir kaide de yoktur, bu butonun niye değiştiğiyle ilgili sağlıklı bir açıklama yapılmasının güç olduğu anlaşılır. Ancak böyle bir durumda “eski popuplı sistem database’i şişiriyordu, yavaşlamalara neden oluyordu” denilirse, o vakit inevitable obsolescence‘e yol alırız, ki böyle bir durumda dahi kimse para ödemediği için sözlüğe, “amaaan bana ne, ben olmuşum eskitim” demek mümkündür.
Bunun bir kardeş terimi daha var, bunu söylemezsem bana yakışmaz, “tasarlanmış eskrim“. Kafaya geçiriyorlar arıcı maskesini piti piti piti ince kılıçlarını sokuşturu sokuşturuveriyorlar hasımlarına. “Amaaaan bana ne ben olmuşum eskirim” diyen insanlar da olabilir, her şeyi insana indirgemek kadar anlamsız bir şey olamaz. Bunu tekrar tekrar vuracağım kafanıza, çünkü hepinizin bir avuç serseri olduğunu düşünüyorum. “Amaan bana ne” diye cümleye başlayan herhangi biri olabilirsiniz, sizi bu yüzden sevmiyorum.


Yıldızlı imgelemsel & yaldızlı dipnotlar
* Andras Huyssen, Alacakaranlık Anıları. Bellek Yitimi Kültüründe Zamanı Belirlemek, Metis Yay., s.26, 1999, s.26.
** http://www.gamegene.com/…o_productobsolescence.html “The Product High Wire Act
  • On Planned Obsolescence”

*** Andrew Cutrofello, Continental Philosophy: A Contemporary Introduction, Routledge 2005, s.234.
**** Bu üçlemenin standartizasyonu için bkz: Charles W. Lamb, Mktg, 2010, s.134.

4 comments on “Planned Obsolescence ya da Tasarlanmış Eskitim

  1. gasilhane
    14/05/2010

    >Çok şey öğrendim bu yazın sayesinde. Ekşi sözlük sux diyerek kipkişisel yorumumu yapıp kaçıyorum.

  2. sophie the kewl
    15/05/2010

    >Yorum yazmayı özlemiştik.

  3. Haroon
    05/11/2011

    Uzuun zamandır sizinle oturup sohbet etmeyi özlemiştim. Ben kalkayım artık, geç oldu.

  4. Haroon Cyber
    05/11/2011

    Uzuun zamandır sizinle oturup sohbet etmeyi özlemiştim. Ben kalkayım artık, geç oldu…

gasilhane için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: